Birlikte Güçlüyüz! Birlikte Mağduruz!
Tarafımdan 8 Mart Kadınlar Günü özelinde başlatılan kampanyaya destek amaçlı bir yazı yazmam istendi. Kadınlar Günü için yazılan bir yazı yazma fikri, doğrudan cinsiyet farklarını konuşmayı ve kadınların ne kadar güçlü, önemli, değerli olduğunu bir kez daha hatırlatmayı gerektirir şeklindeydi.
Bunun için haliyle iki farklı cinsiyet grubunu birbiriyle kıyaslayacaktım .
Ancak bir psikolog olarak her zaman dillendirdiğim şeylerden biri kendimizi bir başkasıyla kıyaslamanın bizi ne kadar mutsuz ettiğidir. Kıyası en güzel anlattığını düşündüğüm Mark Twain'e ait bir söz bunu şöyle özetler: 'Kıyas, neşenin ölümüdür.' İşte her olumsuzluğun başlangıcı kıyas oluyor. Dolayısıyla ben bu yazıma cinsiyet farklarını kıyaslamadan; erkekler şöyle, kadınlar böyle, kadınlar çok önemli, erkek kadın farkı şudur, kadınları önemseyin gibi cümleler ile devam etmeyeceğim. Çünkü bu düşmanca bir yaklaşım oluyor. Açıklamam gerekirse; biz biriz. Erkek ve kadın dünyadaki diğer bütün şeyler gibi birbirini tamamlamak için varlar. İyi ki de varlar. Bu yazı için istenilen hashtag #kadınolmasa idi. Ancak bu hashtage şu hashtagi ekleyerek yazıma devam edeceğim: #erkekolmasa.
Bununla
'Bunca zaman sonra bile güneş asla yeryüzüne 'bana borçlusun' demedi. Böyle bir sevgiyle neler olduğunu görebiliyor musunuz? Tüm gökyüzü aydınlanıyor.'
Bu cümle mutasavvıf şair Hafez'e ait. Bu söz ile yazıma başlamamın sebebi koşulsuz sevginin güzelliğini gösterebilmekti.
Baktığımızda çoğu kişinin Sevgililer Günü'nü bir stres unsuru gibi yorumladığını görebiliyoruz. Oysa ki Hafez'in koşulsuz sevgiyi anlattığı gibi Sevgililer Günü'ne yaklaşsak tıpkı bir güneş gibi sevdiğimiz insanın hayatına güzel dokunuşlar yapmak için bugünü fırsat olarak görebiliriz. Tüm sorun: karşılık beklemek.
Aslına baktığımızda Sevgililer Günü'nün gelme noktası yine koşulsuz sevgidir: Aziz Valentine isimli bir papaz, İmparator 2.Claudius'un Roma'da evlilikleri yasaklama kararına rağmen sevenleri kavuşturmaya devam etti, onları evlendirdi, kendi sonunu hiç düşünmeden... 14 Şubat tarihinde Aziz Valentine anılır. O, sonunu düşünmeden ve karşılık beklemeden sevenleri kavuşturmuştur.
Şimdilerde ise Sevgililer Günü'nün stres unsuru olmasının altında yatan sebep; kişinin partnerine sevgi vermeyi hedeflemesi gerekirken, sevgisinin altında kuşku duygusunun yatıyor olmasıdır. Oysa ki kişinin partnerine
Her şey önce sözle başlar. Sonrasında sözlere duygular eklenir ve olanlar olur. Hayata bakışınızı oluşturan içselleştirdiğiniz sözlerdir. Davranışlarınızı şekillendiren duyduklarınızdır. Baktığımızda stereotip hataları, değersizlik duygusu, özgüvensizlik, başarısız olma korkusu ve dahası, hepsinin kökeni sözlerden gelir. Harflerden oluşan kelimelerin gücü hayatımıza adeta bomba etkisi yaratır. Konuyla ilgili Masaru Emoto deneylerini, Milliyet Seray Küçük 'Sözlerinize Dikkat Edin' yazısını incelerseniz sözlerin gücünü açıkça görebilirsiniz.
