Biri iyi, diğeri kötü iki haber aynı zamanda geldi...
İyi haber, Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile ilişkilerini normalleştirmeye yönelik diplomatik hamlesinde başarılı sonuçlar almasıydı... Kötü haber ise, İstanbul Atatürk Havalimanı’nın kanlı bir terör saldırısına maruz kalmasıydı...
Bu iki olayın aynı zamana denk gelmesi, bunların birbirleriyle ilintili olduğu izlenimini yaratmış görünüyor. Nitekim saldırıyı gerçekleştirdiği belirtilen IŞİD’in öylesine çarpıcı bir eyleme, Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile anlaşmasına bir karşılık vermek amacıyla giriştiğini söyleyenler veya yazanlar oldu.
Bizce böyle bir bağlantı kurmak doğru değil. Havalimanına girişilen saldırı çok önceden planlanarak yapılan bir eylemdir. Bunun Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile anlaşmasının ertesi günü düşünülüp gerçekleştirilmesi mümkün değil.
Neden Türkiye?
Aslında bu IŞİD’in Türkiye’de giriştiği ilk saldırı değil. Gerçek şudur ki Türkiye, IŞİD’in çoktan beri belirlediği bir hedef. Terör örgütünün Musul’daki Başkonsolosluğumuza baskınından bu yana Ankara’da, İstanbul’da ve diğer yerlerde birçok saldırıda bulunduğu biliniyor.
Meseleyi IŞİD’in Türkiye’yi başlıca hedeflerinden biri haline getirdiği gerçeğinin
İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine ilişkin anlaşmanın gerçekleşmesinden hemen sonra, Rusya ile son zamanlarda yaşanan krizin çözülmesi yolunun açılması, diplomasiyle en zor sorunların halledilebileceğini bir kez daha ortaya koydu.
Türk dış politikasının son dönemde ciddi sıkıntılar geçirdiği, Ankara’nın birçok eski dostunu kaybettiği, bölgesinde arzuladığı rolü oynamakta zorlandığı ve zaman zaman yalnızlığa düştüğü bir gerçek. Kuşkusuz, bunda bölgedeki olayların ve sorunların kızışmasına yol açan çeşitli aktörlerin önemli payı var. Ancak bu meseleler karşısında Ankara’nın aldığı pozisyonun ve izlediği politikanın da sıkıntıları artırdığını kabul etmek gerek.
Açıkçası, birçok ülke ilke ilişkileri geren ve bozan faktörlerin başında duygusal davranışlar, gereksiz sert sözler ve ideolojik müdahaleler geliyor.
Ankara son zamanlarda dış politikada bir “rektifiye” veya “ince ayar” yapmak gereğini duymuştur. Başbakan Binali Yıldırım’ın deyişiyle “daha çok dost, daha az düşman” amacı benimsenmiş, bu yöndeki diplomatik çabalara hız verilmiştir.
Şimdi bu yaklaşım ilk meyvelerini veriyor...
Diplomatik hamle
Rusya ile “barışma” sürecinin oldukça hızlı geliştiği görülüyor.
Dün resmen içeriği açıklanan Türk-İsrail anlaşması, 6 yıllık bir uyuşmazlık ve gerginlik döneminden sonra, yeni bir yakınlaşma ve işbirliği sürecine yol açacak bir dönüm noktası oluşturuyor.
Türk-İsrail ilişkilerinin Mavi Marmara olayından bu yana nereden nereye geldiği göz önünde tutulduğunda, 2 yıl süren temas ve müzakerelerden sonra varılan mutabakat, her şeyden önce diplomasinin bir zaferi sayılabilir. Bu aynı zamanda iki ülkenin ilişkilerini yeniden rayına oturtmak için gösterdikleri kararlılık ve çabanın başarısıdır.
Gelinen noktada Türk ve İsrail liderlerinin bu anlaşmayı kendi ülkeleri açısından bir kazanım olarak sunmaları doğaldır. Gerçi taraflar büyük resme bakıp ikincil saydıkları konularda geri adımlar atmışlardır. Ama varılan sonuç normalleşmeye karşı olanların muhalefetine rağmen iki tarafın ve de bölgenin hayrına sayılmalıdır...
Nereden nereye...
Her şeyden önce iki tarafın da bozulan ilişkilerini düzeltme arzusunu ve kararlığını göstermelerine iki önemli nedenin yol açtığını hatırlatmak gerek. Bunlardan biri, Suriye odaklı bölgesel gelişmelerdir. Bu olayların tehdidi ve baskısı altında kendilerini yalnızlaşmış da hisseden iki ülke, temas halinde olma ihtiyacını
Birleşik Krallık’taki AB referandumunun heyecanlı oy sayımının son saatlerinden sonra ortaya çıkan sonuç, sadece İngilizleri değil, Avrupa’yı ve bütün dünyayı şoke etti.
Gerçi bu hiç tahmin edilmeyen bir sonuç değildi.
Anketler AB’de “kalmak” veya Birlik’ten “çıkmak” isteyenlerin başa baş gittiğini gösteriyordu.
Ama son aşamada Britanya’nın AB üyeliğinin devam etmesi lehindeki görüşün hâkim olacağı umuluyordu.
Artık olan oldu. İngilizlerin tarihi kararı çok şey değiştirecek.
Kısa ve orta vadede bu değişikliğin İngiltere’nin hayrına olmayacağı açık.
Aynı şey AB için de söylenebilir.
