Ağustos ayı itibariyle yıllık enflasyon oranı yüzde 18’e çıktı. Enflasyon konusunda zaten uzun süredir sıkıntılı olduğumuz malum. Ancak mevcut tablo çok kısa bir sürede çok hızlı bir bozulma gösterdi ve üç yıl önce yüzde 7’lerden şikayet ederken bugün neredeyse bunun üç katını zorlayacak bir sene sonu enflasyonu bekler olduk.
Enflasyonun nasıl düşürülebileceği konusunda çok yazı kaleme aldık. Yine de hatırlatalım. Enflasyonu düşürmek için yüksek faiz gerekir. Yüksek faiz talebi yavaşlatır, istihdamı düşürür. Bu nedenle de sevilmez. Ancak enflasyonda kalıcı bir düşüs sağlandıktan sonra piyasa faizleri geri çekileceği için yatırımları ve dolayısı ile potansiyel büyüme kapasitesini artırma şansı doğar. Yani kısa vadede çekilen çile uzun vadede fazlası ile fayda sağlar.
Bedel artar...
Enflasyonla mücadeleyi ertelemek ise kısa vadede günü kurtarır gibi görünse de aslında işleri daha da zorlaştırır ve ileride ödenmesi gereken bedeli artırır. Bugün gelmiş olduğumuz nokta budur. Enflasyon yüzde 7’lerde iken gerekli olan faiz artırımı ekonomide hafif bir yavaşlama yaratacakken enflasyon yüzde 18’de iken gerekli faiz artırımı resesyon tehlikesi yaratacaktır. Üstelik ödenecek daha ağır bedele
Bayram öncesinde S&P ve Moody’s Türkiye’nin kredi notunu indirdiler. Olumsuz algıyı tetikleyen en önemli unsur kur riski. Bu yüzden kurun daha makul seviyelere çekilmesi gerekiyor. Bunun için bir taraftan riskleri azaltmak, bir taraftan da riskten arındırılmış getiriyi artırmak için cazip bir politika faizi sunmamız lazım.
Yapılacak iş gerçekten kolay değil. Öte yandan, olası bir faiz artırımı bir taraftan TL varlıkların cazibesini artırırken, bir taraftan da Merkez’in enflasyon konusunda hassasiyetini göstererek yabancı algıyı iyileştirebilir ve sermaye akışını tekrar hızlandırıp kur şokunu kontrol altına alabilir.
Ancak Merkez’in faiz artırmadan önce neden iki kere düşünmek zorunda olduğunu anlamak zor değil. Belki de bu sebeple zorunlu karşılık (ZK) aracı tekrar devreye sokulmuş olabilir.
Neden düşürüldü?
13 Ağustos tarihinde TL ve yabancı mevduat ZK oranlarında indirime giden Merkez, yapmış olduğu açıklamada, bu adımın gerekçesini “finansal piyasaların etkin işleyişini desteklemek ve bankalara likidite yönetiminde esneklik sağlamak” olarak belirtti.
Bu tür bir açıklama, kur hareketinin bir likidite krizine dönüşmesini önlemek amacıyla piyasadaki likiditenin bollaştırılması şeklinde
Ağustos başından beri kurda yaşanan şokun ekonomi üzerindeki faturası oldukça büyük. Haziran itibarıyla 240 milyar dolara yükselen özel sektör dış borcu, kurdaki iki haftalık değer kaybı sonrası 200 milyar TL üzerinde arttı. Bu yaklaşık olarak GSYH’nin yüzde 5’i kadar bir ek yük anlamına geliyor. Enflasyon oranına gelecek ek baskı ise kabaca 3 puan kadar. Durumun böylesine ciddileştiği bir ortamda opsiyonlarımızı düşünüp çok dikkatli bir yol haritasını derhal uygulamaya sokmamız gerekiyor.
Benim değerlendirmem, ekonomide önemli bir yavaşlamanın kaçınılmaz olduğu şeklinde. Bu noktada tercihimiz bu yavaşlamanın süresi ve derinliğini kontrol edebilmek olmalı. İlk yapmamız gereken ise yaşadığımız ekonomik sıkıntıların farkında olduğumuzu net bir dille anlatmak ve bu sıkıntıları gidermek için gerekli adımları vakit geçirmeden atmak.
