Aylardan beri Kıbrıs’tan söz edilmiyordu. Tabii bunun başlıca nedeni, Türkiye’nin gündemine, TSK’nın Suriye’de giriştiği operasyonların ve çeşitli Ortadoğu meselelerinin hâkim olması, diğer bir neden de müzakerelerin kesildiği geçen temmuzdan sonra Kıbrıs’la ilgili herhangi yeni bir gelişmenin olmamasıdır...
Olası yeni bir hareketlilik için adanın iki kesiminde seçimlerin yapılması bekleniyordu. Şimdi bu da tamamlanmış durumda.
Rum kesiminde başkanlık seçimlerinin ikinci turu önceki gün muhafazakâr DİSİ Partisi lideri Nikos Anastasiadis’in yeniden iş başına getirilmesiyle sonuçlandı. Böylece Rum yönetiminde bir değişiklik yok.
KKTC’de ise geçen ay yapılan genel seçimlerden sonra, hafta sonu, sol eğilimli Cumhuriyetçi Türk Partisinin (CTP) önderliğinde, 4 partili geniş bir koalisyon kuruldu. Aslında seçimlerden daha önceki iktidardaki sağcı Ulusal Birlik Partisi (UBP) birinci parti olarak çıktı, ama yeni koalisyonu kuramayacağı anlaşılınca, CTP lideri Tufan Ergürman bu işi başardı. Böylece Türk kesiminde bir iktidar değişikliği gerçekleşti...
Gene gündemde
Kıbrıs’ta her iki tarafta da seçimler dönemi tamamlandığına göre, bundan sonra ne olacak?
Müzakerelere yenibir start için
Türkiye’de NATO üyeliğinin ve AB katılım sürecinin tartışıldığı bir ortamda, Kadir Has Üniversitesi’nin düzenlediği bir kamuoyu araştırmasının sonuçları, halkın bu konularla ilgili eğilimlerine yeni bir ışık tuttu.
İç politika ve ekonominin yanı sıra, dış politika meseleleri üzerinde 26 il merkezinde 11 Aralık 2017 ile 7 Ocak 2018 tarihleri arasında yapılan bu kamuoyu araştırmasından çıkan en ilginç sonuçlardan biri de halkın geniş bir kesiminin NATO ve AB üyeliğine iyi bir gözle baktığıdır.
Son zamanlarda NATO’dan çıkılması yönünde seslerin yükselmesine karşın, bu ittifak ilişkilerinin durdurulmasını isteyenlerin oranı sadece yüzde 11’den, askıya alınması gerektiğini düşünenlerin oranı da yüzde 20’den ibaret. Buna karşılık NATO’ya “devam” diyenler yüzde 59’u buluyor...
AB ile yaşanan krizlere ve onun aleyhindeki beyanlara rağmen, üyeliğe “evet” diyenlerin oranı yüzde 57.8; yani bir yıl önceki orandan (yüzde 45.7) daha yüksek. Bu bağlamda AB ile katılım müzakerelerinin kesilmesini isteyenler yüzde 26, askıya alınmasını destekleyenler yüzde 29, devamdan yana olanlar ise yüzde 43...
***
Araştırmanın dış politika bölümünün diğer önemli bir sonucu da dış tehdit algısıyla ilgili. Ankete
Rusya’da ve Mısır’da önümüzdeki martta başkanlık seçimleri yapılacak. Olayın iki ülkede birbirine yakın tarihte olması basit bir tesadüf. Ama asıl rastlantı, Rusya’da da, Mısır’da da son günlerde seçim kampanyasının “olaylı” geçmesi ve iktidardaki liderlerin karşısına çıkan esas adayların diskalifiye edilerek gözaltına alınmalarıdır...
Aslında Rusya’nın ve Mısır’ın siyasi yapıları ve kültürleri birbirlerinden çok farklı. Mısır’ın başında 4 yıl önce bir darbeyle iktidarı ele geçiren bir askeri yönetim var. Ülkenin hâkimi durumundaki Mareşal Abdülfettah Sisi, cumhurbaşkanı seçimlerinde başlıca aday... Rusya parlamenter sistemden başkanlık rejimine geçen bir ülke. Daha önce başbakanlık yapmış olan devlet başkanı Vladimir Putin Stalin’den beri bu ülkede iktadarda en uzun süre kalan lider. Ve şimdi de en güçlü cumhurbaşkanı adayı...
