İnsanlığın varoluşundan beri her düşünürün amacı insanın özgürleşmesi, korkularından kurtulması değil midir? Peki bunca çabaya rağmen bunun için gerçekten çözüm üreten bir yol bulunabilmiş midir? Her tür davet kısa süre sonra insanın özgürleşmesinin önünde aşılması imkânsız bir set oluşturup, onun bazı düşünce kalıpları içinde hapis olmasına yol açmıştır
“İnsanları korkutarak özgürlüklerini ellerinden alıyorlar.”
Jiddu Krishnamurti
Jiddu Krishnamurti, fakir bir Brahmanın sekizinci çocuğu olarak 17 Mayıs 1895 günü Hindistan’ın Andhra Pradesh eyaletinin Madanapelle şehrinde dünyaya gelir. O sıralarda Teosofik bir topluluk olan Adyar Madras’da merkez kurma çalışmaları yapmakta ve evrensel boyutlu yeni bir dinsel hocanın reenkarnasyonunun Hindistan’da olacağı düşünülmektedir. Topluluğun başkanı Annie Besant alışılmamış özverisiyle dikkatleri çeken 14 yaşındaki Jiddu Krishnamurti’ye sahip çıkarak onun eğitimini üstlenir. Kısa süre içinde Krishnamurti’nin şahsında evrensel olarak hoca görülmeye başlanır. 1911 yılında dünya çapında örgütlenen “The order of the Star in East / Doğu Yıldızı Tarikatı”nın şeklen başkanı olur.
Dünya öğretmeni
Doğu Yıldızı Tarikatı tarafından evlat edinilen Krishnamurti, “Dünya öğretmeni” olmak üzere eğitim görür. Madras’taki tarikat merkezinde başlayan eğitimine, İngiltere’de devam eder. Eğitimini tamamladıktan sonra Avrupa’nın yüksek sosyetesinde gösterişli bir hayat yaşar. Ancak kısa süre sonra ergenlik isyanı ve duygusal istikrarsızlık belirtileri gösterir. Kendisine dayatılan mensubiyetten rahatsız olur, etrafını saran tanıtım çabalarından sıkılır ve ara sıra kendisi için düşünülen gelecek hakkındaki şüphelerinden söz etmeye başlar. 1911 yılından itibaren ilk yazılarını yazmaya başlar. Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın dört bir yanında dizi konferans, toplantı yapar ve tartışmalara katılır.
Krishnamurti, 1922 yılında kardeşi Nitya ile birlikte Kaliforniya’ya yerleşir. Kısa süre sonra hayranları bir vakıf kurarlar ve kardeşiyle birikte yaşamak için Ojai’de büyükçe bir çiftlik satın alır. 17 Şubat 1986 tarihindeki ölümüne kadar yaşamına Ojai’de devam eder.
Kardeşi Nitya, 13 Kasım 1925 günü Ojai’de grip ve tüberküloz komplikasyonları sonucu hayatını kaybeder. Bu kayıp Krishnamurti’nin Teosofi’ye ve Teosofi Cemiyeti’ne bakış açısını değiştirir. Birkaç yıl boyunca yeni bir vizyon ve bilinç geliştirmeye çalıştıktan sonra, konuşmalarında ve tartışmalarında yeni kavramlar ortaya çıkmaya başlar.
Yıldız kampı
3 Ağustos 1929 günü Hollanda’nın Ommen kentinde düzenlenen yıllık “Yıldız kampı” sırasında, Teosofi Cemiyeti önderleri tarafından kurulan “Yıldız düzeni”ni feshettiğini bildirir.
“Ben gerçeğin belirli yolu olmayan bir ülke olduğunu ve ona hiçbir yoldan, hiçbir dinden, hiçbir mezhepten yaklaşamayacağınızı savunuyorum. Benim bakış açım bu ve kesinlikle ve koşulsuz olarak ona bağlıyım. Sınırsız, koşulsuz hiçbir yoldan yaklaşılamaz olan gerçek örgütlenemez; insanları belirli bir yolda yönlendirmek ve zorlamak için hiçbir örgüt oluşturulmamalıdır. Bu muhteşem bir iş değil, çünkü takipçiler istemiyorum ve bunu kastediyorum. Birini takip ettiğiniz anda gerçeği takip etmeyi bırakırsınız. Söylediklerime dikkat edip etmemenizle ilgilenmiyorum. Dünyada belirli bir şey yapmak istiyorum ve bunu sarsılmaz bir inançla yapacağım. Yalnızca tek bir temel şeyle ilgileniyorum: İnsanı özgürleştirmek. Onu kafeslerden, tüm korkularından kurtarmak istiyorum, dinler, yeni mezhepler kurmak veya yeni teoriler ve yeni felsefeler kurmak istemiyorum.” Büyük beklentiler, uzun bir eğitim süreci sonrası Krishnamurti’nin geldiği nokta budur. Kendisinden söylemesi istenenleri değil, farklı şeyler söylemeyi tercih etmektedir.
Her şeyin fazlası kötüdür!
İnsanlığın varoluşundan beri her düşünürün amacı insanın özgürleşmesi, korkularından kurtulması değil midir? Peki bunca çabaya rağmen bunun için gerçekten çözüm üreten bir yol bulunabilmiş midir? Her tür davet kısa süre sonra insanın özgürleşmesinin önünde aşılması imkânsız bir set oluşturup, onun bazı düşünce kalıpları içinde hapis olmasına yol açmıştır. “Özgür insan” söylemiyle yola çıkan her oluşum sonucunda özgürlüğe mâni olan bir kurum hâline gelir. “Her şeyin fazlası kötüdür!” diye bir söz vardır. Her tür mensubiyetin aşırısı insanın düşünme ve özgür kalma isteğinin önünde bir engeldir.