Gerekli adımlar
1) Kısa vadede öncelik kurdaki değer kaybını acil olarak kontrol altına alabilmek olmalı. Bunu yapabilmek için önce ABD ile aramızdaki gerginliğin ivedilikle giderilmesi, beraberinde AB ve NATO ile olan ilişkilerimizin sıcak tutulması gerekiyor. Dış ilişkilerde bütünleştirici ve barışçıl bir yaklaşım ülke riskimizi azaltacaktır.
2) Bir
Finansal koşullarda sene başından beri devam eden bozulmanın son hafta içerisinde yeni bir atak yapması içeride ve dışarıda izleniyor. Kur, faiz ve enflasyonda yaşanan ciddi yükseliş makroekonomik dengeleri yıpratıp ciddi bir resesyon riski yaratıyor.
Biz iktisatçılar belirli göstergelere bakarak ekonominin evrildiği yönü doğru olarak tespit edebiliyoruz.
Ancak öngördüğümüz gelişmelerin zamanlamasını tahmin etmekte zorlanıyoruz. Ekonomide bugün yaşanan gelişmeleri de geçmişte pek çok iktisatçı öngörü olarak aylar öncesinden dile getirdi. Çoğu temel iktisat bilgisine dayanan bu öngörüler şunlardı:
Enflasyona dikkat
1) Enflasyon bir ülkede finansal istikrar önündeki en önemli engeldir. Enflasyon pahasına büyüme anlayışı geri teper. Büyüme bir süre sonra yavaşlayacağı gibi enflasyon eskisinden de yüksek seviyelere yükselir. Enflasyondaki yükseliş hayat pahalılığı, gelir dağılımında bozulma, yatırımlarda azalma gibi etkilere ilave olarak yabancı para akışını keser. Bu da kur ve faizi etkiler.
2) Enflasyonu düşürebilmek için bağımsız bir merkez bankası oluşturmak ve enflasyon daha yükselmeden önden yüklemeli olarak faiz artırımlarına gitmek gerekir. Yan yollara sapmak etkili olmaz.
Hafta içindeki toplan-tıda Merkez politika faizini sabit tuttu. Merkez’in bu toplantı öncesi cevaplaması gereken soru şuydu: Faiz artırımına gitmenin bedeli mi daha yüksek yoksa gitmemenin mi?
Öncelikle “bedel” ile neyi kastettiğimizi açmak lazım. Benim tahminim, yavaşlamaya başlamış ve bu yavaşlamanın ivme kazanmasından endişe edilen bir ekonomide “bedel” uzun vadeli piyasa faizlerinde yaşanacak yükseliştir. Çünkü piyasa faizlerinin daha da artması ekonomiyi bir resesyona sokabilir. Zaten bu nedenle para politikasının “ideal” uygulamalarında enflasyon çok yükselmeden faizler artırılır ki sonrasında daha fazla faiz artırımına gidilip ekonomiyi boğma tehlikesi olmasın. Şu anda karşı karşıya olduğumuz tehlike bu.
İki bileşen var
Piyasa faizinin iki bileşeni var. Bunlardan bir tanesi politika faizi yoluyla kısa vadeli faizlerde gerçekleşen değişim, ikincisi ise vade primi. Vade primi, enflasyon beklentileri ve risk algısı gibi faktörlerden etkileniyor.
1. Senaryo: Faiz artırımına gidilir (güçlü kredibilite)
Eğer Merkez Bankası faiz artırırsa, uzun vadeli faizlerin iki bileşeninde de değişiklik olur. Bir yandan, kısa vadeli faizler artacağı için uzun vadeli faiz üzerinde yukarı yönlü
Seçim sonrası dönemde piyasa-lardaki tedirginlik, geçtiğimiz cuma kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in notumuzu bir kademe daha düşürmesi ve görünümü negatife çekerek “daha da indirebilirim” mesajı vermesi ile zirve yaptı.
