Türkiye’de geçmiş seçim kampanya- larında dış politika nispeten az değinilen ve tartışılan bir konuydu. Partiler seçim bildirgelerinde bu sorunlara, iç siyasal ve ekonomik konulara kıyasla, çok sınırlı yer ayırırlardı. Mitinglerde de liderler ve diğer adaylar dış politikadan neredeyse hiç söz etmezlerdi...
Bunun bir nedeni, Türkiye’nin gündeminde seçmeni çok yakından ilgilendiren dış politika meselelerinin bulunmaması, diğer bir nedeni de partilerin bu alanda söyleyecek önemli ve özgün şeylerinin olmamasıydı.
Bu durum şimdi değişmiş görünüyor. Türkiye’nin etrafı ateş çemberi içinde. Ankara’nın dost ve müttefikleriyle başı dertte. Türk diplomasisi bölgesel hatta küresel roller üstleniyor. Türk Silahlı Kuvvetleri sınır ötesi operasyonlar yapıyor, komşu ülkelerde askeri bir varlık gösteriyor...
Türkiye’de dış meseleler artık “sokaktaki adam”ın ilgi alanına giriyor. Seçmen artık dış politikayla ilgili şeyler de duymak istiyor...
Stratejik hedef
Bu bakımdan siyasi partilerin bu kez seçim beyannamelerinde dış politikaya daha geniş yer vermesi doğal. Seçim beyannamelerinde dış politika konusunda yazılanlar, daha “kitabi” ve genel niteliktedir. Yani o partilerin spesifik dış meselelerde ne
Türkiye’nin son günlerde geçirdiği finansal kriz sırasında sık sık duyulan sözlerden biri, bu sıkıntının “dış kaynaklı” oyunların ve manipülas- yonların sonucu olduğudur.
Bu görüşe göre, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen “dış odaklar” (daha açık ifadesiyle, Batılı ülkeler ve kurumlar) bu kez ekonomik enstrümanlar kullanarak Ankara’nın yolunu kesmeye çalışıyor. Bu oyun, dış güçlerin bir süreden beri Türkiye’yi -ve şimdiki Türk hükümetini- zayıflatmak için giriştiği geniş kampanyanın bir parçasını oluşturuyor.
Son para krizinde birtakım spekülasyonların ve manipülasyonların yer aldığı, hatta bazı mihrakların siyasi amaçlı hareketler planladıkları doğru kabul edilse dahi, yaşanan krizin tek ve asıl nedenini dış güçlere atfetmek, gerçeği tam yansıtmaz.
Ekonomi uzmanları yaptıkları objektif değerlendirmelerde bu krizin daha çok ekonomik ve finansal nedenlerine yeterince ışık tutmuşlardır.
Bunu sırf dış odakların Türkiye’yi sevmediklerinden veya güçlenmesini istemelerinden dolayı kirli oyunlara girişmelerinin bir sonucu olarak göstermek, kolaycı ve ezberci bir davranıştır.
Komplo algısı
Eğer öne sürülen bu iddia doğruysa, her şeyden önce neden tüm “dış odakların” Türkiye’ye karşı harekete
Bir ülkede ki yıllık enflasyon yüzde 13 bini buluyor... Yiyecek kıtlığı had safhada; halk marketlerde saatlerce değil, günlerce kuyruklarda beklemek zorunda... Bir kilo etin fiyatı bir memurun veya işçinin aylık maaşı kadar... Ülkeden göç edenlerin sayısı bir milyonun üstünde...
Ve bu şartlar altında yapılan başkanlık seçimlerini, iktidardaki kişi, ikinci 6 yıllık bir dönem için, oyların yüzde 67.7’sini alarak kazanıyor!
Böyle şey olur mu demeyin. Venezuela’da olan bu. Beklenen bir sonuçtu ama gene de şaşırtıcı...
Venezuela’nın solcu devrimci lideri, eski otobüs şoförü Nicolas Maduro’nun sandıktaki bu başarısının birkaç nedeni var.
Her şeyden önce katılım oranı, ülke tarihinde görülmemiş derecede düşük; yüzde 46... Sebebi de muhalefet partileri ittifakının seçimleri boykot etmesi. Seçmen de bir nevi protesto olarak sandık başına gitmedi... Maduro zayıf iki rakip adayın karşısında gücünü rahatlıkla gösterdi...
Muhalefetin boykot kararının nedeni de Maduro’nun erken -veya baskın- seçim kararı vermesi ve diğer partilere hazırlanma fırsatını vermemesi. Kaldı ki Maduro’nun otoriter rejimi son zamanlarda birçok muhalif politikacıyı, aydını, gazeteciyi hapse atmıştı.
