“Dünya bu insanlık dramı karşısında daha ne kadar hareketsiz ve aciz kalacak?..”
Halep’in amansız bombardımanlar altında inlediği bir ortamda BM Güvenlik Konseyi’ndeki olağanüstü toplantının karşılıklı suçlamalara tanık olması ve hiçbir karar alamadan dağılması, Suriye halkının gelecekle ilgili umutlarını tamamen yıktı.
Suriye ve Rus uçakları önceki gün ölüm yağdırmaya devam ederken, gözler Birleşmiş Milletlere çevrilmişti. Konsey’in en azından geçen hafta bir türlü uygulanamayan ateşkesin yeniden hayata geçirilmesine karar vereceği ve böylece Halep halkına insani yardımların ulaştırılabileceği umuluyordu.
Oysa Konsey Batılılarla Rusya ve Suriye arasında bir söz düellosuna sahne oldu. ABD Esad rejimini ve Rusya’yı giriştikleri hava saldırısıyla barbarca davranmakla suçladı. Rusya ise ABD’yi Suriyeli muhaliflerin saldırılarını engellememekle itham etti...
“İnsanlık öldü mü?”
Bu durum karşısında Halep’teki sivil halkın “Dünya ne yapıyor? İnsanlık öldü mü?” diye feryat etmesi doğal...
Ne var ki BM, ona bağlanan umutları yerine getirebilecek durumda olan bir örgüt değil. Dünya teşkilatının geçmişte uluslararası ihtilafları ve savaşları önlemek konusunda beklentileri de
Son zamanlarda şunu sıkça duyuyoruz: “Suriye krizinin çözümünü Suriyelilere bırakmalı. Bu sorunun bu kadar uzun zaman (yaklaşık 6 yıl) sürmesinin nedeni, dış güçlerin bu işe bulaşmasıdır. Onlar kendi çıkarlarına göre hareket ettikleri için, bu vesayet savaşı bir türlü bitmiyor…”
Arap Baharı ile Esad rejimine karşı başlayan Suriye’deki ayaklanmanın dış güçlerin müdahaleleriyle içinden çıkılmaz bir iç savaşa dönüştüğü doğrudur. Birbirleriyle amansız şekilde çatışan çeşitli Suriyeli güçlerin yabancı devletlerden aktif destek görmesi ve bu rakip ülkelerin de kendi çıkarlarına göre hareket etmesi, meseleyi enternasyonalize etmiş ve daha karmaşık hale getirmiştir.
Suriye krizine “müdahil” olan ülkelerin başında ABD, Rusya, İran, koalisyona katılan Avrupa ve Arap ülkeleri ve Türkiye yer alıyor.
Eğer bütün bu ülkeler Suriye’deki iç savaşı durdurmak için tek vücut olarak hareket etselerdi, herhalde bu iş çoktan sona ererdi. Ama müdahil devletlerin rakip bloklar oluşturması ve kendilerine taraftar Suriye’deki birbirine düşman güçleri desteklemesi savaşın hâlâ sürüp gitmesine neden oluyor.
Savaş içinde savaş
Ancak bu tespit esas sorunun Suriye’nin kendi siyasi dinamiklerinden kaynaklandığını da
Türkiye’nin Kuzey Suriye’de başlattığı askeri harekâttan yaklaşık bir ay sonra, sınır boyunca fiilen bir güvenli bölge oluşuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında “Fırat Kalkanı” harekâtının amacının bir güvenlik bölgesinin oluşmasını sağlamak olduğunu hatırlatarak şimdi bunun gerçekleştiğini belirtti ve böylece fiili durumu uluslararası platformda tescil etti.
Türkiye’nin Kuzey Suriye’de bir güvenli bölge kurmak amacının birkaç boyutu var. Birincisi, sınıra yakın bölgelere yerleşen ve Türkiye için güvenlik tehdidi oluşturan IŞİD’i buralardan söküp atmak, bu güçleri mümkün olduğu kadar Türkiye sınırından uzaklaştırmaktır. İkinci önemli amaç, PYD/YPG güçlerinin Kuzey Suriye’ye hakim olmalarını ve Fırat’ın batısına doğru yayılmalarını önlemektir. Üçüncü amaç ise bu bölgeye savaştan kaçan Suriyeli mültecilerin güvenli bir şekilde yerleşmelerini sağlamak, böylece savaştan sonra onların kendi topraklarında kalmalarına yardımcı olmaktır.
