İçinde bulunduğumuz metalaşma-metalaştırma ve yabancılaşma sürecinin şarap tadımına nasıl yansıdığını görmek zor değil. Şaraptan “anlayanların” durumu bazen içler acısı. Artık içtikleri şaraptan zevk alamaz hale gelmişler
Bu yaz bir akşam yemeğinde görmüş geçirmiş ama şaraptan çok rakı içen, herkes şarap içtiğinde ise onlara eşlik eden bir bey, bana bir soru yöneltti: “Vedat Bey, üzüm cinsi şarapta bir fark yaratıyor mu? Benim damağım pek fark etmiyor aradaki farkları. Bazen bir şarap hakkında konuşuluyor ama pek anlamıyorum. Bazıları hoşuma gidiyor, bazı şarapları sevmiyorum.”
Biraz kaçamak cevap verdim. “Haklısınız” dedim. “Günümüzdeki şarapların pek çoğu birbirine benziyor. Üzüm pek fark etmiyor. Hatta coğrafya bile. Ama bazen çok farklı, değişik şaraplar içiyorsunuz. Tabii bu aynı üzüm ya da kupajdan yapılan başka bir şarabı beğeneceğinizin garantisi değil!”
Weber, Marx ve efsun
Arkasından konu değişti. Yoksa bana ikinci ve cevabı daha bile zor bir soru yöneleceğinden korkuyordum: “Şarabı siz profesyoneller nasıl tanımlıyorsunuz? Bu iş nerede öğrenilir?”
Kendi kendime bana sorulmayan bu soruyu düşünmeye başladım. Sonunda da şimdi bana basit görünen bir gerçeği görmüş oldum. Şarapla ilgili tanımlamalar o şarapla ilgili pek bir şey söylemiyor hatta genelde yanıltıcılar. Ama çok önemli bir gösterge oluyorlar.
O şarabın değil başka bir şeyin, bir şeylerin göstergesi. Nelerin mi? Önce içinde yaşadığımız çağın, toplumun, sosyokültürel yapının göstergesi.
Sonra da bir yandan zaaflarımızı, diğer yandan da ufuk genişliğimizi, hülyalarımızı ve ideallerimizi, kişisel tercihlerimizi ortaya koyuyorlar.
Müsaade ederseniz iki konuyu da açayım biraz. Max Weber ünlü “Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu” kitabının sonlarına doğru Protestanlık ile birlikte ortaya çıkan metodik kapitalist dünyada yaşamın giderek efsununu yitirmeye başladığını söyler.
Hayal gücünün ve ideallerin ön plana çıktığı bir dünyadan analitik, her şeyin nesnel kurallara göre değerlendirildiği bir dünyaya geçiş kolay değil elbet.
Dünyanın giderek efsununu yitirmesi Karl Marx’ın da üzerinde durduğu ve irdelediği bir fenomen. Marx metalaşma, metalaştırma sürecinin kartopu gibi karşı konulamaz bir devinimle ve karşısında duran her gücü toprağa gömerek ivme kazandığını görüyor. Bu sürecin sonunda insanın kendisine nasıl yabancılaştığını pek güzel anlatıyor.
İçinde bulunduğumuz metalaşma-metalaştırma ve yabancılaşma sürecinin şarap tadımına nasıl yansıdığını görmek zor değil. Şaraptan “anlayanların” durumu bazen içler acısı. Artık içtikleri şaraptan zevk alamaz hale gelmişler. Tutkulu amatörler gibi güzel bir yudum alırken o anın keyfini süreceklerine, sevgilileri ile yemek yerken bile ya devamlı gevezelik edip şarabı analiz ediyorlar ya da ellerinde kalem, önlerinde bir form, bir şeyler çiziktiriyorlar.
Ateşli, şehvet dolu, çabuk galeyana gelen...
Şarap tanımlamasında hep böyle mi oldu? Hayır. “Bilimsel” şarap analizi yeni bir olay. Son 30-35 senenin bir olgusu. Şarapla ilgili söylemlere bakın. Fermante edilmiş üzüm suyunun tarihi binlerce yıl öncesine dayanıyor ama ancak 20’nci yüzyılın başlarında şarap içenler duygu ve düşüncelerini kağıt üzerine dökmeye başlamış.