Ama cin şişeden çıktı bir kere. Halkın iradesi,
Bütün dikkatlerin İngiltere’deki AB referandumu üzerinde odaklandığı bir ortamda, Türkiye’de de benzer bir halk oylaması fikri ortaya atıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeme getirdiği bu fikre göre, Türk halkına AB ile üyelik müzakerelerinin devam edip etmemesi konusundaki görüşü sorulabilir.
Bu bağlamda gerçi alınmış bir karar yok, ama bu fikrin önümüzdeki günlerde gündemde kalması olasılığı yüksek...
Cumhurbaşkanı referandum fikrini içeren konuşmasında, AB’yi Türkiye’nin üyeliği konusunda samimi davranmamakla, oyalamakla suçladı ve ülkenin Müslüman olmasının da bunda rol oynadığını öne sürdü.
Aslında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışına bir açıklık getirmek gereğini duydu ve bu söylenenlerin bir tehdit veya şantaj olarak algılanmamasını istedi, ancak referandumun da müzakere sürecinde bir tıkanma olduğu takdirde yapılabileceğini belirtti...
Bıkkınlık geldi
Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki sert çıkışı, Ankara’da son haftalarda AB’yi karşı duyulan güvensizlik ve hatta kızgınlık derecesinin yükseldiğini gösteriyor.
Bizim kısaca İngiltere dediğimiz, İngilizlerin tercih ettiği adıyla Birleşik Krallık veya Britanya, yarın, tarihi bir dönüm noktası oluşturacak olan bir halk oylamasına gidiyor.
Referandumun konusu, ülkenin Avrupa Birliği’nde kalması veya ondan çıkmasıyla ilgili. Haftalardan beri süren hararetli tartışmalardan sonra, oy sandığından ne sonuç çıkacağı şu anda dahi belli değil. Son anketler iki zıt görüşün taraftarlarını başa baş gösteriyor.
Belli olan tek şey, AB’de “kalmak ya da çıkmak” meselesinin Britanya halkını iyice böldüğüdür. Bunu sadece siyasi partiler arasında değil, halk arasında (ve de aynı ailelerin içinde) görmek mümkün.
Bu bölünmüşlüğün sandığa tam olarak nasıl yansıyacağını yarın gece sonuçlar ilan edildikten sonra anlayacağız.
Çıkarsa ne olur?
İngiltere’nin -veya Birleşik Krallık’ın- durup dururken neden AB ile bağları konusunda böyle bir referanduma gitmek ihtiyacını duyduğu sorulabilir. Aslında Başbakan Cameron geçen yıl bu kararı bir süreden beri bir kısım siyasilerin ve destekçilerinin Britanya’nın AB’den çıkması (Brexit) için yürüttükleri kampanyaya karşılık olarak almak zorunda kalmıştı. Ama bu arada da Cameron, muhaliflerin eleştirilerini de dikkate alarak, AB ile
Başbakan Binali Yıldırım’ın geçen hafta basına yaptığı geniş sunumda dış politikayla ilgili söyledikleri, iktidara geldikten hemen sonraki konuşmasında kullandığı “Daha az düşman, daha çok dost” ifadesine açıklık getirdi.
Başbakan’ın bu demecinde dört ülkeden -Rusya, İsrail, Mısır ve Suriye- söz etmesi, bunlarla ilişkilerin düzelmesine önem ve öncelik verildiğini gösteriyor.
Yıldırım’ın deyişiyle, Rusya ile ilişkilerde “geniş resim”e bakmak gerekiyor. Aslında halklar arasında düşmanlık yok. Uçak krizinin yarattığı gerginliğin giderilmesi iki ülkenin de yararına...
Diplomasi devrede
Ankara’nın zedelenen ilişkilerin onarımı için yaptığı jestlere karşı Moskova’nın tepkisinde henüz bir değişiklik yok. Rusya özür ve tazminat şartlarında ısrarlı. Ama Başbakan’ın bu konuda söyledikleri Türk diplomasisinin Rusya ile uzlaşma çabalarını sürdürmekte kararlı olduğunu gösteriyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki kriz çözülme yoluna giriyor mu?
Bu konuda bazı olumlu işaretler var. Rusya’nın milli bayramı münasebetiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rus mevkidaşı Putin’e yazdığı mektupta, ilişkilerin “hak ettiği yüksek düzeye” çıkarılması çağrısında bulunması bunun bir göstergesi. Buna karşılık Rus hükümet sözcüsünün Moskova’nın benzer arzusunu ifade etmesi de umut verici bir gelişme...
Ama söylemdeki bu karşılıklı jestlerin hemen fiiliyata yansıyacağı ve son yılların sıcak ilişkilerine kısa zamanda dönüleceğini tahmin etmek, aceleci ve fazla iyimser bir değerlendirme olur.
Siyasi şartlar
Fiiliyatta normalleşmenin önündeki engeller henüz ortadan kalkmış değil. Rus liderler -ve son olarak Rus sözcüsü- normalleşme için Moskova’nın şartları üzerinde ısrarlı.
Bu şartlardan biri -ve en tartışmalı olanı- Türkiye’nin geçen kasım ayında düşürdüğü uçak için resmen özür dilemesidir. Diğer bir şart da Türkiye’nin bu nedenle Rusya’ya tazminat ödemesidir.
Bu durum, daha önce Türkiye ile İsrail arasında yaşanan -şartlar farklı da olsa- “özür krizi”ni anımsatıyor. Bu kez bastıran taraf Rusya’dır. Türkiye ise Rus isteğine, bu hassas sözcüğü kullanarak karşılık vermeye hiç niyetli değil.