Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

Şevket Süreyya Aydemir’in hayatını konu alan “Suyu Arayan Adam” Cumhuriyet dönemine ait bir tanıklık sunuyor. Kitap hem yazar ve düşün insanı Aydemir’in yaşantısını hem de cumhuriyetimizin kuruluşunun ne zor şartlar altında gerçekleştiğini anlatıyor

Şevket Süreyya Aydemir, Tuna Boylar’ından gelen bir göçmen çocuğu olarak, 1897 yılında Edirne’de dünyaya gelir. Mahalle okulundan sonra Edirne Askerî Rüştiyesi’ne kayıt olur. Bu okulda üzerinde önemle durulan konu; devletin birliğidir. “Yemenliler, Hicazlılar, Dürziler yahut Rumlar, Bulgarlar, Arnavutlar diye bir şey yoktu. Bunların vazifeleri sadece vergi vermek ve itaat etmekti. Eğer bunlar vergi vermez, itaat etmezlerse yahut da kendilerine ayrı haklar düşünürlerse kanun adına isyan denirdi. Bu isyanların kan ve ateş içinde bastırılmaları lazımdı. Ordunun bir vazifesi de buydu. Asker rüştiyesi dershanelerinde, duvarlara asılan Osmanlı Devleti haritalarının önünde duyduğumuz duygular bunlardı. Ve bu haritalar önünde toplanan çocuklara, biraz kafaları işleyen subay hocalar, daima bu duyguları telkin ediyorlardı.” (s. 37) 

Haberin Devamı

Suyu arayan adam

Hâlbuki artık devir değişmiştir. 1789 Fransız İhtilali’nin yaydığı özgürlük fikirlerinin yanı sıra başta İngiltere ve Almanya olmak üzere yabancı ülkelerin yaygın propagandaları artık eski yöntemlerin geçerli olmadığını, esaslı reformlar yapılması gerektiğini göstermektedir. Her şeyin askerî bir anlayış ile devam etmesi mümkün değildir ve kısa süre içinde bu gerçek acı bir şekilde anlaşılacaktır. 

İkinci Meşrutiyet 

Şevket Süreyya rüştiyede okurken 23 Temmuz 1908 günü II. Meşrutiyet ilan edilir. “Meşrutiyet’in ilanı memlekette galiba daha ziyade biz çocukların anlayabileceğimiz bir şeydi. Bu ihtilali anlayışta halkın kavrayışı da galiba biz çocukların kavrayışından ileri geçmiyordu. Sokak gösterilerine herkes, yaşı ne olursa olsun bir çocuk heyecanıyla karışıyordu. Zaten ihtilalin getirdiği dört şey, dört kelimeden ibaretti. Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet! Bir de ‘Kanun-ı Esasî’ kelimesi vardı, ama halk ve hele çocuklar arasında, bunu pek anlayan ve tutan yoktu.” (s. 39). 

Haberin Devamı

Ders almamız gereken bir tespit 

Şevket Süreyya bir de “Şu kadarını söyleyeyim ki, nice ve nice yıllar sonra, bu hürriyet inkılabını memlekete getirenlerin en ileri gelenleriyle hem de artık her şey olup bittikten ve onlar da iktidardan devrilip memleketi terk ettikten sonra görüştüklerimi ileride anlattığım zaman göreceksiniz ki, onlar da o zaman dahi bu işlerden pek fazla bir şey anlamamışlardı” sözleriyle açıklama yapar.  

Ne kadar acı bir tespit değil mi? Koskoca bir imparatorluğun yönetimine talip olanlar; meşrutiyeti ilan etmenin getireceği sonuçları göremeyen, hatta neler olup bittiğinin farkında bile olmayan bir grup sözde yönetici. Sanırım uzun süren iktidarlar benzer sonuçlara neden olmakta. Bunun gibi iktidarların ardından bazı ülkelerde uzun, bazı ülkelerde ise kısa süreli bir kaos ortamı oluşuyor. Bunu yaşayan son büyük devlet Sovyetler Birliği’ydi. Rejimin son bulması ile büyük toprak kaybına uğradılar. Kısa süreli bir kaos döneminden sonrada Rusya olarak yeniden toparlanmaya çalışıyorlar. Ancak yine uzun soluklu bir iktidar süreci yaşanıyor, sonrasında ne olur? Meçhul! Bu tür uzun süreli yönetimler karşısında çeşitli düşüncedeki gruplar bir cephe oluşturup, iktidara talip olurlar, ancak başarılı olup iktidar oldukları zaman kendi içlerindeki gruplaşmalarla uğraşmaktan vakit bulup, iktidar olmanın gereklerini yerine getirmekte başarılı olmaları mümkün değildir.  

Haberin Devamı

Suyu arayan adam

Öğretmen okulu ve ordu 

Bu olaylar sırasında Edirne Öğretmen Okulu’nda okumakta olan Şevket Süreyya Aydemir, son ağabeyinin de Sarıkamış’ta şehit olduğu haberini alır. Her ne kadar onun yerini dolduracak yaşta olmadığının farkında olmasına rağmen asker olmak için teşebbüse geçer. 1915 yazı sonuna doğru nihayet muradına erişir ve subay adayı olarak orduya kabul edilir. 

