Hekimoğlu: “Stockholm’ü zerre kadar merak etmiyorum. İkincisi, İsveçli bütün güzeller Antalya’da” dedi. O, Tan gazetesi zamanıydı. Ya da bize öyle söylerlerdi!
Acı var mı?
‘Kırmızı Oda’ için ev ahalisi, “Acıklı sahnelerden nasıl daha fazla faydalanabiliriz. Dert, olayı vermek değil” diyor. Ben, “Bizim millet sever acıyı ne kadar verirsen, o kadar makbul” dedim. Sevgili Reha Muhtar’ın “Acı var mı acı?” sorusunun akıllarda kalmasının bir sebebi de bu olsa gerek!
Hücum pres kimi hatırlattı?
Milli takım presi Almanya’nın kalesi önünde yaptı. TRT Spor’da Veli Yiğit: “Hücum pres genlerimizde var” dedi. Bu ‘hücum pres’ tarifi rahmetli babamı (Doğan Koloğlu) hatırlattı. “Hücum futbolu” dedi diye yemediği laf kalmamıştı.
Hep doktor!
Diziler çok olunca, acele karar vermek gerekiyor. Sonuç bazı roller oyuncuların üzerine yapışıyor. Son örnek Özge Özder. ‘Mucize Doktor’da doktor Kıvılcım’dı. ‘Sadakatsiz’de doktor Derya.
Şöhretli oyuncu
Ev ahalisi, “Konusu merak uyandırıyor” dedi. ‘Sadakatsiz’, bir uyarlama dizimiz daha. ‘Dr. Foster’ BBC yapımı 10 bölümlük yapımın uyarlaması. Türkiye bu konuda dizi sektöründe iyi bir yer aldı ve almaya devam ediyor. Orijinalinden daha iyi iş yapan örnekleri var. ‘Sadakatsiz’, özellikle bu alanda uzman bir yapım şirketinin işi, Med Yapım’ın.
Peki dizinin kendisi nasıl? Aldatmanın kendini ele verdiği ve bir katil polis kovalamacası kıvamına girdiği, enteresan bir gidişatı var. Cansu Dere, ‘Eyşan’ üzerine çok işler yaptı. Mesela bir ‘Anne’yle bunu kırdı. Dizi cephesinden mesela, ‘Sadakatsiz’de Asya karakteri için, “Çok içeriden bir oyunculuk var” yorumu geldi. Bizim dizilerin senaryolarında kadın kızar ama bir boyun eğme hali vardır... Asya’nın karşısında arkadaşları ve iş çevresiyle ‘erkek egemen’i kabullenmiş bir düzen var. Asya, düzenin adaletsizliğine karşı duran bir birey aslında. Bana bu projenin diğer uyarlamalarıyla ilgili şöyle bir bilgi geldi, “Dizinin ilk
‘Hekimoğlu’nda ‘Sınır Tanımayan Doktorlar’ gündeme geldi. Kerem, idealist bir doktor ve Afrika’da çalışıyor. Şöyle bir durum vardı dizide, bu ‘Sınır Tanımayan Doktor’ olmakla, ‘ünlü olmak’ eş değerde tutulmuş. Benim bildiğim pek ilaç firmalarıyla böyle içli dışlı olmazlar. Bu kuruluşta çalışıp, ‘şöhret’ sahibi olan var mıdır bizde? Hayranları vs... Bir ‘pop yıldızı’ kıvamında olacağını pek zannetmiyorum doğrusu.
İyiliksever ya da şöhret
“Bütün iyiliksever kahramanlar, bizim kadar bencil” sözü, Mehmet Ali’nin ve Hekimoğlu’nun “Bizim kadar dürüst değiller” sözünü biraz eşelemek lazım. Yardımseverlik bazen ego tatmini olabilir mi? Dizi, bu soruyu soruyor. “Ben hepinizden üstünüm” demenin bir başka yoludur. Bir de fakirlere yardım ederek, toplumda değer kazanmak ya da ‘vergi durumlarını’ saklamak olduğu da söylenir. ‘Sınır Tanımayan Doktor Kerem’ nezninde bu tartışma dizide hikayenin gidişatı arasında konuşuldu.
‘Futbolu Sam Peckinpach gibi çekmek’ diye bir makale okumuştum, zamanında bu köşede de yazdım. Le Monde televizyon eki ‘Telerama’da çıkmıştı. “Şiddete estetik getiren yönetmen” diyorlar. Özellikle yakın plan, ağır çekim kareleriyle ünlüdür. Ben de severim kendilerini, epey filmini izlemişimdir. Ekranda ve hatta paralı platformlarda yer almaz nedense. Futbol maçını bir ‘aksiyon filmi’ çeker gibi sunmak... İşte burada sorun başlıyor.
Geçtiğimiz hafta seyrettiğim tüm maçlarda bir ‘süreklilik sorunu’ vardı. Olur olmadık her pozisyonu tekrar etmek. Bu sırada maçın gidişatını kaçırmak. Daha önce de yazdım. Ama bu sefer artık abartmış beIN SPORTS.
