Manchester’daki menfur terör saldırısının ardından, dünya liderlerinin vurguladığı başlıca nokta, terörizmle mücadelede uluslararası dayanışmanın ve işbirliğinin şart olduğudur.
Libya kökenli intihar bombacısının IŞİD adına giriştiği katliamın hedefi olan çoğu çocuk ve genç kurbanların kanı daha kurumadan, dayanışma bağlamında, birbiriyle çelişen iki gelişme oldu.
Bunlardan biri, Manchester’daki olayla ilgili istihbarat paylaşımı konusunda İngiltere ile ABD arasında ortaya çıkan anlaşmazlıktır. İngiltere’nin bu katliamla ilgili soruşturmada elde ettiği gizli bilgileri ABD ile paylaşmasından hemen sonra bütün bu detayların Amerikan medyasına sızdırılması, Londra’da büyük öfke yarattı. Bu şartlarda İngiliz hükümetinin bu tür istihbarat paylaşımına devam etmeyeceği belirtildi.
Terörizme karşı tam bir birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulduğu bir zamanda, iki yakın müttefikin birbirine düşmesi, çok ters bir gelişme.
İkinci olay daha pozitif: Dün Brüksel’de yapılan NATO Zirvesi’nde, İttifak, IŞİD’e karşı savaşan ABD önderliğindeki koalisyona katılmaya karar verdi. Gerçi bazı NATO üyeleri koalisyonun içinde yer alıyor, ama bu kez 28 üyeli İttifak böyle bir tutum sergiliyor. Ancak NATO
ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk yurt dışı seyahatinde gerçekleştirdiği “ilkler”den biri de, Suudi Arabistan’dan İsrail’e direkt uçuşu oldu.
Riyad ilk kez bir uçağın kendi semalarını aşarak Telaviv’e gitmesine izin verdi. Bu, kuşkusuz Suudi rejiminin, Trump’a yapmak istediği bir jestti. Ama bunun Ortadoğu’da havanın değişmekte olduğunu gösteren siyasi bir anlamı da vardı.
Bir süreden beri Suudi Arabistan’la İsrail arasında gizli temasların cereyan ettiği ve zımni bir yakınlaşmanın başladığı gözleniyor.
Bu gelişmeye yol açan başlıca faktör, Suudi Arabistan’ın İran’ı kendisi ve Körfez bölgesi için bir tehdit olarak görmesi ve onunla (Yemen’de olduğu gibi) açıkça çatışma halinde olmasıdır.
Malum, İran İsrail’in de en büyük düşmanı. Bu hem Riyad’ı, hem Telaviv’i, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” noktasına getirmiş bulunuyor.
Kim kiminle...
Başkan Trump’ın üzerinde çalıştığı yeni Ortadoğu stratejisinin siklet merkezinde, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, “güvenlik” konsepti yer alıyor.
Suudi ve diğer Müslüman ülkelerin liderleriyle görüşmelerinde Trump, terörle mücadele amaçlı kolektif bir işbirliği sisteminin kurulması fikrini ortaya attı. Trump bu fikri Suudiler ve diğer bölge ülkeleri içi
Seçim kampanyası sırasında İslam’ın aleyhinde söylemediği şey kalmadı. Seçildikten sonra Başkan olarak ilk icraatı da 7 Müslüman ülke vatandaşlarının ABD’ye girişine yasak koymak oldu...
Donald Trump’ın İslam ile ilgili tavrını değiştirmesi için fazla zamana ihtiyaç olmadı. Bu kez kesin bir “U dönüş” yaparak ilk dış ziyareti için İslam’ın merkezi Suudi Arabistan’ı seçti ve Riyad’da ikili temasların yanı sıra 55 Müslüman ülkenin liderlerinin katıldığı bir toplantıda konuşarak önemli mesajlar verdi...
Kısacası, İslam dünyası karşısındaki tavrı açısından eski agresif Trump gitti, onun yerine barışık Trump geldi...
