Ne yazık ki çoğu insan farkında bile değil ama bu dünyadan bir Halil Cibran geçtiğini anlayabilenler, onun yazdıklarının insanlığın yolunu aydınlattığını görmekteler… Cibran’ın mezar taşında “Ben de senin gibi diriyim, şimdi yanında duruyorum. Kapa gözlerini ve etrafa bak, beni önünde göreceksin” yazar
Sanırım, “Ermiş” adlı kitap, ilk olarak 1974 yılında Türkçeye çevrilmişti. O yıllarda alıp, heyecanla okumuştum. Acaba farklı bir şeyler mi söylüyordu, yoksa söylemeye mi çalışıyordu? Doğrusu, pek de anladığımı söylemem mümkün değil. “Tercüme mi beni yanıltıyor?” düşüncesiyle, daha sonra yayımlanan hemen her nüshasını alıp, tekrar tekrar okudum ve beni derinden etkiledi. Son aldığım nüsha, İngilizce 1923 baskısı olan “The Prophet / Peygamber” idi ve Cem Soydemir tarafından dilimize “Ermiş” adıyla çevrilen kitaptı. Doğu Batı Yayınları tarafından basılan bu kitabın diğerlerinden farklılığı ise, Amin Maalouf’un önsözünün bulunmasıydı.
Lübnan dağları
Halil Cibran (Cübrân), Mârûnî Katolik bir ailenin çocuğu olarak 6 Ocak (6 Aralık da olabilir) 1883 yılında Lübnan’ın Bişerrî kasabasında dünyaya gelir. 1895 yılında annesi ve üç kardeşiyle birlikte ABD’ye göç ederek Boston’a yerleşirler. Burada İngilizce öğrenir. Lise öğrenimini yarım bırakarak Arapça öğrenmek için 1897 yılında Beyrut’a döner. On dört yaşındayken kız kardeşinin ölümü üzerine Boston’a döner. 1903 yılında bu kez erkek kardeşi Peter ile annesi de vefat eder. 1905 yılında Arapça ilk eserini yayımlar. Bu arada yoğun bir şekilde resim çalışmaktadır. 1908 Temmuz ayında Paris’e giderek Acedémie Julian’a kayıt olur. Burada kaldığı üç yıl boyunca çalışmalarına devam eder ve çeşitli sergiler açar. 1911 yılında Boston’a, kız kardeşi Mariana’nın yanına gider. New York’ta açtığı sergilerle Amerika’da ünü artar. 1923 yılında bütün dünyada tanınmasını sağlayan “The Prophet / Peygamber” adlı kitabını yayımlar. Hayatına hem resim yaparak hem de yazı yazarak devam eden Cibran, 10 Nisan 1931 tarihinde vefat eder.
Cenazesi Beyrut’a götürülerek Bişerrî’deki Mar Sarkis Manastırı’nın bahçesine defnedilir. Mezar taşında şu sözler yazmaktadır:
“Ben de senin gibi diriyim, şimdi yanında duruyorum. Kapa gözlerini ve etrafa bak, beni önünde göreceksin.”
Onun henüz çocukken başladığı göç yolculuğu, hayatının en büyük sancılarına da ev sahipliği yapar. Lübnan’ın o dar ve korunaklı dünyasından çıkıp dünyanın başka köşelerinde kimliğini aramış, benliğini bulmaya çalışmıştır. Beyrut’tan Boston’a, oradan Paris’e kadar uzanan yolculuğunda bir taraftan insanlık hâllerini gözlemlemiş, diğer taraftan da resim ve yazıyla kendini ifade etmek istemiştir. Halil Cibran, yaşamı boyunca birçok kayıp yaşar; ailesini, sevdiklerini… Ama hepsinin üstesinden hem bedenen hem de ruhsal olarak, sanatını ve sözünü güçlendirerek yaşamaya çalışır. Bunca çaba sonucu her ne kadar küskün ölse de varlığı devam ediyor.
“Sukut suikastı”
Halil Cibran’la her ne kadar altmış beş yıl sonra olsa da aynı coğrafyada doğmuş olan Amin Maalouf, “Ermiş yazarından alelâde biriymiş gibi söz edebilir misiniz?” diye soruyor. “Onun şairane sesini, insanı özgürleştiren bilgeliğini ya da isyankâr gücünü coşkuyla andığınız zaman, doğduğunuz yeri yücelttiğiniz zannedilebilir.”
Amin Maalouf, on iki yaşındayken babasının kütüphanesinde “Ermiş”le karşılaşır. Ancak kitabı eline alıp okumaya başlayınca sıkılır ve daha ilk sayfalardayken okumayı bırakır. Daha sonra ansiklopedilerde Halil Cibran’ı arar. Ne Britannica ne de Büyük Larousse’da ona yer verilmemiştir. Şüpheye düşer ve kitabın Amerika’da yayımlanıp yayımlanmadığını araştırır. Ermiş’in olağanüstü bir yayıncılık başarısı olduğunu ve 1923 yılı ilk baskısından itibaren bu başarıyı hâlâ koruduğunu öğrenir. Kitap Amerika’yı fethettikten sonra Fransa ve diğer ülkelerde de beğeniyle karşılanmıştır. Gördüğü ilginin her geçen gün arttığını ve artmaya devam edeceğini tespit eder; “Altmış yıldan beri toplumun nazarında tutuculuğa varan büyük bir rağbet görse de Ermiş’in yazarı ‘edebiyat camiası’ denilen kesime kendini kabullendirmekte daima zorlanmıştır.” Şimdilerde bu kitabın yayımlanmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçmiş durumda ve hâlâ değerlendirmeler devam etmektedir. Böylesi bir görmezden gelme, bizim insanımız için de geçerlidir. Ahmet Hamdi Tanpınar bir yazısında “Sukut suikastı”na uğradığını belirtir.