Krishnamurti’nin dilimize çevrilmiş kitabını tekrar okudum, geçmişte bazı satırların altını çizmişim, sizlerle paylaşmak istedim. Krishnamurti’nin Kasım 1981-Kasım 1983 tarihleri arasında yazdığı 18 kısa mektuptan oluşan bu kitabı okumanın özellikle eğiticiler, gençler ve ebeveynler için faydalı olacağını düşünmekteyim.
Birinci mektup
15 Kasım 1981 tarihli birinci mektupta; “Kimsenin kimseye en ufak bir saygısı yok. Kişisel haysiyetin ve dürüstlüğün her şekli kaybolmuş görünüyor… Nefret edilen ve büyük oranda aşağılanan ‘disiplin’ ve ‘kural’ sözcüklerini birlikte anlamalıyız… Öğrenmek için yalnızca kulağı ile işitmek yetmez, içten kavramalı söyleneni. Öğrenmek için gözlemde bulunmak gerek… Disiplin öğrenmek demek, uymak değil… Eğitim sadece bilimsel alanlar hakkında bir şeyler öğrenmek demek değil, kendi kendini eğitmektir.” (s. 16-18)
Değişen bir şey var mı?
Krishnamurti daha 1981 yılında günümüzde yaşadığımız problemlere dikkat çekmekte. Bugün içinde yaşadığımız sıkıntıların çok büyük bir bölümünü bu öğretiler oluşturmaktadır. Önemli olan eğitimdir, zaman zaman söylediğim gibi öğretim değil. Bırakın bir insanı, herhangi bir canlıya bir şeyler öğretirsiniz, ama onu eğitemezsiniz. Öğretileni tekrar eder, ancak öğretilen bilgiyi geliştirip, kuşaklar boyunca devam ettiremez. İnsan tüm canlılara nazaran öğretimin yanı sıra eğitilen bir canlıdır. Bin yılların birikimi onun eğitilen bir canlı olması sayesinde elde edilmiştir. Tüm bu gerçeği görmezden gelip eğitim yerine öğretimde ısrar edilmesinin eğitimcinin yeterli kalite de olmaması, uzun bir dönem elde ettiği bilgilerin öğretilen bilgi olduğu gerçeğidir. Yeterli eğitim ve bu eğitim sonucu elde edilen gözlem, araştırma, bilgiyi değerlendirme becerisi öğreticinin kalitesini belirler. Bu arada belirtmek isterim ki, öğreticinin bu kaliteye ulaşması, ancak toplumun talebiyle oluşur. Eğer toplum öğretimi, eğitime tercih ediyorsa, gerçek eğitici niteliklerine sahip insanların toplum dışına itilmeleri kaçınılmazdır.
Önce kişisel istikrar
Bazı insanların iç dünyaları karmaşa içindeyken, onların eğitim vermeye çalışmaları söz konusu olamaz. Yine de bu tür insanlar eğitim vermeye çalışıyorlarsa ikiyüzlü bir davranış içine girerler. Bu davranış ikiyüzlü eğiticinin kısa süre içinde öğrenciler tarafından fark edilmesine yol açar ve öğrenci üzerinde kurması gereken otoritenin yok olmasına sebep olur. Son zamanlarda giderek artan bir hızla yüzme bilmeyen yüzme hocaları, araç kullanmasını bilmeyen direksiyon hocalarıyla karşılaşmaktayım. Geçen günlerde İstanbul’daki ve kuruluşu yüz yılı aşkın bir üniversitenin hocaları ile toplantıda bulundum. Fakülte içinde önemli görevde bulunan hocalardan biri “Biz uygulama bilmiyoruz!” dedi. Hayretler içinde kaldım, uygulamadan habersiz bir mühendis ve bunu söylemeyi hüner saymakta. Bu öğretmenin öğrencilerine ne öğrettiğini merak ettim, bir insan üstelik eğitici geçinen bir insan nasıl olur da uygulamadan habersiz olabilir? Hiç mi merak etmez, teorik düzeyde bilgi sahibi olduğu konu uygulamada nasıl bir sonuç vermektedir? Bildiğini sandığı teorik bilgi gerçekten bazı problemleri çözmeye yardımcı mı olmakta, yoksa problemler büyüyerek devam mı etmektedir? Gerçekte bildiğini sandığı konular zaman içinde evrim geçirmiş ve bildiğini sandığı bilgiler çoktan eskimiş ve yeni bilgilerle genişlemiş midir?
Bizdeki durum
Son zamanlarda uygulama aşamasına gelmiş çoğu mimari projenin gerçek bir çözüm içermediğini, çoğu iş gibi “Ben yaptım oldu!” felsefesi ile yapıldığını görmekteyim. Hepsi de çeşitli onay makamlarından onaylanmış bu projelerin uygulama maliyetlerinin yüksekliği beni hayrete düşürüyor. Restorasyonunu gerçekleştirdiğim bir yapının benzerinin, beş yıllık bir gecikme sonucu ortaya çıkan maliyeti on kat daha fazla. Buna beş yıllık kullanım kaybını da eklerseniz yapı maliyetinin boyutunun büyüklüğü şaşkınlık verici.
Krishnamurti öğretimin amacının eğitim olduğunu, öğrenim sonucu kazanılamayan eğitimin gerçek bir öğrenim olmadığını kanıtlıyor. Gerek eğitim alanında görev alanların gerekse çocuklarının iyi bir eğitim görmesi için çabalayan ebeveynlerin bu kitabı okuması gerekir.
Jiddu Krishnamurti, (Çev. Buket Dilden), Eğitim Üzerine Mektuplar, İstanbul, 1994.