Sadece 7 Mehmet lokantasında oğlak gerdan tandır için Antalya’ya seyahat planlanabilir. Yemekler “iyi” ve “mükemmel” arasında değişiyor. Personel de işini çok iyi biliyor
Dışarıda yemek söz konusu olunca turizm açısından bir eksiğimiz var.
Türkiye’nin her yerinde gastronomik kültür gelişmiş ve ortalama insanımız damak tadına önem veriyor. Ama bu durum lokantalara pek yansımıyor.
Büyük şehirlerin ve turistik bölgelerin dışına çıkarsanız bir eksiğimiz rafine lokantaların azlığı. Lokantada yemek yemek Türk insanının pek çoğu için klasik müzik konserine gitmek gibi bir lüks hatta birazcık züppelik olarak görülüyor. Hakim ataerkil kültürümüz bazı durumlar ve beklentiler
söz konusu olduğunda bayanları dışarı çıkarmaya elverişli ama pek çok erkek için eşini dışarı yemeğe çıkarmak “gereksiz” ve “anlamsız”. Ailecek dışarı yemek yemeye gidildiğinde de daha çok “karın doyurmak” için gidiliyor.
Bu durumda hem iyi yemek yenen hem de rafine bir lokantaya üç büyük şehir dışında nadiren rastlanıyor. Belki bu yüzden ben Antalya’daki 7 Mehmet’te güzel bir öğle yemeği yediğim gün özellikle mutlu oldum.
İri ve çekirdekli bamya
Lafı hiç dolandırmadan söyleyeyim: Rafinelik, servis anlayışı, yemek kalitesi söz konusu olduğunda 7 Mehmet’in İstanbul’daki lüks lokantalardan ve 5 yıldızlı otel lokantalarından fazlası var, eksiği yok.
Benim dikkatimi bu lokantaya çektiği için Sayın Uğur Dündar’a minnettarım. Kendisi anladığım kadarı ile bu lokantanın müdavimi ve Antalya’ya yolu düştüğü zaman oraya da uğramaktan öte burayı ünlü Michelin rehberinin deyimi ile bir “destination” restaurant olarak görüyor. Yani bu lokantanın varlığı Uğur bey için Antalya’nın diğer çekiciliklerini de artırıyor ve seyahat planlamasında Antalya’yı seçmesinde önemli bir faktör oluyor.
Ben de aynı fikirdeyim.
Bir kere, mekandaki personel (bizim garsonumuzun adı Mevlüt beydi) kibar ve profesyonel olmanın da ötesinde mutfakta ne olup bittiği konusunda bilgili. Her türlü yemek hakkında hem doğru bilgi veriyorlar hem de zevkinize göre dikkatli tavsiyelerde bulunabiliyorlar.
Dahası; şarap servisi nasıl yapılır, şarap nasıl açılır, nasıl saklanır, bardağa ne kadar ve ne sıklıkla boşaltılır, hepsini gayet iyi biliyorlar.
Servis gibi yemekler de göğüs kabartıcı.
Sekiz kişilik bir grupla lokantayı bir pazar öğlen ziyaret ettiğimiz için pek çok şeyin tadına bakabildim.
Aşağı yukarı yarısının “iyi” yarısının “mükemmel” olduğunu söyleyebilirim. Bence tutarsızlığın norm olduğu ülkemiz için büyük başarı bu.
Yemeğimiz “kulaklı çorba” dedikleri nohut ve gerdan etli bir nevi mantı çorbası ile başladı. İçinde et suyu lezzeti olan çorba mükemmel ve yumurta ile yoğrulmuş hamur diri ve lezzetli idi.
Daha sonra önümüze tek tek gelen zeytinyağlılar şöleninin ortak özelliği yemeklerin hem lezzetli hem hafif olmasıydı.
Nedeni basit. Asiditesi düşük sızma yöresel zeytinyağı kullanılmış hepsinde.
Mumbar dolması kusursuz
Zeytinyağının “ağır” olduğu, bence yıkılması gereken mitoslardan biri. Halis olmayan zeytinyağı için doğru olabilir ama kaliteli olanlar hem daha fazla lezzet veriyor hem de daha hafif ve sağlıklı.
Antalya’nın taze börülcesi. Dolmalar. Pırasa. Ilık bamya. Yeşil fasulye. Hepsi güzeldi ama ben en çok son derece taze olan, iri ve çekirdekli bamyayı sevdim. Yeşil fasulye ve börülce gibi nispeten “nötr” lezzetlere bıçakla ezilmiş sarmısak, domates, arpacık soğan gibi tatlar kullanarak biraz aroma ve derinlik katmanın daha da iyi olacağını düşündüm.
