Türkiye ile Rusya’nın uçak krizinin yarattığı husumeti aşıp dostluk tazelemesinin başlıca özelliği, bu sürecin çok hızlı bir şekilde gerçekleşmiş olmasıdır.
Fazla gerilere gitmeye gerek yok. Bir ay önce bile kim, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rus lideri Putin’in ani bir kararla St. Petersburg’da buluşacaklarını ve iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açacaklarını tahmin edebilirdi?
Rus askeri uçağının düşürüldüğü geçen kasım ayından sonra, iki tarafın birbirine karşı yönelttiği ağır suçlamaları, Rusya’nın Türkiye’ye karşı uygulamaya koyduğu yaptırımları, Ankara’nın buna karşı gösterdiği sert tepkiyi, kısacası iki ülke arasında hâkim olan gerginliği hatırlayın.
O günlerde neler söylendiğini herhalde bugün kimse anmak istemez.
St. Petersburg’da Erdoğan Putin’den “Değerli dostum” diye söz ederken, bazı Rusların şakacı bir ifadeyle Cumhurbaşkanı’na “Recep Tayyipoviç” adını takması, nereden nereye gelindiğini ortaya koyuyor.
Dünden bugüne...
Husumetten dostluğa bu hızlı geçişin diğer bir özelliği de tazelenen ilişkilerin kapsamının genişlemesidir.
İki taraf şimdi sadece ticareti, turizmi, yatırımları canlandırmak kararında değiller. Bu kez ilişkilerini stratejik işbirliği düzeyine erişti
Türkiye Batı ekseninden uzaklaşıyor mu?
Türk dış politikasında yeni yönelimlerin görüldüğü hallerde Batı’da hep sorulan soru bu...
Şu sıralar sorunun yeniden gündeme gelmesinin nedeni, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Ankara ile Batı başkentleri arasında bir gerginlik dönemine girilmesi ve Türk-Rus yakınlaşmasının tam da bu zamana rastlamasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın St. Petersburg’a gidip Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesi, Batı’nın Türk dış politikasındaki “eksen değişikliği” ile ilgili endişelerini ortaya çıkardı. ABD ve Avrupa medyası bu bağlamda duyulan tedirginliği açıkça yansıtıyor.
Kuşkusuz bu tür eleştiriler- veya suçlamalar Türkiye ile Batı arasındaki gergin havayı daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Oysa şimdi Batılı liderlerin “Biz yanlış veya eksik ne yaptık?” sorusunu sormalarının ve “Türkiye’yi kaybetmemek için ne yapılmalı?” konusunu gündeme getirmelerinin zamanı olsa gerek...
Alternatif değil
Evet, Ankara’nın dış ilişkilerinde bir hareketlenme ve yeni bazı açılımlar var. Türk-Rus ilişkilerine yeni bir yön veren Erdoğan-Putin görüşmesi bunun bir göstergesi...
Ancak bu Türkiye’nin Batı’dan kopmak niyetinde olduğu anlamına gelmez. Türkiye’
Türk dış politikasında çeşitli dönemlerde “ulusal dava” olarak kabul edilen sorunlar, belirleyici bir rol oynamıştır. Diğer bir deyişle, Türkiye dış dünyayla ilişkilerine, yabancı ülkelerin bu meselelerde aldığı tavra göre bir yön vermiştir.
Örneğin, 1960-70’lerde ve zaman zaman sonraki yıllarda Kıbrıs meselesi, Ankara’nın uluslararası camia ve özellikle Batılı ülkelerle ilişkilerini derinden etkilemiştir. Türkiye bu ülkelerin Kıbrıs’la ilgili tutumunu, onlarla ilişkilerinin “sıcaklık” veya “soğukluk” derecesi için bir kıstas olarak almıştır.
Özellikle 1970’lerde ABD ile bu nedenle yaşanan kriz, bunun açık bir göstergesidir.
Aynı şekilde 1970-80’lerden itibaren “Ermeni soykırımı” sorunu Türkiye’nin dış politikasında belirleyici bir faktör olmuştur.