Değişiklik nedeni
Trump’ın tutumundaki bu değişikliğin nedenini anlamak pek zor değil. Politikacıların özellikle seçim kampanyalarında popülist konuşmalar yaptıkları, ama iktidara geldikten sonra daha gerçekçi davranmak ihtiyacını duydukları malum. Trump da şimdi ulusal çıkarların ne olduğunu, devlet kurumlarının ne gibi politikalar planladığını öğreniyor. Nitekim Trump’ın NATO’dan Çin’e kadar birçok dış politika konusunda eski tutumunu değiştirmekte olduğu görülüyor.
Trump’ın başarılı bir iş adamı olarak uluslararası ilişkilere de alışveriş ve kazanım açısından baktığı
Washington’daki Erdoğan-Trump görüşmesinden sonra, Türk-Amerikan ilişkilerine hakim olacak olan üç temel faktörü şu sözcüklerle ifade edebiliriz: Güvenlik... Güvence... Güven...
Türkçede ortak bir kökene dayanan bu üç sözcüğün içerdiği anlam öyle görünüyor ki önümüzdeki haftalarda ve aylarda Ankara ile Washington arasındaki ilişkilere yön verecek...
***
GÜVENLİK’ten başlayalım:
Bu, son zamanlarda Türkiye’nin sadece içte değil, dışta da bir numaralı meselesi oldu. Terör tehdidinin boyutları, PKK’dan FETÖ’ye ve IŞİD’e kadar yayıldı. Terörle mücadele Türkiye için bir beka meselesi haline geldi. Sınır dışından gelen tehdit Türkiye’yi “Terörü geldiği yerde vurmak” prensibine dayalı yeni bir “güvenlik doktrini” benimsemeye sevk etti. Buna dayanarak Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye topraklarına girdi. DAEŞ ve YPG’nin saf dışı edilmesi Ankara’nın başlıca stratejik hedefi oldu.
Bu duruş, Türkiye ile ABD’yi derin bir anlaşmazlığa düşürdü. Ankara Washington’dan YPG konusunda beklediği “tercih”i göremedi, hatta Trump’tan da umduğunu sağlayamadı. Dolayısıyla, Beyaz Saray’daki görüşmeden sonra da iki tarafın pozisyonları farklı kalmaya devam etti.
Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle, Türkiye
Bu yazıyı yazarken, aramızdaki büyük saat farkı nedeniyle Washington’daki Erdoğan-Trump buluşması henüz gerçekleşmediği için, görüşmelerin sonuçları üzerindeki yorumumuzu daha sonraya bırakıyoruz.
Bu arada Cumhurbaşkanı’nın mayıs ayı seyahat programının anlamı üzerinde durmakta yarar vardır. Erdoğan 3 günlük ziyarette bulunduğu Çin’den, Kuzey Kutbu üzerinde 14 saatlik uçuştan sonra Washington’a ulaştı. Bugün ABD’den Ankara’ya dönüşüyle hızlı bir “devriâlem”i tamamlamış olacak.
Cumhurbaşkanı daha önceki günlerde başka önemli dış ziyaretler yaptı: Çin’den önceki yolculuğu Hindistan’a idi. Daha önce Soçi’ye gidip Rus mevkidaşı Putin
ile görüştü. Bu arada önemli bir Körfez ülkesi olan Katar’a gitti...
Bitmedi, Cumhurbaşkanı ay sonunda Brüksel’e gidip hem NATO toplantısına katılacak, hem de AB yetkilileriyle görüşecek...
Bu seyahat tablosunda yer alan ülkeler, Türk dış politikasının Batısı ile Doğusu ile, Kuzeyi ile Güneyi ile, çeşitli yönlere açılımını sergiliyor...
Çok boyutlu
Gerçekten bu tablonun içinde, ABD ve NATO üyeleri dahil, Ankara’nın eski dost ve müttefiklerinin yanı sıra ilişkilerini geliştirmek istediği Rusya’nın, Çin’in ve de Hindistan’ın yer alması, anlamlı.
