ABD Başkanı Trump’ın Suriye’deki Amerikan askerlerini “çok yakında” çekeceğine dair yaptığı sürpriz açıklamanın arkası gelmedi. Diğer Amerikan yetkililerinden bu kararı teyit eden aydınlatıcı bir
söz duyulmadı! ABD Dışişleri Bakanlığı böyle bir karardan haberinin olmadığını itiraf etti. Belli ki Trump bu kez de karar alırken en yetkili kurumlara danışmadı bile...
Dolayısıyla, Trump bu açıklamasıyla ABD içinde ve dışında herkesi şaşırttı. Bu nedenle, sorulan soru şu: ABD gerçekten Suriye’den kuvvetlerini çekecek ve Trump’ın deyişiyle “bu işi başkalarına bırakacak” mı? Bu, ABD’nin Suriye politikasında bir değişikliğin işareti mi? Yoksa sadece bir “deneme balonu” mu?..
Değişen ne?
İlginç olan husus, Trump’ın açıklamasının ABD’de fazla ilgi görmemesi, Amerikan basınında dahi doğru dürüst ele alınmamasıdır. Bu, Trump’ın söylediklerinin pek ciddiye alınmadığı anlamına mı geliyor acaba?
Türkiye gibi Suriye meselesiyle doğrudan ilgili olan ülkelerde yapılan yorumlar, ABD’nin Suriye’deki askerlerini “çok yakında” çekeceğine pek ihtimal verilmediğini gösteriyor.
Bu şüphenin birkaç önemli nedeni var:
- ABD’nin şimdiye kadar sürdürdüğü
Cumhur-başkanı Erdoğan’ın Varna’da AB yöneticileriyle yaptığı görüşmelerden sonra çok şey söylendi, çok şey yazıldı... Ama vatandaş hâlâ şu soruyu soruyor: “Bizi alacaklar mı, almayacak-lar mı?”
Aslında Varna’dan bu sorunun kesin yanıtının çıkması beklenmiyordu. Yani aylarca süren gerginlikten ve kesintiden sonra en üst düzeyde gerçekleşen bu buluşmanın amacı, AB’nin Türkiye’yi tam üye olarak kabul etmeye hazır olup olmadığını açıklamak değildi.
Nitekim AB’nin en yetkili iki yöneticisi -Konsey Başkanı Tusk ve Komisyon Başkanı Juncker- bu konuda açık ve net herhangi bir niyet beyanında bulunmadı, bir yol haritası ve takvim de telaffuz etmedi...
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda yaptığı konuşmalarda “Sabrımız tükendi, artık bizi almayacaksanız açıkça söyleyin” mesajını vermişti...
“Alacağız” demediler, ama “almayacağız”da diye bir şey söylemediler. “Gündemde konuşulacak daha birçok mesele var; onlar üzerinde diyaloğumuzu sürdürelim” mesajını verdiler. O kadar...
Askıya alınmış olan üyelik müzakerelerinin devamı, yeni fasılların açılması, açılan fasılların kapatılması gibi süreçle ilgili önemli konulara değinilmedi bile...
Yeni başlangıç
Bu durumda Varna toplantısıyla Türkiye-AB iliş
Bundan üç yıl önce Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adası açıklarında zengin doğal gaz yataklarının var olduğu ortaya çıktığı zaman, bunun Kıbrıs anlaşmazlığının çözümünü kolaylaştıracak yepyeni bir motivasyon oluşturacağı söylenmişti...
Öyle ya, şimdi adadaki iki halkın refah düzeyini yükseltecek bir imkân doğuyordu. Denizin dibinden çıkarılacak doğal gaz Türkiye bağlantılı bir boru hattından Avrupa piyasalarına sevk edilecek, bundan herkes kazançlı çıkacaktı...
Bu, tarafların ve ilgili ülkelerin bir an önce Kıbrıs meselesinin çözümü için
özel bir çaba harcamalarına değmez miydi?