Yazdıklarından ilk şarap “eleştirmenlerinin” bu işe profesyonel anlamda değil, daha çok duygusal anlamda sarıldıklarını görüyoruz. Kullanılan dil daha çok teşbih (analoji) ve mecazlara (metafor) dayanan şiirsel bir dil. Örneğin 1877 doğumlu Andre Simon dört ciltlik başyapıtında devamlı şiirsel ve antromorfik yani daha çok insanlara atfettiğimiz benzetmeler yapıyor. Bir Chablis şarabı “gümüş bir söğüt ağacının onuru” gibi olurken, bir Klaret (Bordo) mor bir kayın ağacı gibi haşmetli oluyor. Aynı insanlar gibi bazı şaraplar ateşli, çabuk galeyana gelen, şehvet dolu özelliklere sahipler.
Bu tip şiirsel ve duygusal söylemin
en güzel örneklerinden biri bana
göre Cyril ve Elizabeth Ray’in
1975 yılında yayımlanmış “Wine With Food” kitapçığında şarap-yemek eşleştirmelerinin bazen şiir yoluyla ifade edilmesi. Aynı kitapçıkta zikredilen Eric Chilman’in Bordo ve Burgonya şaraplarının özünü şiirsel biçimde anlatmasını seviyorum. “İkili monarşi” gibi bunlar. Sanki devlet ve paralel devlet. Bir tanesi Burgonya düklerinin soyundan geliyor. Güçlü, sanki yeryüzünü ışıldatan güneş ışığı gibi. Diğeri ise sanki daha dengeli, incelikli, nüanslı ve kadifemsi. Her ikisi de gerekli ve biri kral ise diğeri kraliçe.
Birkaç noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Birincisi, bu ve benzeri tanımlamalar oldukça elitist. İkincisi, yazarlar referans noktası olarak sıradan tüketicileri değil, kendileri gibi “seçkin” bir zümreyi görüyorlar. Üçüncü olarak da amaç kesin doğrulara varmak değil. Daha çok iç duyguları yansıtmak, heyecanı dışarıya vurmak. Örneğin ben “Özellikle 1990 sonrası Bordo’lar güçlü, kuvvetli ve kral gibi, Burgonya daha narin ve güzel, kraliçe gibi” desem kimse buna ne evet ne hayır diyebilir.
Nesnel bir temel lazım
Kim bilir belki de işin doğrusu bu. Bir anlamda mütevazı bir boyutu var şiirsel tanımlamaların. Nesnel ve bilimsel olduğunuzu iddia etmiyorsunuz. Ama öte yandan böyle olunca pazar gelişmiyor. Fiyatlar yükselmiyor. Gelişen kapitalizm şarabı da metaya dönüştürmek istiyor. Klasifikasyon gerekli. Nesnel bir temele oturtmak lazım değerlendirmeleri.
Apelasyon sistemi yoluyla bağların kıyaslanması Fransa’da ta 1855’e dayanıyor. Gerisindeki güçler pazarı geliştirip rasyonelleştirmek isteyen tüccarlar. Şarap eleştirmenin bir meslek ve ciddiye alınan bir dal haline gelmesi ise 1973’e, Michael Broadbent’in “Wine Tasting / Şarap Tadımı” kitabına dayanıyor. Arkadan da Amerikalı Robert Parker “Ben soyluluk, hiyerarşi falan tanımam” diyerek tabancasını ateşlemeye başlıyor. Yani içtiği şarapları 100 üzerinden (ama 80 altı vermediği için aslında 20 üzerinden) notluyor.
Gerçekten bilimsel ve nesnel bir olay mı söz konusu yoksa özellikle Amerika’ya özgü ticari ve kültürel bir olguya bilimsel kılıf mı geçiriliyor?
Bu konuyu da haftaya deşmek istiyorum.