Bir Türk Cumhurbaş-kanı’nın 65 yıldan beri Yunanistan’a yaptığı ilk resmi ziyaretinin kameraların önünde tartışma ve gerginlikle başlayacağı hiç hesapta yoktu...
Atina’da ev sahibi olarak Yunan Cumhurbaşkanı Pavlopulos’un, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşıladığında kapalı kapıların ardındaki müzakerelerde ele alınması gereken hassas bir konuyu, Lozan Antlaşması’nı ortaya atması, herkesi (hatta Yunanlıları dahi) şaşırttı.
Yunan Cumhurbaşkanı Lozan Antlaşması’nın değiştirilmesinin söz konusu olmadığını belirtirken, aslında Erdoğan’ın ziyaret öncesinde bir Yunan televizyonuna söylediklerine cevap vermek istemişti. Erdoğan o demecinin bir yerinde, Lozan Antlaşması’nın güncelleştirilmesi gerektiğini belirtmişti.
Canlı yayınla herkesin gözü önünde cereyan eden Lozan tartışması, iki tarafın şimdi de gündeme getirilen bu meselede de birbirlerinden ne kadar farklı bir tutum içinde olduklarını açıkça ortaya koydu...
Aynı nakarat
Bu konu daha sonra Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Çipras ile yaptığı müzakerelerde de tartışıldı ve ortak basın toplantısındaki karşılıklı ifadelerden de anlaşıldığı gibi, aynı zıt pozisyonlar savunuldu.
Diğer bir deyişle, Lozan ile ilgili görüşmeler bir “sağırlar diyaloğu”
ABD Başkanı Donald Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını vermekle “Pandora’nın kutusu”nu açtığının, yani ateşle oynadığının farkında mı?
Kendisine önceden bütün dünyadan gelen “Sakın bunu yapma” uyarılarına aldırmayan Trump, aklına koyduğunu yerine getirmekte tereddüt etmedi. Bunu yaparken de 20 yıldan beri daha önceki başkanların söz verip yapmadığını gerçekleştirebildiği için kendisini övdü...
Peki, Trump’ı şu sırada böyle bir çıkış yapmaya iten sebep nedir?
Başkan açıklamasında seçim kampanyasında verdiği sözü başlıca neden olarak gösterdi ve şimdi bu vaadini yerine getirmekte olduğunu belirtti.
Kuşkusuz iç politika mülahazası bu kararında önemli bir rol oynuyor. Trump iktidarda ama muktedir değil. Çeşitli devlet kurumlarının baskıları altında. Şimdi bu kararın kendisinin “sözünün eri” olduğunu göstereceğini umuyor.
İlk kurban, barış...
Trump açıklamasında da belirttiği gibi, bu kararının Arap-İsrail barış sürecine katkıda bulanacağına inanıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hafta Yunanistan’a yapacağı ziyaretin en anlamlı yanı, bunun bir Türk liderinin 65 yıldan beri komşu ülkeye gerçekleştireceği ilk resmi gezi olmasıdır.
Bundan önceki Atina ziyareti, Kasım 1952’de, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından yapılmış ve bu da Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir sayfa olarak kaydedilmişti.
Ne var ki 1960’larda, özellikle Kıbrıs krizi nedeniyle, ilişkiler bozulmuş, hatta zaman zaman iki ülke bir çatışmanın eşiğine dahi gelmiştir.
Yıllar boyunca Ankara ile Atina arasında soğuk ve gergin bir hava esmeye devam etmiş, ancak 1990’larda Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in Yunanlı mevkidaşı Yorgo Papandreu ile kurduğu yapıcı diyalog, iki ülkeyi yeni bir anlayışla birbirine yakınlaştırmıştır. Bu konsept her şeyden önce halklar arasında dostça temasların kurularak bir güven ortamının yaratılmasını ve bunun katkısıyla siyasi anlaşmazlıkların halline çalışılmasını öngörüyordu.
Daha sonraki yıllarda da uygulanan bu strateji gerçi mevcut ihtilafları çözmedi, ama genelde iki ülkenin daha normal ilişkiler kurmasına imkân verdi.
Eski sorunlar
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti ilişkilerin düzelmesi ve dostluğun bir adım daha ileriye
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump ile son telefon görüşmesinden sonraki açıklamasında “Kendisiyle ortak bir frekansı yakaladık” şeklinde bir ifade kullanması ilk bakışta şaşırtıcı görünmüş olabilir.
Kuşkusuz iki lider arasındaki diyalogda böyle bir ortak anlayışın sağlanmış olması olumlu bir gelişme. Ancak iki lider arasında bu “ortak frekans” yakalandığı sırada, Türk-Amerikan ilişkilerinin giderek bozulduğu ve kritik bir aşamaya girdiği de bir gerçek.
Trump’ın son telefon görüşmesinde Erdoğan’a ABD’nin, Suriye’de YPG güçlerine silah sevkiyatını keseceği sözünü verdiği söylendi. Ne var ki daha bu açıklamanın mürekkebi kurumadan Pentagon’dan buna ters düşen bir tepki geldi ve YPG ile işbirliğinin devam edeceği belirtildi.
Dolayısıyla, kafalar karıştı ve bir kez daha Beyaz Saray ile Pentagon ve benzeri kurumlar arasındaki ayrışma ve iki başlılık açıkça ortaya çıkmış oldu...
İki başlılık olunca...
ABD’nin YPG’ye desteği, Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına yol açan sorunlardan sadece bir tanesi. Tam şu sırada Reza Zarrab davası sürecinin başlamasıyla ilişkilerde çok kritik bir noktaya geliniyor. Ayrıca tabii FETÖ sorunu da ciddi bir kriz odağı olarak duruyor. Bazı
Geçen cuma günü Mısır’ın Sina Yarımadası’nda Bir el-Abed kasabasındaki bir camiye karşı girişilen ve 300’den fazla kişinin dua sırasında ölümüne neden olan dehşet verici terör saldırısı iki gerçeği gözlerin önüne serdi.