O günlerde BM başta olmak üzere uluslararası diplomasi bu yönde faaliyete geçti ve taraflara bu fikri telkin etmeye çalıştı. Fakat çok geçmeden, bu “motivasyon”un da müzakerelerde bir işe yaramadığı görüldü. Nitekim müzakereler gene eski temel noktalarda takıldı ve sonuçta görüşmeler kesildi.
Üstelik bu kez, suların dibindeki enerji yatakları, taraflar arasında yeni bir anlaşmazlık ve gerginlik kaynağı oldu.
Çatışma riski
Son zamanlarda bu konu sadece adadaki iki toplumu değil, Türkiye ile Yunanistan’ı, hatta Türkiye ile AB’yi de karşı karşıya getirdi.
Türk Silahlı Kuvvet-leri’nin Afrin’i kontrolü altına almasının askeri bakımdan olağanüstü bir zafer sayılması için birçok neden var. Olayın diplomatik bakımdan da önemli bir başarı olarak görülmesi için mevcut nedenler de az değil...
Mehmetçik’in bu cephedeki başarılarını şöyle özetleyebiliriz:
- TSK ÖSO ile birlikte Afrin’in merkezine neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan, rahatlıkla girebildi. Oysa burada YPG’nin yoğun bir sokak savaşına hazırlandığı biliniyordu. TSK’nın ilerlemesi karşısında YPG böyle bir savaşı göze alamadı, silahlarını dahi bırakıp kaçmayı tercih etti.
- Afrin’in ele geçirilmesi sırasında Türk tarafı şehit vermediği gibi, sivil halktan da ölen ve yaralanan olmadı; ayrıca kentin binaları da (Doğu Guta ve Rakka’daki durumun aksine) hiç zarar görmedi.
- Afrin operasyonunun mayıs ayına kadar süreceği tahmin ediliyordu. YPG’nin Mehmetçik’le başa çıkamayacağını anlaması ve kenti terk etmesi sayesinde operasyon kısa sürede tamamlanabildi.
- Bu başarı bundan sonraki hedeflere yönelişi kolaylaştırıyor. Ayrıca Türkiye’nin öteden beri amaçladığı bir güvenli bölgenin oluşturulmasını sağlıyor ve bir Kürt koridorunun kurulmasını önlüyor...
Sağlam kazanımlar
Afrin zaferinin dipl
Rusya’nın siyasi hayatına 18 yıldan beri hâkim olan Vladimir Putin’in pazar günkü seçimlerde yeniden 6 yıl için Devlet Başkanı seçilmesi kimseyi şaşırtmadı.
Bunun beklenen bir sonuç olmasının iki esas nedeni var. Birincisi, Putin’in güçlü ve aynı zamanda popüler bir lider olmasıdır. Halkın çoğunluğu ondan memnundur. Seçimlerin sonucu kendisine verilen bir “güvenoyu” ve “devam” işareti niteliğindedir...
İkinci neden, Putin’in karşısındaki muhalefetin bölünmüş ve zayıf olmasıdır. Yani seçimlere katılan diğer 7 aday, onunla boy ölçüşebilecek çapta politikacılar değil. Dolayısıyla, çoğu seçmenin gözünde bunlar bir alternatif olarak görülmüyorlar.
Putin’in bu seçimde oyların yüzde 76.6’sını kazanmasına yardımcı olan başka ikincil nedenler de var tabii. Örneğin, Aleksi Navali gibi daha güçlü muhaliflerin aday olmasına izin verilmemesi gibi. Ya da sandıklarda birtakım hilelerin yapılması gibi... Ne var ki bunlar dahi Putin’in bu yarıştaki galibiyetini engelleyecek nedenler değil...
Başarı sicili
Rus halkının hatırı sayılır çoğunluğunun Putin’i 2024 yılına kadar iktidarda görmek istemesinin de birkaç önemli nedeni var. SSCB’nin dağılmasından az sonra politikaya atılan Putin, kısa zamanda başarı
Dünya sanki yeni bir Soğuk Savaş’a doğru gidiyor: Karşılıklı sert çıkışlar, birbirlerine karşı ağır suçlamalar, giderek tırmanan gerginlikler...