Bugün kendinizi güzel hissetmiyor musunuz? Nedeni çok basit: Birileri sizin görünüşünüzü eleştirmiştir. Aslında eleştiri size gayri ihtiyari gelmiştir. Çok büyük ihtimalle farkında bile değilsinizdir. Örneğin kendimizi daha iyi ve güzel hissetmek için uğradığımız kuaförlerimiz. Biz kadınlar kuaför koltuğuna oturduğumuzda saçımızla uğraşacak kişi saçımızdan bir tutam alıp ilk olarak ne söyler? Kadınlar hemen 'aa evet,' diyeceklerdir: 'saçlarınız çok kırılmış...', 'saçlarınız çok bakımsız...'. Üstelik biz saçımızla veya herhangi bir şey ile ilgili soru sormadan gelir bu sözler. Eğer biraz şanslıysak hiçbir şey söylenmeden işlemimiz yapılır.
Aklınızdan geçen her şeyin gerçekleştiği bir hayat ne güzel olurdu değil mi? İstedikleriniz, söyledikleriniz anında gerçekleşirdi. Ne kadar güzel! Ama acaba öyle mi? Gelin sizlere bir hikaye anlatayım.
Bir gün bir adam etrafta dolaşırken canı çok sıkılmış ve çimlerin üzerine oturup gökyüzünü izlemeye başlamış. Bulutları seyrediyormuş. Ofluyormuş pofluyormuş. Sonra gökten nur yüzlü bir dede inmiş ve ona ' Ne oldu evladım, neden için bu kadar sıkılıyor?' diye sormuş.
Adam:
-Dedeciğim, bilmiyorum, mutlu olmak istiyorum, eğlenmek istiyorum.
Evet yanlış okumadınız! Yapılan araştırmalara göre bir insanın yaşayabileceği yaş sınırı 150!
Kaldı ki bizler bugün 70 yaşını bulan, 80 yaşını bulana 'Maşallah!' diyoruz. Oysa ki o yaşlar henüz genç yaşlarmış.
Şimdilerde yirmili otuzlu yaşlarında ölen biri olduğunda 'çok gençti,' tepkisini veriyoruz ancak aslında olması gereken sekseninde, yetmişinde vefat edenlere 'çok gençti,' demekmiş.
Peki neden 150 yaşına kadar yaşayamıyoruz?
Yapılan araştırmalara göre hücrelerimiz yüz elli yaşı gösteriyorken biz neden seksenleri görmeyi umut ediyoruz? Çünkü bir insan günde üç öğün yiyorsa en az üç kez tuvalete çıkarak bağırsaklarını rahatlatmalıdır. Fakat bırakın üç kez tuvalete çıkmayı, bir kez çıkmanın fazla bile geldiği olanlar vardır.
Her yediğimizden sonra bağırsaklarımıza yapışan maddeler oluyor ve tuvalete çıkamazsak onlara ne oluyor? İçimizde çürüyorlar! Onlar içimizde çürüken ne oluyor? Vücudumuz çürüyor, hücrelerimiz çürüyor.
Yatıyoruz, uyuyoruz, sabah oluyor kafamızı toparlayamıyoruz; ayılmak için bir de kahve içiyoruz; içiyoruz, içiyoruz... Sonra ayılacağız derken öğlen oluyor, öğle yemeği yiyoruz; oturuyoruz, oturuyoruz... Akşam yemeği... Yediklerimizi yeteri
Yeni yılımız kutlu olsun. Hepimizin uzun uzun dilek listesi vardır eminim. Aşk, para, iş, sağlık, arkadaşlık, başarı, okul, üniversite, kıyafet, tatil... Bu liste uzar gider. Uzasın. Dileklerinizi canıgönülden söyleyin, hepsinin olacağına da inanın! Çünkü istediğiniz her şeyin hem de her şeyin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla bu sene kendinizi sadece iyiliği, sevgiyi, minneti görmek için programlamaya çalışsanız sizin için iyi olabilir.
Benim dilek listem iki kelimeden oluşuyor: Bol şans!