İstanbul’da Göztepe’den Pendik’e kadar uzanan bölgedeki bazı ev ve konaklara yayılmış olan talimgâhta altı ay eğitim gördükten sonra Kafkas Cephesi’ne tayin edilir. Adına o günlerde “28’inci Tabur” denilen bir dönemin anlı şanlı “28’inci Alayı” 38 erden ibarettir. Şevket Süreyya, savaşın hafiflediği ve ateşkes yapıldığı dönemlerde askerî eğitim vermeye başlar. On sekiz yaşına yeni basmış, iki ağabeyi cephelerde şehit olmuş, genç bir adam! 

Suyu arayan adam

Dinimiz nedir? 

“Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz? 

Hep birden: 

Elhamdü-l-illâh Müslümanız, diye cevap vereceklerini sanıyordum. 

Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi ‘İmamı azam dinindeniz’ dedi. Kimisi ‘Hazreti Ali dinindeniz’ dedi. Kimisi de hiçbir din tayin edemedi.”(s. 86-87) 

Uzun süren bu ilginç diyalogu herkesin okuması gerekir. Çünkü “Peygamberimiz kimdir?” diye sorulunca; içlerinden biri “Enver Paşa’dır” bile diyebilmektedir. 

Hangi milletteniz? 

Biz hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı: 

Biz Türk değil miyiz? Deyince hemen: 

Estağfurullah!... diye karşılık verdiler. (s. 88) 

Terhis ve Kızıl Elma 

Sene 1916 ve ölmek üzere toplanan bir grup asker ne dinini ne de mensup olduğu milleti tanımaktadır. Şevket Süreyya, 1918 yılı sonuna doğru terhis edilir. Edirne’ye geri döndüğünde şehrin işgal edildiğini görür. Yarım kalan eğitimine devam ederek birkaç ay içinde mezun olur. Amacı tekrar Kafkasya’ya dönmektir. O sırada Azerbaycan hükûmeti, İstanbul hükûmetinden hocalar istemektedir. İstanbul’dan hareket ederek Batum’a gider ve oradan trenle Bakü’ye ulaşır. Gönüllü olarak Nuha (Şeki) şehrine öğretmen olarak gönderilir. 

Şevket Süreyya Aydemir’in ülküsü “Turan”dır. (s. 126) 

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan, 

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!..” 

Ziya Gökalp 

Eğitim verdiği okulda, din derslerini veren üç hoca dışındaki tüm öğretmenler Rus’tur. Nuha’daki ilk işlerinden biri Rus hocaları mektepten uzaklaştırmak olur. Kısa süre sonra 27 Nisan 1920, Azerbaycan Kızıl Ordu tarafından işgal edilir. Hemen her şehrinde büyük bir kıyım ve yok edişe başlanır. Artık Nuha’da kalması mümkün değildir. Nuha yaşayanları tarafından “Bakü’de toplanacak olan Şark Milletleri Kurultayı”na delege seçilir. 

“1 Eylül 1920 günü toplanan kurultay günlerinde, Bakü çok renkli bir görüntü içindedir. Araplar, Hintliler, İranlılar, Afganlılar, Moğollar, Özbekler, Kırgızlar, İran Kürtleri ve daha nice kavimlerden ve milletlerden insanlar.” (s. 160) 

Bu kurultaya Enver Paşa da katılır. Ama artık büyük bir imparatorluğun Harbiye Nazırı, Ordularının Başkumandan Vekili, ülkenin mutlak efendisi değildir. “Türkiye Komünist Fırkası” denilen bir teşkilatın ilk kongresi 10 Eylül 1920 günü yapılır. Tekrar Nuha’ya dönen Şevket Süreyya’yı korkutucu günler beklemektedir. Bu arada başından daha sonra üzüntüyle anlatacağı bir aşk hikâyesi geçer. Artık bir karar verme aşamasına gelmiştir; “Yolum artık, istediği yere varabilirdi. Ama ben, kuzeye çıkan yolu seçtim…” (s. 184) 

Kitabın bundan sonraki bölümlerini okumanızı isterim. “1917 kışında kazanlara ancak su ile dere kenarlarında karların altından toplanan yeşil ot ve bir avuç bulgur atılabiliyordu. Ordu, meşe palamudunun avuç içi kadar ekmeğe karıştırılması için usuller gösteren genelgeler yolluyordu, ama ortada orman olmadığı için, meşe palamudunu bulmak kabil değildi.” (s. 387) 

Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışır, Cumhuriyetimizin kuruluşu çok zor şartlar altında gerçekleşir. Ne yazık ki bu döneme ait anıları okumuyor, nakli hikâyeler ile gerçekleri çarpıtmayı hüner sanıyoruz. Hâlbuki gerçek hiçbir zaman yok olmaz, aksine gerçeği yok sayanların yok olması kaçınılmazdır! 

Şevket Süreyya Aydemir, (Yay. Haz. Zülâl Kalkandelen), Suyu Arayan Adam, İstanbul, 2023.