Ankara Ermeni iddialarını benimseyen ülkelere sert tepki göstermiş, bazısıyla (Fransa gibi) ilişkilerinin kopma noktasına gelmesini dahi göze almıştır.
Son yıllarda PKK konusu da Türk dış politikasında önemli bir yer almış, Ankara komşu veya uzak ülkelerle ilişkilerine, onların PKK’ya karşı duruşlarına göre bir yön vermiştir.
Türkiye aynı değerlendirmesini, PKK’nın uzantısı saydığı PYD/YPG konusunda da yapmış ve bunun sonucu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün Rusya’ya yapacağı ziyaret iki bakımdan önem taşıyor.
Birincisi, bunun geçen kasımda Rus askeri uçağının düşürülmesinin yol açtığı krizden sonra, Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yüz yüze yapacağı ilk görüşme olması... Yedi ay süren bir gerginlikten ve kopukluktan sonra, haziran ayında başlayan temaslar ve karşılıklı mesaj değiş-tokuşu, normalleşme yolunu açan ilk adımlar oldu.
İkinci olarak, 15 Temmuz’daki darbe girişimi Türk dış politikasında (daha önceki yazılarımızda incelediğimiz) yeni bazı trend’ler yarattı.
Türkiye’nin Batılı dost ve müttefikleriyle bazı yeni uyuşmazlıklar ve gerginlikler çıkarken, Putin’in bu vesileyle Erdoğan’a gönderdiği destek mesajı, St. Petersburg’da ivedi bir buluşma fırsatını doğurdu.
Aslında iki liderin bu ayın sonunda Çin’de yapılacak G-20 zirvesi çerçevesinde bir araya gelmesi beklenirken, şimdi Rusya’da Türk-Rus ilişkilerinin ele alınacağı ikili bir görüşme olanağı sağlamlaşmış oluyor.
Ve böylece Erdoğan, başarısız darbe teşebbüsünden sonra ilk yurtdışı ziyaretini Rusya’ya yapıyor...
Stratejik anlamı
Bu iki nokta, Erdoğan’ın bugünkü Rusya ziyaretinin, her iki ülkenin de dış politikalarında taş
Türkiye başarısız darbe girişiminden sonra, birçok dost ülkeyle bir “anlayış eksikliği sorunu” ile karşı karşıya kaldı.
Ankara 15 Temmuz olayının ardından, kendisine yakın hissettiği ülkelerden askeri müdahalenin bertaraf edilmesi nedeniyle güçlü bir destek ve dayanışma gösterisi bekliyordu. Müttefiklerin dahi böyle bir jest yerine kısa mesajlarla (ve bazı tavsiyelerle) yetinmeleri, Ankara’yı hayal kırıklığına uğrattı. Hükümet yetkilileri bu davranışa tepki göstermekte ve kırgınlıklarını belirtmekte gecikmediler.
Bu durum Türkiye’nin özellikle Batı ile ilişkilerinde bir soğukluk yaratmış durumda...
Neden böyle davrandılar?
Ankara’nın darbe teşebbüsünden sonra dışarıdan beklediği sempati ve destek tezahüratını görülmemesinin çeşitli nedenleri var.
Aslında bu tür bir olayın fazla emsali yok. Başarısız bir darbe teşebbüsünden sonra yabancı devlet liderlerinin o ülkeye bir destek ve dayanışma ziyareti yaptığı da pek görülmedi.
Ama Ankara’nın açıkça hissettirdiği bu beklentisinin özellikle müttefikler tarafından dikkate alınıp yerine getirilmesi iyi olurdu. Bu ülkeler, tabir caizse, olayı “atladı”...
Bu “anlayış eksikliği”, Türkiye’de birçok çevre tarafından, Batı’nın ülkemiz hakkındaki ön yar
Başarısız darbe girişiminin dış politika üzerindeki ilk etkisi, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin sıkıntılı bir döneme girmesi oldu.
Ankara’nın ABD’den, kalkışmanın sorumlusu saydığı Fethullah Gülen’in iadesini istemesi, Washington’un da bu konuda ayak süren bir tavır alması, iki ülkenin ilişkilerinde ciddi bir kriz yarattı.
