Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

Üsküdar için birkaç dilde yazılmış açıklamalar içeren turistik gezi rehberi oluşturulmalı, gezilecek alanlar günümüz beklentilerine cevap verecek şekilde düzenlenmelidir. Kaliteli ve özgün hediyelik eşya üretimi için acilen çalışılmalıdır. Üsküdar için uluslararası beğeni toplayacak bir müzenin yapımı da düşünülmeli ve bunun için harekete geçilmelidir.

“Altın Şehir” Üsküdar

Günümüz Üsküdar Vadisi’nin bulunduğu alan antik çağda “Khyrsopolis” adı ile bilinmektedir. Khyrsopolis “Altın Şehir” anlamına gelir. Bir anlatıya göre; Persler Anadolu ve Yunan Yarımadası’nda kazandıkları savaşlardan elde ettikleri ganimetlerle, burada çok güzel bir şehir kurar ve şehre “Altın Şehir” adını verirler. Çevredeki halklardan aldığı vergilerle zenginleşen şehir bu isimle ün salar. Bir diğer anlatıya göre de Üsküdar’a “Khyrsopolis” denmesinin nedeni; güneş batarken Sarayburnu tarafından, Üsküdar’ın altın renginde görünüyor olmasıymış. Khyrsopolis aynı zamanda MÖ VII. yüzyılın başlarında kurulduğu bilinen Khalkedon’un iskelesi görevini de görmektedir. Her tür rüzgâra ve akıntıya kapalı olan geniş koyu hem gemilerin yanaşmasına hem de tersane olarak kullanıma elverişlidir. 

Haberin Devamı

“Altın Şehir” Üsküdar

Dionysios Byzantios 

Ksenophon’un “Anabasis” adlı kitabında MÖ 400 yılında ise kara yoluyla Yunanistan’a dönmekte olan On Binler’in; “… altı günde Khalkedon’un Khrysopolis şehrine ulaştılar ve ganimetlerini satmak üzere burada yedi gün kaldılar” sözleri bizlere o dönemde “Khrysopolis” isminin kullanıldığını göstermektedir. Kısa süren Pers İstilası sırasında bu yerleşmenin hangi isim ile anıldığı ise meçhuldür. Dionysios Byzantios, MS II. yüzyıl ortalarında kaleme aldığı “Boğaziçi’nde Bir Gezinti” isimli kitabında Üsküdar’ı; “Denizin üstünde, kıyıya doğru uzanan yüksek bir ova vardır. Burası Khrysopolis olarak adlandırılmaktadır. Kimileri Pers hâkimiyeti sırasında Perslerin şehir devletlerinden topladıkları altınları burada sakladıklarından, çoğu kimse de Khryseis ve Agamemnon’un oğlu Khrysos’un mezarının burada olduğundan Khrysopolis adını aldığını söyler… Bölge, belki de elverişli limanı nedeniyle altınla harika şeyler satın alan kimseler tarafından bu ismi almıştır” sözleriyle anlatır. 

Haberin Devamı

Haçlılar 

Geoffroi de Villehardouin-Henri de Valenciennes, “Konsatantinopolis’te Haçlılar” adlı kitabındaki 24 Haziran 1203 tarihli notunda Haçlı Donanması, Khalkedon denilen yerde İmparator Aleksios’un sarayı önüne demir atar diyerek; “Burası Konstantinopolis’in tam karşısında, boğazın Türkiye yakasındaydı. Bu saray şimdiye dek görülmüş en güzel ve en hoş saraylardan biriydi; içinde insanların seveceği ve bir prens evinde bulunması gereken her tür keyif vardı… Böylece ertesi günde sarayda kaldılar ve üçüncü gün Tanrı onlara iyi bir rüzgâr verdi ve tayfalar demir alıp yelken açtı. Böylelikle boğazdan yukarı çıkıp Konstantinopolis’in bir fersah ilerisine kadar gittiler. İmparator Aleksios’a ait olan ve Scutari denen saraya vardılar. Naveler, nakliye gemileri ve bütün kadırgalar orada demirledi. Khalkedon Sarayı’nda kalan tüm şövalye takımı sahil boyunca karadan gitti” demektedir. 

