Kadınlar için önce yıllar geçmek bilmezler sonra da hızlıca uçup gidiverirler. Bir kadın için yıllarla baş etmenin ne kadar zor olduğunu bilirim. Hayatı kaçırmamak, zamanı yakalamak için verdiği savaşı bilirim. Hele çocukları varsa onlara tecrübelendikçe, olgunlaştıkça öğrendiklerini onlara aktarmaya zamanı olsun ister. Yanlışlarını düzeltmek, telafi etmek için adeta zamana savaş açar. Çünkü anne bilir ki “doğru bilgi hayatımızı değiştirir” yanlış bilgi de… Yine anne bilir ki “inanmak” onu yaşamaktır.
Annelik bilinmeyene açılan ve her gün yeniden doğan bir kapı, sürprizli günlerle dolu dolu geçen yıllar, Tanrı’yla yaptığın gizli bir kontrattır.
Anne olmak kadına iyi gelir. Birine kendini ait hissetmek, unuttuklarını hatırlamak, çocukluğunu, gençliğini yeniden yaşamak, yaşam enerjisi verir.
Anneler çocuklarının doğuştan getirdikleri işaretleri görürler ve kendimizi bulma yolculuğumuzda baş kahraman olurlar. Kendimizi ve yaşamı doğru tanımamızda pusula olurlar. Hayat bizi üşüttüğünde kalpleri ile yol gösterirler. Annemiz yanımızdaysa, bunu hissetirmişse kaygılarımızı bir rüzgar alır götürür. Yerine yağmurla gelen huzur oturur.Başkaları için bir şey yapan kendisi için de
Otizm benim ülkemde yalnızca kendi çığlığının yüzene çarptığı dipsiz bir kuyudur.
Düştün mü o kuyuya, sardı mı otizm her bir yanını
Gidecek yerin, çalacak kapın yoktur.
Açılan eller ya acımadır,
Ya yetersizdir,
Ya iyi niyetli çaresiz ellerdir.
Her yeni yıl geldiğinde hepimiz birbirimize birçok güzel dileklerde bulunuruz.
Bu sene yeni yıla girerken bu dilekler üzerine düşündüm. Kalıplaşmış, söylemiş olmak için söylediğimiz, dilemek için dilediğimiz dilekleri dilemek içimden gelmedi.
İçini boşalttığımız, çürüttüğümüz, düşünmeden harcadığımız, yok ettiğimiz birçok şey gibi güzelim sözcükleri de pervasız harcamış, içini çürütmüşüz.
Mutlu, umutlu, sağlıklı, başarılı yıllar dilemişiz birbirimize… Düşünmeden, hissetmeden, inanmadan tıpkı birbirimizin sevgisine inanmadığımız ama birçok kere birçok kişiye sevgi sözcüğünü kullandığımız gibi.
Hep istiyoruz…
Sevilmek istiyoruz mesela. Birileri bizi sevsin istiyoruz her daim. Buna karşılık sevmeyi aklımızdan geçirmiyoruz. Oysa sevilmek “sevebilmekle” başlar bilmiyoruz.
Hep bekliyoruz…
“Umut” ne güzel bir kelimedir. Birileri hep umudumuz olsun istiyoruz ama biz “birilerinin” umudu olmaktan imtina ediyoruz.
Ayrılıklar her zaman zor gelmiştir bana. Giden de olsam , kalan da olsam. Ardında birini-birşeyleri bırakmak veya ardında kalan olmak hep hüzünlü gelmiştir. Mesela sevdiğini bırakırsın ardında. O sevdiğin bazen bir aşk olur, bazen dost, bazen evlat, bazen anne, bazen bir kardeş. Bazen anılarını bırakırsın ardında, bazen sadece bir an' ı, bazen bir düşünceyi bırakırsın ve bazen bir inanışı bırakırsın...
Bazen gerçekten gitmen gerekir; nefes almak için, bir kangrenden kurtulmak için. Bazen zorunludur ayrılık, bazen de kalbin iki yerdedir. Velhasıl zordur be ayrılık; bırakmak eskiyi, yeniyi karşılamak. Bırakırken ardında sevdiğin, sevmediğin her ne varsa acıtır insanı.
Bazen baş edemeyeceğin kadar harman olur duygular, Sancılı olur yeniyi kucaklamak.
Sevmem ben ayrılıkları işte.
Gidişler hep iz bırakır insan da...
Cemal Süreya' nın da dediği gibi: " Gitmekle gidilmiyor ki... Gitmekle gitmiş olamazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır."
Ama sen aklınla, gönlünle, anılarını da yanına alarak gitmeye karar vermişsen ve çıkmışsan yola, gitmek iyi gelir insana.
Kafka'nın 'Dönüşüm' kitabının en etkileyici yerlerinden biri. Gregor böcek olarak öldüğünde annesinin ilk söylediği söz. Romandaki tüm yaşananlar imgeleme ve metafor şekilde anlatılmış. Ben ne zaman bu kitabı elime alsam gerçekmiş hissiyle okurum.
