Roma İmparatorluğu’nun en önemli düşünür, devlet adamı ve yazarlarından Lucius Annaeus Seneca, “Ahlak Mektupları” adlı kitabında yer alan mektuplarında fakirlik, bilgelik, zenginlik, mutluluk gibi insanlık var oldukça değişmeyecek konuları ele alır. Ayrıca bilge ile iyi vatandaş arasındaki ayrıma, özgürlük çalışmalarının değerine, eski çağlarda ve kendi döneminde yaşayan bilgelerin niteliklerine de değinir
Roma İmparatorluğu’nun en önemli düşünür, devlet adamı ve yazarlarından biri olan Lucius Annaeus Seneca (MÖ 4-MS 65), aynı zamanda “Genç Seneca” olarak da bilinmektedir. Cordaba’da dünyaya gelen Seneca, Roma’da eğitim alır. “Yaşlı Seneca” adıyla tanınan babası Marcus Annaeus Seneca’nın (MÖ 54-MS 39) karşı çıkmasına rağmen felsefeyle ilgilenmeye başlar. Pompei ve Mısır’a yaptığı seyahatler sonrası, yirmi sekiz yaşında Roma’ya döner ve avukatlık yapmaya başlar. Zaman içinde imparatorluğun mali işlerinden sorumlu olur ve en yüksek makama kadar yükselir. İmparator Caligula (37-41) ile yaşadığı anlaşmazlık sonrası ölüm cezasına çarptırılırsa da cezası İmparator Claudius (41-54) tarafından Korsika Adası’na sürgüne çevrilir. 48 yılında affedilerek geleceğin imparatoru Neron’u (54-68) eğitmesi için Roma’ya geri dönmesi sağlanır. 65 yılında Neron’a karşı yapılması düşünülen suikasta adının karışması üzerine, İmparator Neron tarafından “İntihar cezası”na mahkûm edilir. Bileklerini keserek intihar eden Seneca’dan geriye yüz yıllar boyu varlıklarını sürdüren bir dizi eser kalır.
Mektuplar
Seneca’nın, çeşitli konuları ve türleri kapsayan birçok eser yazdığı bilinmektedir. Ne yazık ki bunların hepsi günümüze ulaşmamıştır. Bu yazıda sözünü etmek istediğimiz “Ahlak Mektupları”, Korsika Adası’nda sürgünde olduğu dönemde, dostu Sicilya valisi Lucillius Junior’a yazdığı yüz yirmi dört adet mektuptan oluşmaktadır. Seneca’nın Lucillius’a yazdığı her mektup “Seneca, Lucillius’u selamlar” cümlesi ile başlamaktadır. Mektuplarında fakirlik, bilgelik, zenginlik, mutluluk gibi insanlık var oldukça değişmeyecek konuları ele alır. Ayrıca bilge ile iyi vatandaş arasındaki ayrıma, özgürlük çalışmalarının değerine, eski çağlarda ve kendi döneminde yaşayan bilgelerin niteliklerine de değinir.
Önce para
Kendilerine ahlaksal bir değer yaratamayan kimi Romalıların bu değer boşluğunu para, lüks, ve sefahatle doldurduğundan bahseder. Anlaşılan aradan geçen iki bin yıla yakın sürede insanlık için değişen pek bir şey yoktur. Yaşamı için gerçek bir değer oluşturamayan insanların kaçınılmaz sonu lüks, sefahat olmakta ve bu durum vatandaşı oldukları ülkede büyük bir ahlaki erozyon yaratmaktadır. Seneca bu konuya değindiği yazısında kendisinden yüz yıl önce yaşamış Horatius’un, “Yurttaşlar, yurttaşlar, önce para aramalı, erdem arkadan gelsin” ironik sözlerine de yer verir. Böylesi bir beklenti içinde olan insanların erdem aramaları mümkün müdür? İnsan ne kadar paraya gerek duyar? Ne kadar para sahibi olduktan sonra artık yeter diyecek ve erdem sahibi olmak için çaba harcayacaktır?
