İstanbul civarındaki köyler havaalanı, köprü derken şehrin gettolarına dönüşüyor ve bir yaşam biçimi, bir kültür de ortadan kalkıyor. Ama Ada’da hayat hâlâ güzel...
Benim için en zevkli haftalık yazılarımdan birini 3 Ağustos Pazar günü kaleme alıyorum. Son iki aylık Burgazada anılarımı ve duygularımı size nasıl aktarabilirim? İyi, güzel ve neşeli
bir yazı olsun istiyorum ama aklıma başka şeyler takılıyor. Cuma sabahı İstanbul’a
TV programı çekimi için gittiğimde Kabataş’taki manzara... Kaos ve facia.
Fren mi bakımsızlıktan çalışmamış? Herhalde kronik uykusuz şoförlerimizden biri fren yerine gaz pedalına mı basmış?
Tırnak içinde bir “kaza”
Haberleri izleyip kimsenin ölmediğini öğreniyorum. Bir kadının bacağı kopmuş. 19 yaşında Kübra Dere. Fotoğrafı var gazetede. Güneş gözlüğü ile. Uzun, dalgalı, ipek gibi saçlar. Gözlüğünün gerisinde
belli ki gülen, ışıl ışıl gözler. Ertesi gün öğrendiğime göre kopmak üzere olan bacağı çok uzun süren ameliyatla dikilmiş. Tutar mı? Duacıyız hepimiz. Ama belki yaşıtları gibi koşamayacak, dans edemeyecek, toleransı ve empati yeteneği olmayan bir toplumun önyargılarıyla devamlı savaşacak. Umarım bu süreç sonunda toplumun kendisi için ne düşündüğünü önemsemeyen, başkalarına kendini beğendirmek için uğraşacağına kendi potansiyelini geliştiren, takdir eden için eskisinden de cazip bir hanım olur.
Kübra’nın bu şansı var çünkü yaşam devam ediyor ve insan denen yaratık
her türlü şart ve zorluğa adapte olma yeteneğine sahip. Öte yandan Sabah
foto muhabiri, 37 yaşındaki Erkan Koyuncu’nun bu şansı yok artık.
Galatasaray Florya tesislerinin otomatik demir kapısına kafası sıkışarak can vermiş. Yani, ne bileyim, Suriye’de savaşanlar düşmanları için bu denli dramatik bir sonu zor tasarlar.
Tabii ki bu, aynı otobüs olayı gibi, tırnak içinde yazıyorum, bir “kaza”. Gazete “Akıl almaz bir ihmal” diyor.
Ben Galatasaray’ın üç yıldızlı formasını spor yaparken gururla kullanıyorum. Galatasaray Lisesi mezunu olarak GS’li olmaktan gurur
ve onur duyuyorum. Bakalım
kulübüm sorumluluğunu kabul edip gerekli düzenlemeleri yapacak mı? Tatmin olana kadar ben o formayı giyersem siyah bir bant takarım.
Allah rahmet eylesin, Erkan Koyuncu’nun ailesine Allah sabır versin.
35 yılda 1 milyon mandanın yüzde 90’ı yok oldu
Boş yere ölenler tabii sadece insanlar değil. Doğa da ölüyor, katlediliyor, o arada farklı canlıların da soyu tükeniyor.
Otobüs kazasından sonra çekim için gittiğim Göktürk’e yakın Yukarı Ağaçlı köyünde tam bir manda ve doğa kıyımına tanık oluyorum. Son kalan doğal göllerden birinde mandalar otlarken beride hafriyat kamyonları yeni havaalanı için gölleri dolduruyor.
Ülkemizde 1980’de 1 milyon olan manda sayısı günümüzde 100 bin. Aynı dönemde Avrupa’da manda sayısı yüzde 60 artmış. İstanbul’da manda birliğine kayıtlı 10 bin 340 manda kalmış.
İstanbul civarındaki köyler havaalanı, köprü falan derken yok olup şehrin gettolarına dönüşürken ya Prens Adaları’nda ne oluyor? Her türlü zorlukla karşılaşsalar da, başlarına çorap örülmek istense de kör topal eski şahsiyetlerini birazcık da olsa koruyorlar.
Burgazada’da yük iskelesi adanın en işlek yerinde ve bitip tükenmez motorlar en kötü kalite mazotlarıyla adayı nefes alınmaz hale getirmeye çalışıyor. Öte yandan ada hâlâ bol ağaçlı, oksijenli. Kentte olmayan denge burada sağlanıyor.
Nüfus dengesi değişti ama. Adalı Nilüfer Uzunoğlu’nun “Antigone” adlı belgeselini izliyorum. İlginç ve öğretici bir belgesel ama bunu kitlelere yayacak kanal bulamıyor. Kim ilgilenir ki eskiden ada ahalisinin çoğunluğunu oluşturan Rum vatandaşların dramı ve yarı zorunlu olarak Yunanistan’a göç hikayeleriyle!
Belgeselden anladığıma göre yaşamayı bilen, kültürlü, gönülleri zengin ve paylaşmayı seven bu kitle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmış. Yunanistan’a da uyum sağlayamamış, kendilerini hep marjinal hissetmişler. Adayı hep özlemişler.
Sait Faik’ten Fazıl Say’a...
Aralarında biraz parası pulu olanları varmış ama çoğu fakir bu insanların.
Yaşlı Rum balıkçı Stelyanos Hrisopulos ve torunu Trifon gibi. Dünya çapında hikayeci ve Burgazlı Sait Faik Abasıyanık’ın muhayyilesinde yaşayan kahramanlar bunlar. Öksüz Trifon’un tartaklanmaya varan dışlanmasını ve saf çocukluk hayallerinin yıkılışı anlatılır bu öyküde.
Öyküyü besteleyip sahneye uygulayan Fazıl Say dünya prömiyerini Burgazada’da, 25 Haziran’da yaptı. Ben, eşim, kızım, dayım, yengem ve arkadaşlarımız konseri denizden, o gece için tuttuğumuz bir balıkçı teknesinin güvertesinden, içkilerimizi yudumlayarak izledik.
Tabii adada haz aldığım tek gece bu değil. Fincan Cafe, Kalpazankaya, Indos Cafe ve AdaKeyf lokantalarındaki güzel yemeklerden de bahsetmek istiyorum.
O da haftaya.