Bütün farklılıklar arasında dikkati çeken benzerlik, iki ülkede de liderlerin rakiplerinden hoşlanmamaları, kendilerine karşı çıkmalarına pek tahammül etmemeleri ve de onların önünü kesmek için ellerinden geleni yapmalarıdır.
Farklı şartlar
İki ülkede son günlerde görülen tablo şöyle:
- MISIR’da seçim kampanyasında cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyan eski
Bir umut vardı: Cumhur-başkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın telefon görüşmesinde, özellikle “Zeytin Dalı” operasyonundan sonra iki ülkenin Suriye politikalarında ortaya çıkan anlaşmazlık giderilecek ve karşılıklı pozisyonlar yakınlaştırılacaktı...
Bu olmadı. Aksine, görüş ayrılıkları daha belirgin hale geldi; yani makas daha da açıldı...
O kadar ki görüşme konusunda Ankara’da ve Washington’da yapılan yazılı açıklamalarda bile bir uyum sağlanamadı... Beyaz Saray’ın versiyonundaki bazı ifadeler Cumhurbaşkanlığı Külliyesi tarafından yalanlandı!
Bu da Suriye ile ilgili son gelişmelerin Ankara ile Washington arasındaki uçurumun daha da derinleşmiş olduğunuaçıkça ortaya koydu.
Zıt pozisyonlar
Görüşmeyle ilgili açıklamalara ve beyanlara göre, temel konularda karşılıklı pozisyonlar şöyle özetlenebilir:
- Erdoğan, Trump’a “Zeytin Dalı” harekâtının geçerliliğini ve meşruluğunu anlattı, operasyonların YPG terör odaklarını tamamen ortadan kaldırıncaya kadar devam edeceğini belirtti ve ABD’nin bu örgüte sağladığı silah desteğine derhal son vermesini istedi...
-
Türk Silahlı Kuvvet-leri’nin Afrin’e yönelik “Zeytin Dalı” harekâtı uluslararası platformda çok şeyi değiştirecek gibi... Operasyonun daha başında bunun ilk işaretleri ortaya çıktı bile.
Harekât Suriye meselesiyle doğrudan ilgili aktörleri pozisyonlarını ve rollerini gözden geçirmeye, hatta tutumlarında yeni bir ayar yapmaya zorlamış durumda. Bu siyasal hareketliliğin bölgedeki güç dengelerini nasıl etkileyeceği herhalde önümüzdeki günlerde ve haftalarda daha iyi anlaşılacak...
Rusya’nın tercihi
Afrin cephesindeki harekâtın başlamasıyla birlikte başlıca aktörlerin takındığı tavra ve bunun uluslararası yansımalarına kısaca bakalım.
- RUSYA’dan başlayalım: Harekât öncesinde çok merak edilen konu, Moskova’nın Afrin hava sahasını Türk askeri uçaklarına açıp açmayacağıydı. “Zeytin Dalı” operasyonunun başarılı olması için Rusya’nın bu onayı vermesi çok önemliydi. Ne var ki şimdiye kadar Ruslar Afrin’deki YPG’yi destekliyordu. Moskova bu kez Türkiye ile PYD/YPG arasında bir tercih yapmak zorundaydı.
Türk diplomasisinin çabası istenen sonucu verdi: Rusya’nın TSK’ya yeşil ışık yakması, bölge stratejisinde önemli bir değişikliği ortaya koydu. Böylece Rusya PYD/YPG’yi amiyane tabiriyle “satmış”
Günlerden beri Türk halkı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’de YPG’nin elindeki Afrin’e karşı askeri operasyon başlattığı haberini heyecanla bekliyor. Şu satırların yazıldığı saate kadar bu beklenti gerçekleşmedi. Ama bu, önümüzdeki saatlerde olmayacak demek değil tabii...
Askeri bakımdan bütün hazırlıklar tamam; ama harekât emrinin henüz verilmemiş olması konunun diplomasi alanına kaymış olmasından kaynaklanıyor.