Geçenlerde bir ressam hanımefendinin evine misafir oldum. Odasının duvarında kitapla ilgili bir resmi vardı. Odaya ilk girdiğimde dikkatimi çekti. Resmedilen şekilde hiç düşünmemiştim daha önce. Resimde Gregor'un kafasında birçok karışık ve böcekli düşünce var gibiydi. Oysa ben Gregor'un düşünmediğimden, sorgulamadığından, sisteme ayak uydurduğundan ve aynılaşmadan böceğe dönüştüğünü düşünürüm. Oradan ayrılıp eve döndüğümde kitabı bir daha okudum, bu sefer farklı bir gözle. Okuyuşumda; kendime/hepimize ve içinde yaşamak zorunda kaldığımız bu saçma düzene karşı, ruhumda tarifsiz bir acı, çaresizlik hissi ve bu hislerin yarattığı bir öfke oluştu.
İçinde yaşadığımız sistemin (modernleşme-kapitalizm) insanları böcek gibi hissettirdiği, değersizlik duygusunu yaşattığını düşünüyorum. Sistemin ihtiyaçlarını karşıladığımız ölçüde işe yararım, hatta sevilirim çünkü sevilmem bile ‘varlığım’dan değil ‘yararım’dan geliyor diye düşünüyoruz.
Bize hep kendimizi korumamız gerektiği öğretildi,
Neye karşı?
Her türlü tehlikeye karşı....
Yetmedi bütün acılara karşı,
Dahası yorgunluğa, açlığa, üşümeye, yaşlanmaya,...ölüme karşı,..
Varlığımız soluk almaya başladığı anda biyolojik saat işlemeye başlar. Hikayemiz ise doğduğumuz anda başlar. Gün geçtikçe biraz daha farklılaşır, şekilleniriz.
Bazı şeyler biz olmamızda önemli yer kaplar. Bazı şeyler ise bizim biz olmamıza izin vermez.
Başkalaştırır kendimize bizi, yabancılaşırız kendimize.
Zaman zaman karışır kafamız.. Bizi biz yapanları sevmekte zorlanırız. Bu bazen kendimiz, bazen tanrı, bazen aile olur ve öfkeleniriz. Bastırırız anları, anıları ve bunlarla bize gelen tüm duyguları; tekrar başlamak için, yaşamak için, belki de en önemlisi kendimizi kurtarmak için. Yok sayarız bizi biz yapan şeyleri. Felsefe ve psikolojinin de araştırma alanları olan bu konularda hep sorguladığımız ve sorduğunuz, özgür irademizle mi biz biz oluyoruz? Yoksa herşey kendi irademiz dışında mı gerçekleşiyor? Kim olacağımız bizim terciğimiz mi?
Bir felsefe akımı olan fatalizmin tezi mi doğru olan acaba? İnsan istesin istemesin, olaylar kendi iradesinden başka bir iradenin yönlendirmesi ile gelişir ve insan kendi iradesi ile ne kadar çabalarsa çabalasın sonuç daima üstteki iradenin ne istediği ve ne yapacağı ile mi ilgilidir ? Tanrının iradesi dışında irade yok
Başarı Nedir?
Zaman hızla akarken, yaşantıyla birlikte insanlarda hızla gelişip, değişiyor. Önceliklerimiz, beklentilerimiz, yaşantımız... Bence yaşamda bizim için öncelikli değerler var. Vicdan, adil olmak, akıl, öğrenme ve anlama kapasitemiz gibi... Bu değerleri kullanarak bir yola çıkarız. Hayatta ben de varım demek için, başarılı olmak için bunları kullanırız. Düşünüyorum "Başarı" nedir? İyi bir iş sahibi olmak mı? fazla para kazanmak mı?, iyi bir eğitim almak mı?, iyi birer anne-baba olmak mı? mutluluğu yakalayabilmek? Ya da hayata tutunabilmek mi? Hatırladığım kadarıyla Goethe başarı için derki "Yapabileceğiniz ya da yapabileceğinizi hayal ettiğiniz her ne ise başlayın yapmaya. Cesur olmanın kendi içinde bir dehası, gücü ve büyüsü vardır." Goethe gibi düşündüğümüzde başarı için hayal etmek, cesur olmak mı gerekir? Bunlar başarı için bir olgu mudur? Ben bunların cevaplarının kişiye, yaşantıya, çevreye hatta cinsiyete göre değişebileceğini düşünüyorum. Bursa' ya yaptığım üç günlük seyahatte farklı ve özel gereksinime ihtiyacı olan çocuklarımızı, gençlerimizi ve onların annelerini, babalarını gördüm. Keyifli sohbetlerimiz oldu. Çocuklarımız üzerine konuşmalarımız...