Bu arada “ Fırat Kalkanı” harekâtında güdülen siyasi amaç, Türkiye’nin Suriye krizinin çözümünde söz sahibi etkin bir aktör olmasını, “arazide” olduğu gibi “masada” da varlığını göstermesini sağlamaktır.
Ne zamana kadar?
Kısa zamanda
New York’ta BM Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde düzenlenen mülteci sorunuyla ilgili zirve çalışmalarına başlarken, Yunanistan‘ın Midilli adasından kötü bir haber geldi.
Suriye ve diğer bölge ülkelerinden kaçan göçmenlerin Türkiye yoluyla ulaştığı bu adadaki bir kampta kundaklama sonucunda yangın çıkmış, beş bin sığınmacı panik içinde kaçışmış ve sokaklara dökülmüş.
Haberlere göre, Almanya’ya gitmek isteyen bu göçmenlerin bir kısmı Türkiye’ye geri gönderilecekleri uyarısı üzerine çadırları yakmış. Neyse ki insan kaybı olmamış, ama pek çok göçmen barınaksız kalmış.
Bu olay, Ege sahillerinde ve dünyanın birçok yerinde devam etmekte olan mülteci dramının bir kesitini yansıtıyor. Bunun New York’taki zirve sırasında cereyan etmesi, herhalde mülteci sorununa çözüm aramak için bir araya gelen dünya liderlerine krizin vahametini bir kez daha hatırlatmış oluyor.
İnsanlık sınavı
Aslında liderler ve -bütün dünya- bu büyük insanlık faciasının farkında. Bu konuda çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Zirvede dağıtılan bir rapor, sorunun çözümü için ne gibi acil tedbirler alınması gerektiğini yeterince belirtiyor.
Ne var ki şimdiye kadar söylenenler ve yazılanlar hep lafta kaldı.
Suriye’de her yeni olay, sayısı çok kabarık olan yerli ve yabancı güçlerin hangilerinin kimden yana veya kime karşı oldukları konusundaki kafa karışıklığını biraz daha artırır.
ABD ve Rusya arasında varılan ve dün yedinci gününü dolduran ateşkes ve onu izleyen gelişmeler bu kaypaklığı bir kez daha gözler önüne serdi.
Aslında ateşkes anlaşması geçici bir süre için de olsa, silahların susacağı, Halep başta olmak üzere savaş bölgesindeki halka acil ihtiyaç duyduğu yardımların ulaşacağı ve belki de bunun barışçı bir çözüm yolunu açacağı umudunu yaratmıştı.
Ne yazık ki bu umutlar gerçekleşmedi. Bundan sonra ne olacağı belli değil veya çatışmaların yeniden başlaması olasılığı yüksek. Acil yardım konusuna gelince, konvoylar hâlâ sınırda bekliyor...
Bu yetmezmiş gibi, mevcut karmaşayı derinleştiren yeni olaylar oldu. Bunların başında ABD uçaklarının hiç beklenmedik şekilde Suriye askeri hedeflerini bombalaması ve sayıları 60 ila 80 küsur arasında bildirilen Suriyeli askerin ölümüne yol açması olayı geliyor.
Kasıt var mı, yok mu?
Bu ateşkes ortamında Esad’ın ordusunun böyle bir hava saldırısına maruz kalması büyük bir skandal.
ABD makamları bu operasyonun ateşkes kapsamının dışında tutulan cihatçı
Kurban Bayramı’nın başladığı geçen pazartesi gününden itibaren Suriye’de yürürlüğe giren ateşkes, bazı ihlallere rağmen, tuttu; beş yıldan beri savaş halinde yaşayan halk nispi bir sükûnet içinde sokaklara çıkıp rahat bir nefes alabildi.
Şimdi mesele, bu çatışmasızlık durumunun devam edip etmeyeceği ve yıkılmış bölgelerdeki perişan insanlara yardımların hızla ulaşıp ulaşamayacağıdır.