Türkiye’nin askeri müdahalede bulunmak konusundaki kararlılığını duyurmasından sonra çok şey değişti. ABD daha önce kurulacağını ilan ettiği
YPG ağırlıklı Suriye Güvenlik Gücü konusunda “geri adım” attı veya en azından bu konudaki tutumunu değiştirdi... Olası Afrin operasyonu konusunda günlerden beri susan Rusya, harekâtı engellemeye yönelik bir tutum almayacağına dair ilk işaretlerini vermeye başladı...
Rusya ne diyecek?
Ankara hem askeri hazırlıklarını hem de diplomatik çabalarını iki ayrı konuda yürüttü. Bunlardan biri, Afrin operasyonu ile ilgilidir ve bunun esas muhatabı da Rusya’dır.
Bu bölge Rusya ordusunun denetimi altındadır ve buranın hava sahasına da Ruslar ve Esad rejimi hâkimdir. Dolayısıyla, TSK’nın Afrin’e karşı harekâtının Moskova ile koordine
Artık an meselesi: Cumhur-başkanı Erdoğan’ın son konuşmalarında verdiği mesaja göre, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’nin kuzeyindeki Afrin kentinde bulunan YPG güçlerine karşı askeri operasyonu “bir haftaya kalmaz” her an gerçekleşebilir...
Bu harekâtla ilgili hazırlıklar tamam. TSK İdlib’deki mevzilerinden Afrin’deki bazı YPG hedeflerini top ateşine tabi tutmaya başladı bile...
Cumhurbaşkanı’nın sözleri çok sert ve net: TSK Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridorunun kurulmasına asla izin vermeyecek, Afrin’den Münbiç’e kadar YPG’yi işgal ettiği yerlerden temizleyecek ve mücadelesini “tek bir terörist kalmayıncaya kadar” sürdürecek...
Cumhurbaşkanı’nın bu konuda sergilediği kararlılık, Türkiye’nin bunu ulusal güvenliği açısından bir beka meselesi saymasından kaynaklanıyor. PKK’nın uzantısı olarak YPG’nin oluşturduğu tehdide karşı Türkiye öz savunma tedbirlerini alma hakkına sahiptir. Aynı hakkını benzer gerekçelerle kullanan diğer birçok ülke gibi...
Risk hesabı
Kuşkusuz bu tür operasyonlar -bütün zorunluluklara rağmen- birtakım riskler göz önünde tutulmadan yapılmaz.
Afrin’e karşı girişilecek operasyonla ilgili riskler, özellikle siyasi alandadır:
Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya gelmesiyle Suriye konusunda oluşturulan Astana süreci, görünüşe göre, ciddi bir sarsıntı geçiriyor.
Sürecin amacı, 6 yıldır süren kanlı savaşa son vermek ve barış ortamını hazırlamaktı. “Astana üçlüsü” ilk adım olarak özellikle İdlib gibi hassas bölgelerde rejimle El Nusra gibi cihatçıların dışındaki muhalif güçler arasında ateşin kesilmesini sağlamak konusunda anlaşmıştı.
Bu çerçevede üç “garantör” ülkenin askeri birlikleri İdlib’de belirli kesimleri kendi kontrolleri altına alıp, “çatışmasızlık” durumunun yürürlükte kalmasına
göz kulak olacaktı...
Son gelişmeler bu planların gerçekleşmesinde sıkıntılar çıktığını ortaya koydu. Süreç çatışmasızlık durumunun ihlallere uğraması nedeniyle, ilk kez Türkiye ile Rusya’nın karşılıklı suçlamalarına ve sürtüşmelerine sahne oldu.
Kim başlattı?
Astana üçlüsü içindeki uyuşmazlığın ilk açık işareti, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Rusya’nın ve İran’ın Ankara büyükelçilerini çağırıp ateşkesin korunmasına ilişkin sorumluluklarını hatırlatması ve uyarıda bulunmasıyla ortaya çıktı. Türkiye Esad kuvvetlerinin İdlib’deki saldırılarına dikkati çekerek, “garantör” ülke olarak Rusya’nın ve de İran’ın bu gibi ihlalleri