Trump yine bir gece ansızın uyanıp attığı fevri bir tweet ile Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden sınamaya tabi tuttu. Bahsettiğim, pazar gecesi Twitter’da yazdığı, “Türkiye Kürtleri vurursa, onları ekonomik olarak yıkıma uğratırız” cümlesi.
Karşılığı ise anında ertesi sabah Cumhurbaşkanlığından geldi: “Teröristler sizin müttefikiniz olamaz. Türkiye ABD’den, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı onurlandırmasını beklemektedir.”
***
Haliyle şimdi sorulan şu: ABD ile hâlâ müttefik miyiz? Ya da stratejik ortak mı? Eğer öyleysek, bugünkü YPG/PKK krizini neden yaşıyoruz?
Müttefik ne demek?
Öncelikle “müttefik” kelimesini doğru konumlandırmamız gerekiyor. “Müttefiklik” sadece ortak çıkarlar etrafında vuku bulan ve çıkarlar çatıştığında ortadan kalkan bir ilişki türü. Yani her daim süren bir durum değil. Zaten bugün yaşadığımız da tam da bunun tezahürü...
ABD’nin bugün Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da asıl önceliği, İran’ın etkisini kırmak. Ankara ise “İran’a karşı eksende” yer almadığı gibi, aksine Suriye’de Rusya-İran ikilisiyle birlikte hareket ediyor. Bununla birlikte Washington İsrail’in Ortadoğu’daki güvenliğini teminat altına almak ve İran’ın Irak-Suriye’deki nüfuzunu sonlandırmak için, bölgede Kürtleri sahadaki askeri gücü ve taktiksel ortağı olarak görüyor.
Ortak çıkarlar
Ancak tüm bunlara rağmen hâlâ süren ortak çıkarlarımız var. Ve zaten tam da bunlar, çatışan menfaatlere rağmen bu ikiliyi birbirinden ayırmıyor. Evvelsi gün esen sert rüzgârlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump’la telefonda görüşmesi de işte bu ortak çıkarlardan kaynaklanıyor.
Her şeyden önce, iki ülke Kosova’da NATO önderliğindeki “Barış Gücü”nü (KFOR) birlikte göğüslüyor. Afganistan’da da askerlerimiz birlikte eğitim veriyor. Amerikan jetleri hâlâ İncirlik üssünden kalkıp Irak ve Suriye’ye uçuyor. Yeni nesil F-35 savaş uçaklarının üretimini de ortak yapıyoruz.
ABD’nin İncirlik’te bulunan nükleer silahları ise bizim için stratejik önemde. Zira bizi nükleer saldırılardan koruyan caydırıcı bir unsur. Hele ki yanı başımızdaki İran’ın orta vadede nükleer silah sahibi olması ciddi bir ihtimalken.
***
Ancak tüm bunların ötesinde, iki ülkenin de üyesi olduğu NATO ittifakı bu ilişkinin hem temeli hem de en büyük ortak çıkar kümesi. Geçen yıl yine bu konuda yazarken kendisine danıştığım ABD siyaseti uzmanı Dr. Mehmet Yeğin şöyle demişti: “Müttefik olmak iki ülkeyi birbirlerinin çıkarlarını korumakla mükellef kılmaz. Ankara ve Washington’ı birbirinden sorumlu kılan tek unsur, NATO ittifakı. Çünkü NATO anlaşmasının 5. maddesine göre, bir üye ülkeye saldırı olduğunda diğer üyeler de onu savunmak zorunda.”
NATO farkı
İşte bu caydırıcılığa da şu anda hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var. Çünkü hem sınır komşularımız Irak ve Suriye parçalanmanın eşiğinde. Ve bu parçalanma bizim için de büyük riskler içeriyor. Hem de küresel düzlemde dünya büyük bir çalkantıdan ve geçiş döneminden geçiyor. NATO üyeliği de böyle bir dönemde bizim için bir nevi “dokunulmazlık” sağlıyor.
***
Bunun en iyi örneği de herhalde Rus uçağının düşürüldüğü dönemdir. Olsa olsa NATO üyesi olmamız o kadar öfkeli bir Rusya’yı tutabilirdi ve öyle de oldu... Aynı şekilde, NATO’da olmasak, Suriye savaşı için ödediğimiz bedel de çok daha büyük olabilirdi. Mehmet Yeğin bu ilişkinin istikrarıyla ilgili olarak ise Suudi Arabistan örneğini vermişti: “Mesela Obama bir anda İran’ı sisteme sokup Suudları devre dışı bıraktı. Bir sonraki Başkan Trump ise aniden tam aksini yapmaya karar verdi. Oysaki NATO üyeliği Türkiye’yle ABD’yi çok taraflı bir zeminde birbirine bağlıyor.”
Zaten tam da bu tutkallı zemin, çatışan çıkarlara rağmen bu evliliği ayakta tutuyor.