Haberin Devamı

“Escutaire” ismi ilk olarak IV. Haçlı Seferi dolayısıyla yazılan bir kitapta karşımıza çıkmaktadır. “Escutaire” ismi Fransızca “Haliç” anlamına gelmektedir. O dönemde küçük bir Haliç hâlinde olan “Üsküdar Koyu” bu isme neden teşkil eder. Daha öncede belirtmeye çalıştığım gibi erken dönemlerde bölgenin adı “Khyrsopolis”tir. Daha sonra bir dönem “Damalis” adı kullanılsa da hiçbir zaman “Scutari” ismine rastlanmaz. Haçlılar tarafından verilen “Escutaire” isminin yerel halk tarafından “Scutari” olarak kullanıldığını kabul etmek gerekir. Bazı isimlerin geçmişini aramak için çok fazla detaya girmeye gerek yoktur. Geniş halk kitleleri genelde “Eskidâr” gibi basit çözümlere baş vurur. 

“Altın Şehir” Üsküdar

Fetih sonrası 

Fetih sonrası İstanbul ve Bilâd-ı Selâse kadılıkları denilen dört hukuki bölgeye bölünür ve bunlardan biri de Üsküdar’dır. Osmanlı İmparatorluğu idaresi o güne kadar Anadolu Yakası’nın en büyük yerleşmesi olan Kadıköy yerine Üsküdar’ı tercih eder. Fatih Sultan Mehmed’in fetih sonrası eski adıyla “Damalis” yeni adıyla “Salacak” denilen bölgede bir mescit yaptırdığı bilinmektedir. Üsküdar’da inşa edilen ilk anıtsal yapı Doğancılar Tepesi’nin kuzeybatı ucundaki 1471-1472 tarihli Rum Mehmed Paşa Camii’dir. Zaviyeli tip dediğimiz bu yapı, İstanbul’un erken dönem yapılarına örnek teşkil edecek plan ve görünüşe sahiptir. Rum Mehmed Paşa Camii’nin inşasından seksen beş yıla yakın bir zaman sonra 1556-1557 yıllarında Sultantepe Yamacı’nda Mihrimah Sultan Külliyesi inşa edilir. Evliya Çelebi seyahatnamesinde; “Üsküdar yanlış söyleniştir, aslı ‘Eskidâr’dır. Üsküdar Bahçesi yerinde Harun Reşid’in çadırı yerinde Seydî Battal Gazi’nin yedi sene oturup bağlar ve evler yaptığı binalardır. Bunun için Eskidâr derler. Üsküdar galattır” demektedir.  

Evliya Çelebi; “Bu Üsküdar toprağı mukaddes toprak olup Anadolu, Arap, Acem, Hind ve Sind diyarlarının geçiş yeri olduğundan gayet işlek büyük şehirdir. İstanbul’dan altı mildir. Fakat Karadeniz akıntısı şiddetli olduğundan kayıklar Beşiktaş adlı mahale varıp oradan Üsküdar’a salarlar, öyle dokuz mildir… Ancak Üsküdar’a geçmek gayet zordur. Özellikle lodos havada gayet sakınmak lazımdır. Hâlâ bu Üsküdar şehrinde 70 Müslüman mahallesi, 11 Rum ve Ermeni mahallesi, bir Yahudi mahallesi vardır. Fakat Frenk keferesi yoktur, çevresinde kalesi de yoktur” diye yazmaktadır. 