Bunlardan biri, IŞİD veya DAEŞ’in kollarının her tarafa uzandığı ve son olarak Irak’ta ve Suriye’de uğradığı yenilgiye rağmen varlığını başka yerlerde gösterdiğidir.
IŞİD’in ideolojisini ve amaçlarını paylaşan militanlar, başka ülkelerde örgütün bir nevi şubeleri gibi hareket edip vahşi eylemlerini sürdürebildiklerini açıkça ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan DAEŞ’e karşı Irak’ta ve Suriye’de yıllardır süren kanlı mücadelenin sona ermekte olduğu umudu doğmuş da olsa, ortak kaynaklı şiddetin aynı coğrafyada veya ondan çok uzaklardaki diyarlara yayılmayacağı anlamına gelmiyor.
En kötüsü...
Sina’daki katliamın ortaya koyduğu diğer gerçek de Mısır’ın son üç yıldan beri saldırılarını tırmandıran teröristlerle bir türlü baş edemediğidir.
IŞİD Sina Yarımadası’nda varlığını 2014’te resmen ilan etti. Bu çöl bölgesini seçmesinin nedeni de buranın geçmişte ilgisizliğe ve ihmale uğramış olmasıdır.
IŞİD bu bölgede çeşitli hedeflere yöneldi: Güvenlik güçlerine saldırdı, turist taşıyan bir
Türk, Rus ve İran liderlerinin katılımıyla yapılan Soçi Zirvesi, herhalde tarihe Suriye’nin geleceğini şekillendirmeye yönelik bir dönüm noktası olarak geçecek.
Bu toplantıyla, Suriye’de 7 yıldır süren amansız savaştan sonra nihayet “siyasi çözüm süreci”ne geçişin ilk adımları atılıyor.
Üç liderin bu konudaki prensip kararı, bazı temel unsurlar içeriyor: Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunması, yeni bir anayasanın hazırlanması
ve serbest seçimlerin yapılması gibi...
Soçi’deki mutabakatın diğer önemli bir unsuru da bu yeni süreçte yapılacak müzakerelere Suriye toplumunun çeşitli etnik ve mezhepsel gruplarının katılmasını öngören 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının da esas alınmasıdır...
“Şeytan detayda”...
Kuşkusuz şimdi önemli olan, Soçi’de varılan bu prensip mutabakatından sonra, pratikte “siyasi çözüm süreci”nin nasıl hayata geçirileceğidir.
Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi,
Son zamanlarda Türkiye ile Batı’nın arasını açan olaylar dizisine şimdi de NATO ile patlak veren kriz eklenmiş durumda...
Norveç’te düzenlenen NATO dijital tatbikatında Atatürk’ün ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düşman ülke liderleri olarak gösterilmesi, Türkiye’de haklı bir infial yarattı. Ankara derhal askerlerini bu tatbikattan çekmekle karşılık verdi. Türk siyasi liderleri tepkilerini sert bir dille ifade etti...
NATO Genel Sekreteri başta olmak üzere ittifakın önderleri bu olanlardan dolayı özür dilediler. Bu skandalın sorumlusu olan iki askeri personelin görevine son verildi ve gereken soruşturma açıldı...
Türkiye açısından mesele kapanmış değil. Ankara bu olayın perde gerisini de ortaya çıkartacak tatbikatın derinleştirilmesi ve tüm sorumluların cezalandırılması gerektiği mesajını verdi.
Skandalın yarattığı kızgınlık kamuoyuna da yansıyan duygu seli içinde, Türk siyasi çevrelerinden medyaya kadar, NATO müttefikliğinin sorgulanmasına yolaçmış bulunuyor.
Kimin işi?
Kuşkusuz bu olayın NATO ile ciddi bir kriz noktasına gelmesinde, son zamanlarda ABD başta olmak üzere, Batı dünyasıyla çıkan uyuşmazlıkların ve gerginliğin etkisi var. Türkiye’de bütün bu olayları, Batı’nın gelişen ve daha
Cumhur-başkanı Erdoğan hafta başında Soçi’ye hareket etmeden önce havalimanında verdiği demeçte, Rusya Devlet Başkanı Putin ile ABD Başkanı Trump’ın Suriye’de “siyasi çözüm” konusunda vardıkları anlaşmayı eleştirerek, “askeri çözüm” düşünülmediğine göre bu ülkelerin Suriye’den askerlerini çekmesi gerektiğini söylemişti. Cumhurbaşkanı, Soçi’de Putin ile görüşmesinde bu konuyu gündeme getireceğini de açıklamıştı...
Gerçekten Erdoğan-Putin buluşmasında konu çeşitli yönleriyle tartışıldı. Aynı günün akşamında, ortak basın toplantısında Erdoğan Suriye’de siyasi çözümle ilgili Trump-Putin mutabakatını memnuniyetle karşıladığını ve bunun siyasi çözüm için bir zemin oluşturacağına inandığını belirtti...
Soçi buluşması öncesinde ve sonrasında yapılan iki açıklama arasındaki çelişki Cumhurbaşkanı’nın izah ettiği şekliyle Türk pozisyonundaki değişikliği açıkça ortaya koydu...
Esad ile mi, Esad’sız mı?
Cumhurbaşkanı’nın sabahki demecinde karşı çıktığı, akşamki açıklamasında ise olumlu karşıladığı Trump-Putin anlaşması, daha önce BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar çerçevesinde “siyasi çözüm” için yeni çabalar harcanmasını öngörüyor. Buna göre, barış sürecinde Suriye’nin toprak