Zaman
Senaca ilk mektubunda Lucillius’a şöyle seslenir; “… bizim olan bir tek şey var: zaman. Doğa yalnız bunu, bu tek kaçıcı ve kaygan şeyi vermiş bize, ama onu da her isteyen alıyor bizden.” (s. 34)
Bizden alınan veya vermemiz istenen şeyleri yeniden elde etmek, eksildiğinde yerine koymak mümkündür. Ancak kaybolan zamanı yeniden yerine koymanın mümkün olmadığını hepimiz bilmekte, fakat onu savurganca harcamakta hiç endişe etmemekteyiz. İkinci mektubunda ise benzer bir eksikliğimize işaret eder. “Her yerde olan hiçbir yerde değildir. Yaşamını kona göçe geçiren insanın şu gelir başına: birçok konukluğu olur, ama hiçbir dostluğu olmaz.” (s. 35)
“Hayhuydan hoşlanan bir insanın çalışması, bir çalışma değil, huzursuz bir ruhun çırpanışlarıdır.” (s. 37)
Siyah-beyaz
“Kimileri öylesine gizli, kuytu yerlere saklanmışlardır ki, aydınlık olan her şeyi bulanık sanırlar… Doğaya akıl sor, sana şöyle diyecek: ‘Benim gecem de var, gündüzüm de!” (s. 37)
Son zamanlarda çokça başıma gelen bir şey var: ya “Siyah” ya da “Beyaz” diyeceksiniz. “Evet” veya “Hayır”. Hâlbuki yaşam bu iki kelimenin arasına sıkışmayacak kadar geniş ve anlamlı. Her ikisi arasında nerede ise sonsuza kadar uzanan geniş bir aralık uzanıyor. Bu geniş alanı görmezden gelerek iki renk veya iki kelime arasına sıkışmanın insan haysiyeti ile bağdaşmadığını düşünmekteyim.
Ahlaki çöküş
Seneca yedinci mektubunda, “Kaba güruhtan sakınmalı” demekte, örnek olarak da bir öğle vakti arenada oyun seyrettiğinden söz eder. İnsanları kan görmekten uzaklaştıran, nükteli, gevşetici bir oyun seyredeceğini umarken, oynanan oyunun bir insan kıyımı olduğunu görür. Üstlerinde koruyucu hiçbir şey olmayan insanlar, her tür vuruşa açık şekilde seyircilerin önüne çıkmakta ve bir önceki kıyımın katili yeni oyunda bir başka katilin önüne atılmaktadır. Günümüzde benzer oyunlar uluslararası boyutta olmakta belki bir arena da değil, ama evlerimizde, oturduğumuz yerde televizyonlarda bu kıyımları izlemekteyiz. Daha önceki dönemlerde gladyatörler arasında ki oyunlar anlaşılan kan görmeye meraklı insanlar tarafından zaman içinde yeterli bulunmamış olmalı ki, bu kez insanları savunmasız bir biçimde ölüme gönderen oyunlar icat etmişler.
Günümüz dünyası
Günümüzde sürdürülen Gazze ve Ukrayna savaşları benzer oyunlar değil mi? Kan, gözyaşı ve yıkım, biraz daha toprak için bütün bu karmaşaya değer mi? Önemli olan insanın mutlu yaşaması değil mi? Yalnız başına yaşamak ne ifade eder? Bence yalnız yaşamaktan çok daha sıkıntılı durum, insanın benzerleri ile birlikte yaşamasıdır. Bir düşünün her yönde benzerleriniz var, herkes sizin gibi düşünüyor, hiçbir aykırı düşünceye yer yok. Sanırım kısa süre içinde böylesi bir toplumda yaşayan herkes intihara meyilli bir duruma gelecek veya düşünce üretemeyen yalnızca kendini verilen talimatlara uymak mecburiyetinde hisseden robota dönüşecektir. Böylesi bir dünyanın kısa süre içinde yok olacağı açıktır. Çünkü değişik düşünceler, farklı davranışlar insanlığın gelişmesini sağlar. “Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir.”
Seneca’nın Sicilya valisi Lucillius’a yazdığı mektuplar bana Montaigne’nin “Denemeler” isimli kitabına yazdığı 1 Mart 1580 tarihli “Okuyucuya” başlıklı giriş yazısını hatırlattı. Seneca bu mektupları yaklaşık bin beş yüz yıl önce yazdığı için Montaigne onu örnek almış olmalı diye düşündüm.
“Okuyucu bu kitapta yalan dolan yok: Sana baştan söyleyeyim ki, ben burada yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim. Sana hizmet etmek yahut kendime ün sağlamak hiç aklımdan geçmedi: böyle bir amaç peşinde koşmaya gücüm yetmez.” (s. 1)
Aradan geçen yüz yıllar boyunca yaşam, ölüm, dostluk, sanat, erdem, felsefe, iyi ve kötü, yalnızlık, iktidar gibi insanı ilgilendiren hemen her konuda bir bilgeye danışma ihtiyacı olan insanlar Seneca’nın “Ahlak Mektupları”na başvurdular. Seneca’nın Korsika Adası’na sürgün edilip, Roma yönetiminden uzaklaştırılması bir anlamda onun binlerce yıldır varlığını sürdüren bilge adam olmasını sağladı. Sanırım çoğu yöneticiler tarafından verilen benzer cezalar bazı kişiler için bir yeniden doğuş olmakta. Lüzumsuz yere zamanımızı harcayanlardan kurtulduğumuzda çok daha kalıcı ve faydalı işler yapmanın mümkün olduğunu unutmamamız gerekiyor. Farkına varan bazı insanlar için cezalar bir lütfa dönüşebilir.
Seneca, (Çev. Türkân Uzel), Ahlak Mektupları / Epistulae Morales, İstanbul, 2020.