Uzun ve çetin müzakerelerden sonra varılan ateşkes anlaşmasının “geçici” ve kısmi” olduğunu unutmamak lazım. ABD ile Rusya’nın ilan ettiği ateşkes, 7 günlük olup buna iki gün daha eklendi. Yani bu sürenin sonunda tarafların gene silahları konuşturmaya başlaması tehlikesi var...
Hangi muhalifler?
Anlaşmanın diğer özelliği, kapsamının sınırlı tutulmasıdır. IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi radikal örgütler ateşkesin dışında tutuldu. Yani bu örgütlere, nerede bulunursa bulunsunlar, atış serbest... Nitekim bayram günlerinde de onlarla çatışmalar sürdü. Şimdiki ateşkes durumu uzatılsa dahi IŞİD ve cihatçı gruplarla savaş durmayacak, buna karşılık Esad’ın ordusu ile “ılımlı” diye tanımlanan muhalif güçler birbirlerine ateş etmeyecek... Ancak bunda da bir kafa karışıklığı var: “Ilımlı” muhalifler kimleri
Şakası bile utanç verici ve düşündürücü...
ABD’nin başkanlık seçimlerine Özgürlükçü Parti adına aday olarak giren eski New Mexico eyaleti valisi Garry Johnson’a, NBC televizyonundaki bir söyleşide soruyorlar: “Seçilirseniz Halep için ne yapacaksınız?”. Johnson şaşkın: “Halep nedir?” (What is Aleppo) diye soruyor. Sunucu “Şaka mı ediyorsunuz?” diyor ve Halep’in Suriye’de bombalar altında yıkılmakta olan önemli bir kent olduğunu anlatıyor. Johnson bu kez “Ha şu mesele, anladım” diye kıvırıyor!..
Dünyanın bir numaralı süper devletinin başına geçmek iddiasında bulunan bir politikacının bu cehaleti, Suriye’deki insanlık dramı karşısında uluslararası camianın ilgisizliği ve hareketsizliğinin nedenini anlatmaya yetiyor.
Halkın çilesi
Tarihi Halep kenti, Suriye’de beş yıldır devam eden iç savaşta en çok zarar gören ve 2 milyon nüfusunun en çok acı çektiği yerlerin başında geliyor. Kent ikiye bölünmüş durumda: Batısı Esad’ın ordusunun, doğusu ise muhalif El Fetih savaşçılarının kuşatması altında. Kentin bazı noktaları devamlı el değiştiriyor. Son zamanlarda Esad’ın güçleri güney kesiminde bazı kazanımlar elde etti. Bunu yaparken hava bombardımanıyla birçok binayı yerle bir etti ve daha
Üçüncü haftasına giren “Fırat Kalkanı” harekâtı, gerek Türkiye’nin dış politikasında, gerekse Suriye’deki güç dengesinde, gözlerin önüne yeni bir tablo seriyor.
Bu operasyonun başlıca özelliği, planlama ve zamanlama açısından, tamamen Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleşmesidir. Bunun için hazırlanan diplomatik zemin (Rusya ile normalleşme, ABD ile müzakereler, İran’la temaslar vs.) bu askeri müdahalenin uluslararası camia tarafından da kabul görmesini sağlamıştır.
Diplomatik alandaki bu başarının yanı sıra, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte yürüttüğü askeri operasyon bu kısa süre içinde bir zafere ulaşmıştır.
“Fırat Kalkanı” harekâtının bir amacı, Kuzey Suriye’de, Türk sınırına yakın bölgede kümelenen (ve oradan Kilis gibi Türk kentlerine ateş eden) IŞİD güçlerini bertaraf etmekti. Bu, planlandığı gibi, süratle gerçekleştirildi. Diğer bir amaç da, daha önce yapılan uyarılar çerçevesinde, PYD/YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesini ve orada kendi hâkimiyeti altında bir koridor kurmasını önlemekti. Bu da gerçekleşmek yolundadır.
Fiili durum
Şimdiye kadar bu harekâtın sağladığı başlıca kazanım, Kuzey Suriye’de fiilen bir güvenli bölgenin oluşmasıdır.
Bu