Çünkü ne istersek isteyelim, çoğu şey fırsatları görmek, fırsatları değerlendirmek, doğru kişi doğru zaman oranını tutturmaktan geçiyor. Aşk istiyoruz; şanslıysak doğru kişiye tutuluruz. Sağlık istiyoruz; şanslıysak doğru tedaviye denk geliriz. Peki bu şans nereden gelecek? Tabi ki yine kendinizden. İçinizdeki programları değiştirin. Her şeyin yanlış, kötü, pis olduğunu düşünürseniz bu duygularınıza dönüşecektir ve çorap söküğü gibi devamı gelecektir. Sonrasında 'neden hep kötü işler, insanlarla karşılaşıyorum,' diye kendinize soracağınıza bugün hemen her şeyin en iyisi olması için 'hangi düşüncelerimi değiştirebilirim, içimdeki yanlışlar neler olabilir,' diye sormaya
Bildiğiniz üzere gün geçtikçe teknoloji hızla gelişiyor. Telefonlarımız bizlerle konuşur hale geldi.Teknolojik cihaz satan mağazaların birinde yeni çıkan ürünleri incelerken elimde sanki uzayın derinliklerinden gelen mucizeleri tutuyor gibiydim. Aynı şekilde bazı marketlerde bildiğiniz üzere kendimizin ödeme işlemini gerçekleştirdiği kasalar var. Robot kasa yardımıyla hızlıca ödememizi yapıyor ve çıkıyoruz. Tüm bu gelişmelerle teknolojiye aşık biri haline geldim. Fakat sürekli olarak teknolojinin bu gelişiminin bazı insanları korkuttuğuna, sevindirmediğine, zorladığına dair geri dönüşler alıyordum ve bu konular üzerine yazmam gerektiğini düşündüm.
Akıntıya Kendinizi Bırakın:
Anlaşılan o ki, teknolojinin gelişmesi, işlerin internet ortamında yapılır hale gelmesi, robotlar ile olan temaslar bazılarımızı zorluyor. Çevremizdekilerle ışık hızında iletişime geçmemiz ve ışık hızında sorulan sorulara cevaplar beklememiz ve beklediğimizi alamamak ilişki sorunlarını ortaya çıkarabiliyor. Bunlar aslında anlaşılabilir şeyler. Fakat tavsiyem, akıntıya karşı gelmeye çalışmaktansa kendinizi bırakmanız. Tüm bunlarla mücadele etmek yanlış bir tutum. Kabul edip hayatımıza devam etmeli ve
Sert bir başlık olabilir, ancak bu, hayatınız için büyük önem taşıyan bir emir cümlesi! Zira geçtiğimiz günlerde yabancı kaynaklardan edindiğim müthiş bilgiler bunu gerektiriyordu.
Luther Burbank:
Müthiş bilginin sahibi. Dilimize çevrilmiş en ufak bir bilgisinin olmaması üzücü. Kendisi çok önemli bir botanikçi, bahçıvan. Yeni bitki türleri keşfetmiş bir bilim insanı. Çekirdeksiz meyvelerin yaratıcısı.
Döneminde evinin ziyaretcileri; Thomas Edison, Henry Ford, Belçika Kral ve Kraliçe'si, Jack London gibi isimlerdi.
Literatürde onu 'bitki sihirbazı' olarak tanırız. Sihirbazlığının ana çıkışı ise 'Dikensiz Kaktüs' keşfinden geliyor ve psikolojiye dokunan kısmı bu noktada başlıyor. Bir kaktüs bitkisi vitaminleri, mineralleri bakımından çok zengin, lezzet açısından mükemmeldi. Gelin görün ki kaktüsün dikenleri çok sivriydi ve bu yüzden toplanamaz, üzerinde çalışılamaz bir haldeydi. Luther Burbank, kaktüsü dikenlerinden kurtarmaya kararlıydı. 'Dikensiz Kaktüs' bitkisinin hikayesini kendi sözleriyle okuyalım: ' En titiz, en pahalı, en zor deneyleri yaptım. 600 farklı tür bitki ile çiftleştirdim. Benim derim ızdırap içindeydi. Bitkinin üzerinde çalışırken ellerim hatta yüzüm batıklar içinde