Fransızlar’ın teknik hakimiyetindedir beIN. Fransızlar yakın plan çekimi çok seviyorlar. Bir maçta ortalama bine yakın, yakın planla çalışıyorlar. İngiltere ve Almanya’da bu ortalama 800 civarında. Oyun odaklı 800 oluyor. Bizimkilere de “Bol tekrarlı, yakın çalışın mı?” demişler acaba? Ne olursa olsun, kardeşim maçın
Televizyon hayata müdahale ediyorsa bunun karşılığı, bir ‘cast’ (oyuncu) çalışması olacaktır. ‘Sunucu’ diye profesyonel kisve yanı sıra karşı komşunun kızı ya da bizim köşede oturan amca bu ‘cast’ın içine girecektir. ‘Gerçeğin şovu’ dedikleri bizlerin bir gün, ‘Bütün ülke tarafından bilinmesi’ karşılığıdır. Yani ‘Survivor Ahmet’ olmak ya da ‘BBG Melahat’! Renkli ekran varsa, şöhret de vardır. Yaşamdan stüdyoya adım atınca karşısına, ‘reyting’ çıkar. İzleyenin ‘şikayet edip ahlak adına, bir gün kendisine sıra gelirse, koşa koşa gideceği bir dünya değil midir acaba televizyon? Kimi giyim kuşamla bu ‘cast’ın içindedir kimi DNA testiyle çocuğun kimden olduğu hikayesiyle...
Ekran kendi öz eleştirisini yapabilir mi? Her sabah, ‘Bizim reyting ne olmuş?’ diye bakılan bir hayatın, bizim ekmek almaya bakkala gitmemiz gibi olmadığını da anlamak lazım. Esra Erol, çok uzun zaman ‘evimizin kızı’ olarak bir ‘görüntüyü’
Dizilerin bize verdiği ‘hayat’ ile bizim yaşadığımız ‘hayatın’ gidişatı her daim çatışmaya devam edecektir. Ne kadar ‘bu hikaye gerçek bir hikayedir’ diye başında yazsa bile bir süre sonra senaryo onu alıp ‘kendi dünyasına’ götürmektedir. ABD, ‘dizilerdeki göçmen karakterler’ üzerinden çarpıcı bir araştırma yaptı. ‘Yaşamdaki göçmenlik ile dizilerdeki göçmenliğin ne kadar farklı olduğu böylece ortaya çıktı.
Orta Doğulu karakteri fazla
2018-2019 arası ABD’de ekrana gelen 59 dizinin 97 bölümündeki 129 karakter incelenmiş. Dizilerdeki göçmen karakterler ile gerçek ‘kökenler’ arasındaki çelişki ortaya çıkmış. Örneğin hatrı sayılır miktarda ‘Orta Doğulu’ karakter yer alırken Asya kökenli karakterler ‘eşantiyon’ niteliğinde dizilerde.
ABD’de göçmenlerin yüzde 26’sı Asyalı. Dizilerde bu oran yüzde 12! Latinler dizilerde yüzde 44 oranında yer alıyor. ABD’deki göçmenlerin
‘Masterchef Türkiye’de Serhat, mavi takım olarak yaptıkları yemeklerin hikayesini anlattı: “Bizi at gözlüğüyle gören ülkelerin protokolü geliyor. Biz de onlara çeşitliliğimizi, uluslararası yeterliliğimizin olduğunu göstermek için, uluslararası kültürlerden menü yaptık.” ‘Avrupa, Avrupa duy sesimizi!’ durumu yani.
Soner şef, “Gastro diploması” dedi. Mehmet şef, “Devlet sorunları en iyi yemek masasında çözülür, değil mi?” diye sordu. Valla şefim, bizim hayli zengin bir ‘menü’ sunduğumuz bir gerçek, bazen devlet erkanının davetlerdeki yemek listesini gazetelerden okuyoruz. Öteki tarafı bilemeyiz tabii çözüp, çözemediğimizi...
GRAFİTİLER BUZLANIR
Ev ahalisinin izlediği diziler listesinde olan ‘Masumlar Apartmanı’nda bir sahne şaşırttı. Birkan Sokullu ve Farah Zeynep Abdullah merdivenlerden iniyorlar. Duvarları ‘grafitiler’ süslüyor. Fakat buzlu. Bol buzlu bir televizyon dönemi yaşıyoruz her anlamda.
Benzer bir operasyon Steve Martin’in
Baktık, Binnur Kaya ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ dizisinde... Zeynep, terapiye gitmiş. Ev ahalisi “Aaa diziler arasında terapi başladı galiba!” dedi. Aynı yazarın
üç dizisi var. ‘Masumlar Apartmanı’nda da epey hasta mevcut. Önümüzdeki yeni bölümde kendilerini buraya da bekliyoruz.
GÖRÜNTÜ MUHTEŞEM!
‘Tarım Bizim Geleceğimiz’ adlı Kanal D belgeselini, bizim ev ahalisinin kökeni tarım olunca, özellikle izledik. Daha yeni susam geldi bir de haşhaş Selendi’den. Susam da susam yani... “Şehirde bulamazsın” dedi eşim. Yıllarca tütün ektiler. Toprağın kokusunu, tohumu bilir.
Görüntü tarafı tek kelimeyle muhteşemdi. Çok geniş bir görsel çalışma yapılmış. Belgeselin tarımı anlatan görsel kısmı dört dörtlüktü. Hazırlanan metnin sunumunda Kıvanç Tatlıtuğ inandırıcı bir üslupta sundu. Gelelim içerik kısmına...
Eşim, “Kaç yerel tohum var?”, “Vatandaş ne kadar ekiyor?”, “Toprak verimli de sen ne yapıyorsun?”, “Yapabilecek şeyler var