Piyasaların tedirgin olmasının temel nedeni Başkanlık sisteminde ekonomik dengelerin nasıl şekilleneceğine dair net bir perspektife sahip olmamaları. Nedir endişe ettikleri konular?
1) Merkez Bankası bağımsızlığı:
Son dönemde Merkez bankası kredibilitesinin ciddi şekilde hasar gördüğüne şahit olduk. Özellikle siyasi kanattan faiz indirimi konusunda yapılan yorumlar Merkez’in bağımsız karar aldığına dair algıyı zedeleyerek para politikasının etkinliğini azaltıyor.
Bunun üzerine Merkez Bankası başkan ve yardımcılarının görev sürelerinin kısaltılması kararının gelmesi mevcut endişelerin üzerine tuz biber ekti. Görev süresi kısa olan bir merkez bankasının iktidara hoş görünmek için popülist politikalara göz yumacağı ve bunun da enflasyonu hepten kontrolden çıkaracağından korkuluyor.
Faiz ve enflasyon
2) Enflasyon hedeflemesi:
Her ne kadar yeni yönetim de enflasyonun en kısa zamanda tek haneli rakamlara ineceği mesajını verse de piyasaların ciddi şüpheleri var. Bunun bir s
Faiz artışlarının kendi içinde çeşitleri vardır:
1) Piyasa kaynaklı faiz artışları
Piyasalar finansal varlıkların alınıp satıldığı ve bu şekilde varlık fiyatlarının belirlendiği platformlardır. “Tahvil faizi” arz ve talebinin kesiştiği yerde belirlenir. Tahvil faizlerinin artması, talebin azalması ya da arzın artmasından kaynaklanır. Tahvil talebi neden azalır?
Eğer yatırımcı geleceğe dair risk ve belirsizlik görüyorsa parasını tahvile bağlamak istemeyebilir.
Bir diğer önemli sebep enflasyondur. Çünkü enflasyon artarsa tahvil getirisi reel olarak düşer. Dolayısıyla, enflasyon beklentisi artarsa bu durum tahvil faizlerinde artışa sebep olur.
2) Merkez Bankası kaynaklı faiz artışları
Merkez Bankası’nın para politikası aracı olarak kullandığı faiz artışları da kendi arasında ikiye ayrılabilir.
a) Aktif para politikası uygulamasıyla gelen faiz artışı:
Yıllık enflasyon yüzde 15’e yaklaştı. Geleceğe odaklanarak enflasyonla mücadelenin elzem olduğunu görmemiz lazım. ‘Büyümenin bedeli enflasyonsa öderiz, sonra yolumuza devam ederiz’ demek mümkün mü? Enflasyon neden düşmeli, 5 maddede inceleyelim...
Hafta içinde açıklanan haziran ayı rakamıyla yıllık enflasyon yüzde 15’i buldu. Potansiyelin üzerinde büyüyen bir ekonomide enflasyonist baskıların oluşmasının kaçınılmaz olduğu, bu nedenle seçim öncesi dönemde hız verilen genişlemeci politikaların enflasyona sebebiyet vereceği uzunca bir süredir iktisatçılar tarafından dile getiriliyordu. Enflasyonda gözlenen trend maalesef bu endişelerin bir tezahürü.
Bu noktada geleceğe odaklanıp enflasyonla ilgili bazı yanlış anlamaları düzeltmek ve neden enflasyonla mücadelenin elzem olduğunu görebilmek gerekiyor:
1 - Enflasyonla mücadele için öncelikle mevcut mantalitenin değişmesi gerekiyor. Enflasyon uzun vadeli bir mücadele. Faizleri bugün artıralım, üç ay sonra düşürelim anlayışıyla yüzde 5’lik bir fiyat istikrarı yakalamak mümkün değil. Faizlerin “enflasyon beklentileri hedefe yaklaşana kadar” yüksek kalması gerekiyor. Bu süreçte sabırlı olmak ve Merkez Bankası tekrar toplumun güvenini kazanana