Evet, kritik gün geldi çattı...Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün Washington’da Başkan Donald Trump ile yapacağı görüşme, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği bakımından olduğu gibi, Türk dış politikasının bundan sonraki seyri açısından da belirleyici olacak.
Cumhurbaşkanı son demeçlerinde bunun önemini belirtmek için “Milat”, “Virgül değil, nokta mesafesi”, “Müttefik sayılmıyorsak kendi başımıza karar veririz” gibi
ifadeler kullandı...
Bugün Beyaz Saray’daki buluşma, Türk-Amerikan ilişkilerinin çok kırılgan ve gergin olduğu bir zamanda gerçekleşiyor. Bu, iki ülke arasında yaşanan ilk kriz değil tabii. Yakın geçmişte zaman zaman sıkıntı yaşandığı dönemler oldu. Bu kez özellikle Türk tarafının Beyaz Saray’daki görüşmeye müttefik ilişkilerinin geleceği açısından bir dönüm noktası ve karar anı olarak baktığı görülüyor.
Bu görüşmelerde sanki en belirleyici unsur da ABD’nin Suriye’de YPG’ye verdiği destektir. Başkan Trump’ın geçen hafta YPG’ye ağır silahlar verilmesine ilişkin kararı imzalaması, diğer bazı uyuşmazlıkları ikinci plana itip gündeme tamamen hâkim kıldı. Trump’ın bu konuda alacağı
nihai tavır, ikili ilişkilere verdiği önemin bir kıstası haline geldi...
Orta yol var mı?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Çin-ABD yolculuğuna çıkarken yaptığı basın toplantısında, daha önce de dile getirdiği temennisini tekrarladı ve Washington’a gelinceye kadar Başkan Donald Trump’ın YPG’ye askeri yardım konusunda verdiği karardan döneceğini umduğunu söyledi.
Trump önümüzdeki salı günü Beyaz Saray’da Erdoğan ile yapacağı görüşme öncesinde -veya bu görüşmeler sonucunda- YPG ile ilgili kararından vazgeçer ve Ankara’nın talebini yerine getirir mi?
Türkiye’nin isteği ve beklentisi, ABD’nin Suriye’de IŞİD’in merkezi Rakka’ya karşı girişilecek operasyonun dışında tutması ve bu Kürt örgütünü PKK’nın uzantısı bir terör şebekesi olarak kabul etmesidir.
Analistler Trump’ın Erdoğan’ın şimdiye kadarki demeçlerinde ifade ettiği şekliyle bu talebi kabul etmesi ve hafta başında kesinleştirmiş olduğu YPG’ye askeri destek kararından geri adım atması ihtimalinin çok zayıf olduğu kanısındalar.
Oldubitti...
Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, Trump yönetimi, Pentagon’un da etkisiyle, YPG’yi desteklemeye resmen angaje olmuş ve onun Rakka operasyonunda yer alması noktasında bir oldubitti yaratmış durumda...
Dolayısıyla, bu saatten sonra Trump’ın bu kararından vazgeçmesi söz
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretine bir hafta kala, ABD Başkanı
Donald Trump’ın YPG’ye silah yardımı yapılması kararını imzalaması beklenen
bir olay değildi.
Türkiye Erdoğan-Trump buluşmasının başarılı geçmesi için gereken altyapıyı hazırlamış, bu amaçla Washington’a giden Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, üst düzey Amerikan yetkililerine YPG başta olmak üzere belli başlı meselelerle ilgili Ankara’nın görüş ve beklentilerini aktarmıştı.
Böyle bir ortamda Trump’ın durup dururken açıkladığı kararın Ankara’da şaşkınlık ve öfke yaratması doğal.
Akla hemen gelen soru şu: Trump bu kararını vermek için neden acele etti? Bu konu Beyaz Saray’da Erdoğan ile yapılacak görüşmelerde ortak bir anlayışla ele alınmayacak mıydı?
Belli ki Trump bunları bile bile kararını almış. Zamanlamanın kötü olmasına da aldırmamış...