1990’lardan önceki Soğuk Savaş döneminde yaşanan “bloklaşma” geri dönüyor gibi... Batı ile Rusya’nın arası bir süredir açılıyor,
bu cepheleşme özellikle vesayet yoluyla da Ortadoğu’da kendisini gösteriyordu.
Son günlerde havayı sertleştiren olaylar zincirine yeni halkalar eklendi.
Bunların başında İngiltere’de eski bir Rus casusunun ve kızının esrarengiz bir şekilde zehirlenmesi olayı geliyor. İngiliz hükümeti, Sergey Skripol adlı ajanın ve kızı Yulia’nın hayatına kastetmek isteyenlerin arkasında Rusya’nın bulunduğunu
iddia etti.
Sürpriz çıkış
Başbakan Theresa May beklenmedik bir çıkışla Rus hükümetine bu konudaki sorumluluğunu kabul etmesi için bir ültimatom verdi, aksi halde birtakım sert yaptırımların uygulanacağını bildirdi.
Daha birkaç hafta öncesine kadar birbirlerine karşı söylemedikleri laf kalmamıştı: Hakaretler, küfürler, suçlamalar...
Ve bir günde her şey değişiverdi: ABD Başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un buluşup yüz yüze görüşecekleri ilan edildi!
Peki, bu nasıl oldu?
Aslında jest Kim’den geldi... Yani bu Kim’in hamlesi...
Neredeyse nükleer bir savaşa gidileceği korkusunun yayıldığı bir ortamda, geçen ay Güney Kore’de yapılan Kış Olimpiyatları, böyle bir inisiyatif için kaçırılmaz bir fırsat yarattı. Bu vesileyle
Kore Yarımadası’nın iki düşman kardeşi, yalnız sporcularıyla değil, üst düzey yöneticileriyle de bir araya geldi. İki taraf ilişkilerini düzeltmek için yakında liderler düzeyinde oturup görüşmek konusunda anlaştı...
Ama geçen cuma günkü açıklamadan da anlaşıldı ki Olimpiyatlar, Kim Jong-un’un, Güney Kore aracılığıyla, Başkan Trump’a o hiç beklenmeyen buluşma teklifini iletmesine vesile oldu...
Spora şükretmek lazım! Bu sayede diplomaside ne sürprizler olabiliyormuş...
İtalya’da geçen pazar günü yapılan parlamento seçimlerinin sonucu, Avrupa’da son zamanlarda görülen önemli bir siyasal trendi pekiştirdi.
Bu trendin özelliği, Avrupa demokrasilerinde merkez ve sol partilerin giderek zayıflaması, buna karşılık popülist ve radikal hareketlerin güçlenmesidir.
Avrupa’nın birçok ülkesinde adeta bir “domino etkisi”yle yayılan bu trend, kimilerine göre halkın beklentilerini artık karşılamayan, köhneleşmiş siyasi düzenin değişmesi için bir umut, kimilerine göre ise siyasi istikrarı, sosyal huzuru ve de ulusal beraberliği tehlikeye sokacak bir kâbus...
Çeşitli Avrupa ülkelerindeki son seçimlerden çıkan sonuçlar bu bağlamda toplumsal kutuplaşmayı da gözlerin önüne seriyor.
‘İttifak’ neye yarar?
İtalya’da sandıktan çıkan tablo, sözünü ettiğimiz trendin tipik bir örneğini açıkça sergiliyor.
“Çizme”de benzer veya birbirine yakın eğilimli partiler, seçimlere “ittifak” kurarak girerler. Bu kez sağcı ve solcu partilerin oluşturduğu rakip iki ana ittifak, hem birbirleriyle hem de nispeten yeni ortaya çıkan popülist bir partiyle yarıştı. “Beş Yıldız” adındaki bu popülist parti tek başına en çok oyu (yüzde 32.6) alarak bu seçimlerin adeta yıldızı oldu. Aralarında aşırı