Aynı zamanda AB’nin kalkışmadan sonra Türk hükümetinin ilan ettiği OHAL çerçevesinde aldığı tedbirlere karşı sergilediği eleştirel duruş, Ankara ile Avrupa arasında gerginliğe yol açtı.
Aslında Türkiye’nin her şeyden önce dost ve müttefiklerinden beklentisi, 15 Temmuz olayını “darbe teşebbüsüne karşı demokrasinin galibiyeti” olarak algılamaları ve bu yönde Türkiye’ye desteklerini göstermeleriydi.
Batılı ülkeler Ankara’yı tatmin etmeyen kısa beyanlarla yetindiler. Üstelik Ankara’nın beklediği gibi hiçbirinin lideri bir dayanışma jesti için Türkiye’ye gelmeyi düşünmedi bile...
Hükümet çevreleri ve kamuoyu bunu Batılı dostların bir ilgisizliği, hatta çifte standart uygulaması olarak gördü...
Sert çıkış
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkilileri bu konuda duyulan düş kırıklığını, hatta kızgınlığı çok sert sözlerle dile getirdiler.
15 Temmuz kalkışmasının Türkiye’nin dış ilişkilerine yansımalarının siyasi boyutu kadar, ekonomik yönü de büyük önem taşıyor.
Genelde askeri darbeye sahne olan ülkeler uluslararası camianın merceği altına girerler. Bu ülkelerde olup bitenleri sadece hükümet yetkilileri ve diplomatlar değil, ekonomi ve finans çevreleri de dikkatle izlerler.
İş çevrelerinin bu konudaki hassasiyeti doğal karşılanır. Ülkelerin ekonomide birbirine bu kadar bağımlı oldukları bugünkü “globalleşmiş” dünyada böyle bir duyarlılığın gösterilmesini fazla yadırgamamalı...
Reyting tartışması
Türk ekonomisinin geliştiği ve kendisini küresel krizden uzak tutmaya çalıştığı bir sırada, 15 Temmuz darbesinin vuku bulması, gerçekten büyük bir talihsizlik.
Bu olay, siyasi alanda yakın veya uzak birçok ülkelerle ilişkilerimizde yarattığı sıkıntıların yanı sıra, ekonomide de yeni zorluklar doğuruyor.
Aslında darbe girişiminin başarısızlığa uğraması, rejimin ve hükümetin işbaşında kalması Türkiye’nin lehine kaydedilmesi gereken bir gelişmedir. Bunu birçok devlet başkanı ve yetkilisi açıkça beyan etti. Ama finans çevrelerinin Türkiye’deki bu gelişmelere bakışı daha karamsar ve negatif oldu.
Olaydan henüz 3 gün sonra bazı kredi der
Bu başlık altındaki yazılarımızda 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye’nin dış dünyayla ilişkileri üzerindeki olası etkilerini incelemeye çalışıyoruz.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki akşam El Cezire televizyonuna verdiği uzun röportajda bazı dış konularla ilgili söyledikleri, dış politikanın bundan sonra alabileceği seyir hakkında bazı ipuçları veriyor.
Buna ilaveten, OHAL’in ilanı açıklamasında da Cumhurbaşkanı’nın dış dünyaya vermeye çalıştığı mesajlar, Ankara’nın dış ilişkilerdeki duruşunu ortaya koyuyor.
OHAL tartışması
Türkiye’de OHAL’in ilanı Fransa ve Almanya başta olmak üzere bazı Batılı ülkelerden olumsuz tepkilere yol açmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı konuşmasında bunun gereğini açıklarken, demokrasiye ve hukuk devleti kurallarına bağlı kalınacağını belirtti ve Fransa’nın da terör karşısında OHAL’i 3 ay daha uzattığını hatırlattı.
Gerçek şu ki Batı’da Türkiye’de OHAL’in uygulanışı hakkında kaygılar var. Son günlerde çok sayıda gözaltına alma ve görevden uzaklaştırma gibi olaylar OHAL’in ölçüsüz uygulanabileceğine işaret sayılıyor...
Sonuçta bu konu Ankara ile Batı arasında yeni bir uyuşmazlığa yol açıyor...
İdam ve AB