Hemen hemen aynı tarihlerde Eremya Çelebi “İstanbul Tarihi” adlı eserinde; “Üsküdar sahilinde ağaçlar içinde büyük cami ile hanlar Sultan Süleyman tarafından kızı Mihrimah Sultan için yaptırılmıştır. Üç tarafında at pazarı, çarşı-pazar, fırın ve hamamı bulunan bu yer bir şehristandır. Buradaki bahçe ve bostanlarda gül gibi iri sayısız günâgün karanfiller satılmak için saksılarla şehre getirilir” demektedir. Sarkis Sarraf Hovhannesyan 1803-1805 tarihleri arasında yazdığı “Payitaht İstanbul’un Tarihçesi” isimli kitabında; “Üsküdar’da, sahilden hayli uzakta, tepeye doğru, birer kilise ile birlikte iki Ermeni mahallesi bulunur. Bunlardan biri, Selamsız adını taşıyan mahalle olup, diğeri Yeni Mahalle’dir… Sahilde, Balaban İskelesi yakınında, Sultan III. Ahmed’in annesi Gülnuş Sultan 1708-1715 tarihleri arasında Valide Sultan adlı bir cami yaptırmıştır” sözleriyle anlatır. 

Bu dönemde caminin hemen doğusuna, bugün meydan olan alana kapalı çarşının küçük bir benzeri “Bat Pazarı” yapılır. Mihrimah Sultan Camii’nin iki kervansarayı ile bu yapı Üsküdar’ın kaybetmiş olduğu önemli anıtsal yapılarıdır. 

Yabancı gezginler 

Üsküdar, XIX. yüzyılda İstanbul’a gelen yabancı gezginlerin dikkatini çeker. Çarşısı özellikle de Menzilhane Yokuşu üzerinde bulunan Rufai Tekkesi büyük ilgi çekmekte ve çokça ziyaret edilmektedir. Gérard de Nerval, Gustave Flaubert, Anna Groser-Rilke, Vicente Blasco İbáñez gibi dönemin ünlü yazarları bu tekkeyi ziyaret edip, ayin sırasındaki ritüelleri anlatırlar. İtalyan ressam Fausto Zonaro burada yapılmakta olan ayinleri yağlı boya tablolarıyla günümüze taşır. Ne yazık ki günümüzde Üsküdar’da bu gibi ilgi çekici herhangi bir mekân bulunmamaktadır. 

Karanfil çiçeği 

Üsküdar için birkaç dilde yazılmış açıklamalar içeren turistik gezi rehberi oluşturulmalı, gezilecek alanlar günümüz beklentilerine cevap verecek şekilde düzenlenmelidir. Kaliteli ve özgün hediyelik eşya üretimi için acilen çalışılmalıdır. XVII. yüzyıl yazarlarının da belirttiği gibi “Karanfil çiçeği”nin Üsküdar’ın simgesi olarak seçilmesi ve karanfil üretiminin teşvik edilmesi, karanfilin seramik, metal obje, tekstil sektörüne konu olmasının araştırılması gerekir. Üsküdar için uluslararası beğeni toplayacak bir müzenin yapımı da düşünülmeli ve bunun için harekete geçilmelidir. 

Bu arada doldurulan sahil şeridine dikilen ağaçların zaman içinde büyüyerek Rabia Gülnûş Emetullah Vâlide Sultan Camii’ni görünmez kılacaklarına da dikkat çekmek isterim. Marmaray istasyon ve havalandırma binaları ise Üsküdar’ın bağrına hançer saplamış, yüzyılların meydanını yok ettiği gibi, deniz görünümünü büyük oranda etkilemiştir. Rahmetli Nezih Eldem bu tür binaları “Sahrayı Kebir’de yapı yapar gibi!” diye nitelendirirdi. Çevresini görmezden gelen, bu gibi yapılar zaman içinde yok olmaya mahkûmdur. 

Gelişen ve zenginleşen ülkemizin yeni düşüncelere, yeni atılımlara ve yeni üretimlere ihtiyacı var. Haydi hep birlikte bu işi üstlenelim ve gelecek için el ele verip çalışalım... 

Ey Üsküdar! Senin beyaz evlerin binlerce mezarın önünde bulunuyor. 

Ama onların üzerinde daima yeşil kalan servi ağaçları var. 

O büyük ve hüzünlü serviler ki kendi yapraklarının bezemeleri arasında sonsuz bir matemin izini bırakmışlar. 

Tıpkı karşılık görmemiş bir aşk gibi!  

Lord Byron