Haset ve kıskançlık
Yazdıklarınızı veya yaptıklarınızı görmezden gelen, başkaları tarafından da görmezden gelinmesi için çaba harcayan insanların bilerek veya bilmeyerek çevrelerine ne kadar zarar verdiklerini hep birlikte görmekteyiz. Amin Maalouf’un yaptığı araştırmaya benzer bir araştırmayı ben de yaptım. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “Cibrân Halil Cibrân” adını taşıyan dört sayfalık makalesi ilk karşıma çıkan oldu. Her ne kadar şimdilerde toprak olsa da gerek Halil Cibran gerekse ülkem adına sevindim. Doğduğu dönem bizim vatandaşımız olan ve yazdıklarıyla dünya kültürüne büyük katkılarda bulunan bir kişiye gereken değer nihayet verilmişti.
Amin Maalouf, “Edebiyat tarihinde böylesi ün kazanmış ve sayısız okur için küçük bir kutsal kitaba dönüşmüş olduğu hâlde kıyıda köşede kalmaya devam eder, sanki Cibran gizli saklı, utanılacak ve lânetlenmiş bir yazarmış gibi ceket ceplerinde, evet milyonlarca ceket cebinde, ama nihayetinde ceket ceplerinde taşınan başka bir kitap bilmiyorum” sözleriyle, Cibran’ın görmezden gelinmesine hayret ettiğini belirtmektedir.
Sanırım haset ve kıskançlık yalnızca bizim ülkemizde değil, tüm dünyada insanların aynı duygularla hareket etmesine yol açıyor. Eğer biri sizden daha iyi bir şeyler yapıyorsa, onun bir an evvel yok edilmesi gerekir. Çünkü çıtayı yükseltiyor, çoğu kişi yükselttiği çıtanın farkında olmasa da haset ve kıskançlık farkına varıyor ve onu yok etmeye çalışıyor. Çoğunlukla kısa süre içinde başarılı da oluyor. Ama her zaman, biraz geç de olsa akıl öne çıkıp, hayattayken büyük hayal kırıklıkları yaşayan insanları, layık oldukları onura kavuşturuyor.
Snıflandırılamayan eser
Halil Cibran, daha genç yaşlardan itibaren hoşgörüsüzlük ve gericilikten mağdur olur. Lübnan dağlarından göçtüğü Boston ve daha sonra New York, onu büyük bir karmaşaya sürükler.
“Şehrin kapısında ve ocak başında yerlere kapanıp, kendi özgürlüğünüze taptığınızı gördüm. Tıpkı kendilerine zulmeden bir tiranın karşısında biat edip, onu öven köleler gibi.”
“Binbir dinin bayrağını sallayıp da imanı bilmeyen halka yazıklar olsun.” (s. 13)
“Ermiş”, sınıflandırılamayan bir eser, Halil Cibran da sınıflandırılamayan bir yazardır. Halil Cibran, bütün kitaplarını Arapça yazarken, “Ermiş”i İngilizce yazar. Ne tümüyle Arap ne de Amerikalıdır. İki arada bir dere de kalmış ve yaşamı boyunca Lübnan’ın dinginliği ile Amerika’nın karmaşası arasında gidip gelmiştir. Yaşadığı sürenin bir bölümünü resim sanatına ayırmış hem kendi başına yaptığı çalışmalar hem de Paris’te aldığı derslerle yaptığı resimlerle kendini ifade etmeye çalışmıştır. Ancak, yaptığı resimlerin dar bir çevre içinde kaldığını düşünmüş olmalı ki, düşüncelerini daha geniş kitlelere ulaştırmak için yazıyı seçmiştir.
“Gerçekten de rahat arzusu, ruhun tutkusunu katleder ve sonra, cenazesine sırıtarak gider…
Ama huzurluyken bile huzursuz olan siz, kâinatın çocukları, sizi ne kapana kıstırmak mümkün ne de evcilleştirmek…
Kapılardan geçebilmek için kanatlarınızı kapatmayın, tavana çarpmamak için başınızı eğmeyin, duvarlar çatlayıp yıkılmasın diye nefes almaktan korkmayın sakın….
Artık kötü bakan kalmadığında, iffet zihnin bir prangası ve çarpık bir düşünce olmaktan başka nedir ki?
Şunu da unutmayın, toprak ayağınızın çıplaklığını hissetmek ister, rüzgâr saçınızla oynamayı özler…
Ama birlikteliğinizde mesafeler olmasına izin verin…
Birbirinizin kabını doldurun, ama tek kaptan içmeyin…
Birlikte şarkı söyleyip, birlikte dans edin, birlikte eğlenip birlikte neşelenin.
Ama birbirinizin yalnız kalmasına izini verin,
Bir udun telleri bile aynı ezgiyi çalarken yalnız titreşir.”
Ne yazık ki çoğu insan farkında bile değil ama bu dünyadan bir Halil Cibran geçtiğini anlayabilenler, onun yazdıklarının insanlığın yolunu aydınlattığını görmekteler…
Halil Cibran, (Çev. Cem Soydemir), Ermiş, Ankara, 2020.