Antalya’nın “hibeş” denen tahin, sarmısak, limon, kırmızıbiber ve kimyondan yapılan mezesini çok severim. Rakı için biçilmiş kaftandır. Hibeşi burada da sevdim ama kimyonunu biraz fazla kaçırdıklarını düşündüm.
Buna karşılık tahinli ve bol yumurtalı ve minicik Çandır fasulyesinden yaptıkları piyazlarını kusursuz buldum.
Tam “Bu piyazla iyi köfte gerekir” diye düşünürken masaya gelen orta parmak kalınlığındaki kuzu-dana kıyması karışımı şiş köfte piyazla birlikte yenince ortaya 7’den 70’e herkesin parmak ısıracağı bir bileşim çıktı.
“Bu kadar lezzetli köfte niye İstanbul’da çok nadiren bulunuyor?” diye düşündüm.
Köfte-piyaz ile doymamak için kendimi tuttum. Ama masaya koydukları az yağlı, taze keçi peynirinin lezzeti karşısında pek dayanamadım ve neredeyse yarım kilo yedim.
Bundan sonra masaya konan zeytinyağlı grida balığının tazeliğini ve sosta kullanılan ince limon kabuklarını takdir ettim ama balığın üstüne piştiken sonra dökülen (içinde piştiği) sıcak zeytinyağının kararını fazla kaçırdıklarını düşündüm.
Buna karşılık keçi bağırsağından yaptıkları mumbar dolmasını adeta kusursuz buldum.
Pazar günü çıkan suböreği ise şöyle böyle olan tek yemekti. Kanımca bu yemeği daha ilginç hale getirmek için ortasını dışarı taşan kıyma ile doldurmak yerine değişik tabakalar arasına, o lezzetli kıymadan, azar azar ama kat kat eklemek daha doğru olacak. Diğer bir fikir de değişik katlarda değişik malzeme kullanmak: Kabak, domates, patlıcan, biber, kıyma. O zaman daha çok boyutlu hale gelecek suböreği İtalya’da yenen dünya çapında lasagnalar ile kıyaslanacak hale gelebilir.
Dana paça mideyi cilalıyor
Suböreğinin arkasından ise bu lokantanın haklı olarak gurur duyduğu oğlak gerdan tandır ve özel pilavları geldi.
Önce haşlanıp sonra fırında karamelize edilmiş bu enfes eti yemek için bile Antalya’ya bir günlüğüne gitmek isterim.
Ama yanındaki pilavı da unutamıyorum. Bergamotlu, çamfıstıklı ve kabakçekirdekli. Tatlı-ekşi ve kuruyemişe özgü lezzetlerin başarılı bir bileşiminden doğan ve mis gibi tereyağı kokan mükemmel bir pilav. Oğlak tandır ile bu pilavın birlikteliği kanımca Dünya Lezzet Olimpiyatı’nda ülkemizi temsil edecek bir yemek olabilir.
Aşırı yerseniz de korkmayın. 7 Mehmet’in elma sirkeli dana paçası midenizi cilalıyor.
İyi ki de cilalıyor çünkü tatlıya yer kalması şart. Burasının fırında pişen karamelize edilmiş kabak tatlısı ya da “kabak brulee” altın madalya için Adapazarı kabak tatlısı ile yarışır.
Bu yarışın sonucunu ben tayin etmek istemem ama elimde olsa buraya turizmimize katkıdan dolayı özel bir “onur belgesi” vermek isterim.
DEĞERLENDİRME: 8/10
Gastro-turistler giderek artıyor
Sosyolojik ve turizm açısından ilginç bir olaya tanık oluyoruz. Bana gelen mektuplardan yola çıkarak söylüyorum ki; “gastro-turist” olarak adlandırılabilecek ve seyahat planlamasını gidilecek yerdeki lokantaların niteliğine ve kalitesine göre yapan insanların sayısı ülkemizde azımsanmayacak bir noktaya ulaştı.
Amerika ve Avrupa’da ise ülkeleri dışında para harcayan turistlerin pek çoğu gastro-turist.
Üç şeye önem veriyor bu insanlar.
Bir: Ziyaret ettikleri ülkelerde kendi ülkelerinde bulamayacakları lezzetleri bulmak istiyorlar.
İki: Temizlik ve servis onlar için çok önemli. Karşılarında aydınlık yüzler, şarap servisi bilen ve sorularına cevap verebilecek garsonlar görmek istiyorlar.
Üç: Fiyatlarda saydamlık istiyorlar. İyi yemek ve servisin hakkını vermeye hazırlar ama tabir-i-amiyane ile kazıklanmak istemiyorlar.
7 Mehmet bu açılardan bakılınca doğru ve nadir adreslerden biri. Yemekler özenli ve hem Türk mutfağının hem yöre mutfağının güzel örneklerini sunuyorlar. Malzeme seçiminde dikkatliler ve yerel malzemeleri değerlendiriyorlar.