Lafı evirip çevirmeden, hemen konuya girelim: ABD’nin İran’ın en üst düzey komutanı Kasım Süleymani’yi öldürmesinde asıl amaç İran değil, Irak. Zira ana hedef İran’ı zayıflatmak olsaydı, Süleymani kendi ülkesinde hedef alınırdı. Ancak o ve beraberindeki 9 Şii milis, Irak’ın başkenti Bağdat’ta öldürüldüler.
Ben buna “ABD’nin 3. Irak müdahalesi” diyorum. 1.si 1991’de Körfez Savaşı, 2.si de 2004’te 2. Körfez Savaşı adı konulan müdahalelerdi. İşte şimdi de 2020’deki 3. Irak müdahalesi geldi. Ancak bu seferki doğrudan değil, dolaylı. Açıktan değil, kapalı.
Yeniden Kuzey Irak
Zaten Süleymani’nin ölümü sonrasında domino taşları birer birer devrilmeye başladı bile. Irak Meclisi’nin ilk işi, Amerikan askerlerini ülkeden çıkaracak yasayı onaylamak oldu. Başkan Trump da bunu elbette “O kadar para harcadık, bize Amerikan üslerinin parasını geri verin, çıkalım” diye tiye aldı. Üstüne de ek 3500 Amerikan askerini daha gönderme kararı aldı.
Şimdi olacak olan şu: Irak’taki Amerikan askerleri kuzeye, yani Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) kontrolündeki bölgeye çekilecektir. Bu da Kuzey Irak’taki özerk bölgenin iyice Amerikan şemsiyesi altına girmesi demek. Hatırlarsanız, KBY’nin 25 Eylül 2017’de yaptığı bağımsızlık referandumu sonrasında Bağdat-Erbil arasında ipler iyice gerilmiş, ABD de bu referandumu “zamansız” bulduğunu ilan ederek KBY lideri Barzani’yi yalnız bırakmıştı.
Şimdi ABD’nin buradaki özerk bölgeye duyacağı ihtiyaç, Erbil-Washington hattını tekrar onaracak gibi. Bu da bölgesel Kürt denklemini ciddi şekilde etkileyecek yeni bir durum. Nasıl ki 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta Kürtlerin alanı genişlediyse ve 2. Körfez Savaşı bu özerk yapıyı pekiştirdiyse... Şimdiki “3. Irak müdahalesi” ile Kürt yapılanması daha da güçlenebilir.
YPG’ye sekte mi?
Kürtlerle ilgili dinamikte ortaya çıkması muhtemel 2. durum da, YPG ile ilgili. Malum, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan bu gruba, ABD silah sevkiyatını Irak-Suriye sınırından yapıyor. Bu sınır da büyük oranda Bağdat’ın, yani merkezi hükümetin kontrolünde. Şimdi Irak Meclisi’nin ülkedeki ABD varlığına karşı aldığı kararla birlikte, bu sınır hattı riske girecektir. Bu da, YPG’ye yapılan silah sevkiyatının sekteye uğraması demek.
Dolayısıyla, Ankara için önemli bir fırsat doğuyor. Barzani yönetimiyle zaten olumlu olan ilişkilerini daha da güçlendirip, Irak’taki PKK yapılanmasını çökertmek için yeni bir başlangıç yapabilir. Buna yönelik Trump’ın vereceği destek de etkili olacaktır.
Tüm bunlara bir de Trump yönetiminin önümüzdeki dönem İran’a karşı sertleşecek tutumunda ve Irak içinde kalmak için vereceği mücadelede Türkiye’ye çok daha fazla ihtiyaç duyacağı gerçeğini ekleyin.
Önemli uyarı
Yalnız tam da burada önemli bir uyarıyı hatırlamak gerekiyor. 1991 yılında Türkiye’nin Washington Büyükelçisi olan Nüzhet Kandemir’i vefatından 1 yıl önce 2015’te evinde ziyaret ettiğimde, şöyle demişti: “ABD Türkiye’nin Irak’a girmesini o gün de, bugün de hiçbir zaman istemedi.”
Bunu demesinin sebebi ise, şuydu: 1. Körfez Savaşında Kuzey Irak’a asker göndermek için hazırlanan tezkere TBMM’den geçmişti. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın istediği haliyle değil. Tezkerenin kapsamı çok daraltılarak, askere sadece meşru müdafaa hakkı verilerek kabul edilmişti. İşte Nüzhet Bey de, “Tezkere Özal’ın istediği haliyle geçseydi bile, ABD Türk askerini Bağdat-Suriye arasındaki ‘ölüm üçgeni’ dediğimiz en riskli alana konuşlandıracaktı. Yani Türk askeri Kuzey Irak’a giremeyecekti, bir şey değişmeyecekti” demişti.
Hakeza ABD’nin eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz de sonradan, ‘’1. Körfez Savaşı’nda Türkiye’ye verdiğimiz sözleri tutmadık’’ itirafında bulunmuştu. O halde... ABD’nin 2. Irak müdahalesi sırasında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın çabalarına rağmen Meclis’ten geçmeyen 1 Mart tezkeresi kabul edilseydi de, bir şey değişir miydi?
İşte Ankara bu sorunun cevabını yabana atmadan, önündeki yeni dönem için yeni bir strateji oluşturmalı. Irak’ta İran’ın etkisinin azaldığı, Kürtlerin gücünün arttığı, Türkiye-ABD’nin karşılıklı duydukları ihtiyacın arttığı yeni bir döneme giriyoruz.