Maduro’nun, kendi devrimci
İsrail’in Gazze’de giriştiği katliamın siyasi izdüşümü ne olacak? İsrail’e karşı tepkide birleşmiş görünen dünya, cezalandırıcı veya caydırıcı tedbirler alacak mı?
Şu anda herkes bu ve benzeri soruların yanıtını arıyor.
Hemen şunu hatırlatalım: Bu Gazze’de meydana gelen bu türden ilk trajik olay değil. Daha geçen aralıkta ABD Başkanı Trump’ın Kudüs ile ilgili kararı dünyayı ayağa kaldırmış, gerginlik ve çatışmalara yol açmıştı. O zaman ABD’ye karşı gösterilen tepki, Trump’ı Filistinlilerin “Nakba” (Felaket) gününde Telaviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararını hayata geçirmesine, İsrail’in de Gazze’de protesto gösterileri yapan halkı ateş altına tutmasına engel olmamıştır.
Dünya neden seyirci?
Dünyanın bu ve buna benzer olaylar karşısında seyirci kalması da bir “ilk” olmaktan uzaktır. Aynı dünya son zamanlarda Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de de binlerce sivilin hayatına mal olan katliamlara sessiz kalmıştır. Dünya derken, tabii buna Batılılar da, Rusya da, Çin de, Arap ülkeleri de, yani uluslararası camianın geniş bir kesimi dahil...
Ne yazık ki “dünya düzeni” böyle. Bencil çıkarların hâkim olduğu, kuralların ve kurumların etkisiz kaldığı bir dünya...
Gazze katliamı bu kez
ABD Başkanı Donald Trump’ın inadı inat! Ne pahasına olursa olsun, kafasına eseni yapıyor, verdiği sözleri yerine getiriyor.
Henüz geçen hafta Trump İran’la nükleer anlaşmadan tek yanlı çekilmişti... Daha önce de -İklim Değişikliği Anlaşması’nı feshetmekten Meksika sınırında duvar örmeye kadar- beklenmedik tek yanlı kararları hayata geçirmişti.
Ve dün sıra ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşımaya geldi. Trump aylar önce bu niyetini açıkladığı zaman kıyamet kopmuş, BM’den bunu önlemeye yönelik bir karar çıkmıştı. Trump bunların hiçbirine aldırış etmedi. Onun nazarında “önce Amerika” var. Daha doğrusu, kendisi var, kendi düşünceleri ve inançları var.
Tek yanlı hareket ettiği her olayda bu mizacı kendisini gösteriyor. İnatçılığı, aşırı öz güveni, kendini beğenmişliği, saldırganlığı, üstünlük kompleksi açıkça yansıyor...
Kudüs ile ilgili inatçılığının itici gücünü de Evangelist dini inançları oluşturuyor. Trump İsrail’deki elçiliği “kutsal kent” Kudüs’e taşırken, kendisini bu inanca bağlı milyonlarca Amerikalıya seçim kampanyasında verdiği sözü yerine getirmiş sayıyor!
Ama bu hareketi Arap ve İslam dünyasındaki milyonları ayağa kaldırmış, Filistin topraklarında kan dökülmesine yol açmış,
Beklenen oldu ve ABD Başkanı Donald Trump, önünde duran seçeneklerin en kötüsünde karar kılarak İran’la 2015’te imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini ve bu ülkeye karşı en ağır ekonomik yaptırımları hayata geçireceğini açıkladı.
Dünya şimdi şok içinde bu kararın yaratacağı sonuçları tartışıyor. Trump’ın, en yakın müttefiklerinin tavsiyelerine karşın neden böyle bir karar almakta ısrar ettiği soruluyor; ABD’siz anlaşmanın akıbetinin ne olacağı, İran’ın buna nasıl bir karşılık vereceği, bölgede ve dünyada ne gibi krizlerin ve hatta çatışmaların çıkacağı merak ediliyor.
Şu sırada herkesin kafasını kurcalayan başlıca soruları kısaca ele alalım.
***
- ABD anlaşmadan neden çekildi?
Trump daha seçim kampanyası sırasında, selefi Obama’nın imzaladığı bu anlaşmaya şiddetle karşı çıkmış, iktidara gelince bundan çekileceğini söylemişti. Önceki gün ilan ettiği kararla seçmenlerine verdiği sözü tutmuş görünmek istiyor. Oysa CNN’nin yaptığı ankete göre Amerikan halkının yüzde 63’ü ABD’nin bu anlaşmadan çekilmesine karşı...
Trump’ın öne sürdüğü gerekçe, anlaşmanın İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemeyeceğidir. