Mancini geldiği gün boynuna doladığı sarı kırmızı kaşkol ve hava durumuna göre giydiği Galatasaray montuyla ilk günden itibaren kulübü ve camiayı kabullendiğini, sahiplendiğini ve bütünleştiğini gösterdi.
Bu önemliydi; çünkü belki kimsenin dikkatini çekmedi ancak her maç ayrı bir giyim tarzı, kaban, montu ile sanki defileye çıkan Fatih Terim’e göre Mancini çok daha sportif duruyordu saha kenarında. Bunu söylerken asla fiziksel özelliklerini kıyaslamaya çalışmıyorum.
Dün maç sırasında taraftarın kendisi için “istifa” talebini duyan Mancini’nin montunu çıkarma görüntüsü bu bakış ve değerlendirme ölçüsü içinde çok önemli bir ayrıntıydı.
Mancini elbette bir profesyonel; para için bu mesleği yapıyor. Ancak her iş kolunun bir taraftan para ilişkisi varken diğer taraftan da duygusal anlamda bir değere sahip olmalıdır.
Takım kurgusu bu duyguların bir araya gelerek büyümesi ve sinerji yaratmasıyla oluşturulur.
Takım oyunlarında bu bütünlük çok önemlidir.
Sadece takım oyunu mu, toplumsal anlamda da karşılığı vardır.
Çok anlamlı bir söz bir bankanın reklam şarkısına konu olmuştu.
“Sonunda iyiler mutlaka kazanır” diyordu; güzel de bestelenmiş müziğin eşliğinde…
Fenerbahçe üç senelik haklı mücadelesini çok önemli bir yere taşımış durumda; bir taraftan kamuoyunun vicdanında haksızlığa uğradığını göstererek aklanır ve ondan esirgenen adaleti çok büyük bir kitlenin desteği ile tekrar tekrar talep ederken, sportif anlamda da rakiplerine büyük puan farkları atarak mutlu sona doğru emin adımlarla ilerliyor.
Fenerbahçe, adaletini de kendi eliyle yakan bir fenere dönüşüyor.
Bir ay öncesinde Caddeleri dolduran kalabalıklar, Pazar günü Ankara’da anlamlı bir buluşmayı gerçekleştirirken tek bir şeyle hareket ediyorlardı; haklı olduklarının sarsılmaz duygusuyla, inancıyla…
Öyle olduğu için de ta Gaziantep’te sadece kadınlara izin verilmiş gösteride dahi binlerce Fenerbahçeli kadın, çocuk tribünlerdeki yerini kimseden bir davet beklemeksizin rakip bayan taraftarların da arasına karışarak alıyordu.
Ne demiştik üç sene önce; eğer kadınları ikna edemezseniz savunduğunuz şeyin doğruluğunu asla ispat edemezsiniz!
Bir başka ifadeyle eğer kadınlar bir davaya gönülden inanıyorsa oradaki gerçek kadınla
Geçen hafta “Beşiktaş’ın zirveye ortak olacağını” yazarken hakemin de yardımlarıyla kaybedilmiş iki puan ancak görünen bir şey vardı; Beşiktaş takım halinde iyi ve derli toplu bir futbol oynuyordu.
Takım halinde vurgusu önemlidir çünkü Beşiktaş’ta Fernandes’in de kadro dışı kalmasıyla birlikte oyunu domine edecek, alıp tek başına götürecek bir yıldız oyuncusu bulunmuyor. Bunun hem avantaj hem de zaman zaman tıkanmaya neden olduğunu söyleyebiliriz.
Kazandıran oyuncu kuşkusuz fark yaratıyor.
Ancak total anlamda bütün bileşenleriyle etkili futbol oynayan bir takım izlemek için de Beşiktaş gibi takım kurgusuna ihtiyaç duyuyoruz.
Beşiktaş özellikle tekrar edilen Kasımpaşa maçından itibaren sürekli artan form grafiği ile mücadele ediyor.
Akhisar’la ilgili iki hafta önce Galatasaray maçı sonrasında konuştuklarımız kısmen bu karşılaşma için de geçerlidir.
Beşiktaş kanat ataklarını daha fazla kullansa, ceza sahasına çizgiye inerek toplar çıkarsa Hamza Hamzaoğlu’nun öğrencileri bir İstanbul deplasmanından da 6 gollü bir yenilgi ile ayrılırdı.
Veya,
Galatasaray’ın Chelsea’ye yenilmesiyle birlikte en kolay yol olan teknik adam üzerinden tartışmaya başladık.
Türkiye’nin spor paradigmasına ait gerçeği budur.
Öyle olduğu için bugün Türkiye’de bir Yılmaz Vural fenomeni vardır; onun açtığı yoldan ilerleyen de onlarca teknik adamımız bulunuyor.
Venglos, Hiddink, Löw, Toshack, Rijkaard, Halilhodzic, Doll, Zeman, Tigana, Schuster, Del Bosque ve şimdi de Mancini...
Bu saydığımız teknik adamların hepsinin bir tarzı, futbol felsefesi, anlayışı, oyun karakteri vardı. Ancak kendilerini ne anlamaya çalıştık ne de çalışmaları için uygun bir ortam, fırsat yaratabildik.
Hiç mi olumlu örnek yok?
Derwall, Piontek, Milne, Parreira ülkemizde sadece çalışmakla kalmamışlar peşlerinden de bir miras bırakarak görevlerini yapmışlardır.
Beşiktaş eğer Milne’e biraz sabır gösterebilmiş olsa, spor dünyamıza egemen olan popülizmin peşinden koşmasa muhtemelen İngiliz hocadan ve Beşiktaş'tan bugün çok farklı şekillerde söz ediyor olurduk. Ancak yine de çalıştığı süre boyunca Beşiktaşla yakaladığı başarı unutulmazdır.
Futbol disiplin talimatına göre;
“Stadyumlarda topluluk halinde söz veya hareketlerle ya da benzeri araçlar ile aşağılayıcı, tahrik veya taciz edici nitelikte tezahüratta bulunulması, devamlılık kıstası uygulanmaksızın yasaktır.”
Anılan yasağın ilk üç ihlali durumunda para, dördüncü ve altıncı ihlallerinde birer, yedi ve üzerinde de takıma ikişer maç seyircisiz oynama cezası verilmektedir.
Kötü söz nedir, nerede ve kimler tarafından ifade edilir bunun tartışalacağı yerin stadyumlardan önce başka platformlar olduğunu düşünenlerdenim.
Geçen sezon Eskişehirspor-Fenerbahçe karşılaşmasında Fenerbahçeli futbolcu Caner Erkin’in hakeme “lan” dediği için Fırat Aydınus tarafından ihraç edilmesi sahaların kenar yönetimi anlamında en sakin ve huzurlu kişilerinden Aykut Kocaman’ın bile tepkisini çekmişti.
Bir takım muhterem kişiler Aykut Kocaman’ın sahaya girişini ve gözleri yaşararak tepkisini dile getirmesini bile bu formel zeka ölçüsüyle ile değerledirip yorum yaptılar.
“lan” dedi diye bir oyuncu oyundan atılmalı mıdır tartışması bir yana bir gün sonra Eskişehirsporlu oyuncu Veysel Sarı’nın gelen itirafı haksızlığın boyutunu daha da büyüttü.
Fenerbahçe’yi bu sezon farklı kılan, liderlikte bu kadar uzak ara açılmasına neden olan şey ortaya koyduğu üst düzey mücadelesi, azmi, kararlılığı ve devamlılığı oldu.
Bu süreçte yaşanılan inişler rakiplerinin liderlik için umutlanmasına ortam hazırlamış olsa da birkaç haftalık düşüşün ardından takım alışıldık çizgiye yerleşince tekrar puan farkını açmaya başladı.
Kalan 9 haftalık periyot için 8 puanlık fark yeterli olmasa da belirleyici olan şey elbette sadece puan değil ortaya koyulan oyun, istikrar, futboldur.
Maçın 2-1 gibi bir sonuçla bitmesi kuşkusuz bu maçın futbol karşılığını bize göstermiyor.
Kaleyi bulan on şutun sekizinin Erciyesspor kalecisi Gökhan tarafından standart dışı kurtarışlarla çıkarılmış olması; Sow’un kendisinin bile moralini alt üst eden kaçırdığı goller, Emenike’nin bencillikleri, Alper’in gol vuruşunu yapacak yerde topu ıskalaması, daha büyük bir sonucun ortaya çıkmasını engellemekle kalmadı neredeyse Kayseri temsilcisinin puan ile sahadan ayrılmasına kadar varacak bir sonuç yarattı.
Futbol böyle bir şey; Emenike ve Sow’un kaçırdıklarıyla, Emenike’nin attığı golü yan yana getirdiğinizde anlaşılmazlığı daha da artıyor.
Belki de futbol
Beşiktaş çok iyi başladığı karşılaşmada belki de kazanabileceği maçtan bir puana razı olarak ayrıldı.
Çok iyi başladı; Veli’nin Olcay’a attığı güzel ara pası Olcay bekletmeksizin ve aynı incelikte Mustafa Pektemek’e aktarınca golü de buldu. Bu golle morallenen ve daha da iyi oynayan siyah beyazlılar başka goller de atabileceğinin sinyallerini verdi.
Ancak karşılaşmanın hakemi öyle bir penaltı yorumu yaptı ki bir anda Beşiktaşlı genç oyuncuların bütün oyun konsantrasyonu bozuldu.
Peşinden Atiba’nın refleksiyle gelen ikinci penaltı ile kelimenin tam anlamıyla dağıldılar.
Oyunun bu bölümlerinde kenarda sakin kalarak takımı toparlaması beklenen Bilic oyuncularından önce kontrolü yitirip panikleyince ortaya acemi bir takım görüntüsü çıktı. Bilic bu şekilde devam edemez.
İşte bu bölümde Rizespor’un net baskılı oyununu izledik ve görüntüye göre de Beşiktaş’ın maçı kazanması zora girmişti.
İkinci devre Atiba, Gökhan’ın güzel pası ile sağdan sıfır çizgisinden kale sahasına çıkardığı topla Mustafa Pektemek’e ikinci golün asistini yaparak penaltıdaki hatasını affettirse de bu galibiyeti getirecek bir şeye dönüşmedi.
Beşiktaş gençliğin verdiği tecrübesizlikle çok çabuk oyunda
Yekta’nın oyundan çıkıp, Umut’un girdiği an maçta 76. Dakika oynanıyordu. Drogba çıkarken de 89. Mancini belli ki bu 13 dakika boyunca karşılaşmayı kazanmayı düşünüyordu; ancak kalan 1+7 dakikada eşitliğe razı olmuştu sanki.
Galatasaray’ın Rize’de kaleyi bulan isabetli şut sayısı dörttü. Oysa İstanbul’da Akhisar kalesine 14 top göndermiş, bunun on tanesi çerçeveyi bulup altısı da içeri girmişti.
Kuşkusuz Galatasaray’ın karşılaştığı takımların oyun yapılarındaki farklar da belirleyici olmakla birlikte Mancini’nin taktiksel kurgusunda iç saha-dış saha farkı hissedilir derecede arttı.
Geçtiğimiz hafta Akhisar’ın sağ ve sol kanatları boş kalmış, bu bölgeye soldan sızan Telles ve Sneijder zaten sonucu belirleyen oyuncular olmuştu.
Oysa Tolunay Kafkas öncelikle kendi sağına önlem aldı burada bu iki oyuncunun etkinliğini azalttı.
Sol tarafta da tedbirleri hissediliyordu ancak zaten Galatasaray Sabri’nin oynadığı yerden gelecek hali de yok gibiydi.
İshak ve Erkan burada fazlasıyla rahatsız edici ve tehditkârdı.
Karabükspor Drogba ve Burak’ı da sürekli sırtı dönük oynamaya zorlayınca bu iki oyuncu sık sık orta alana gelip top alma ihtiyacı hissetti.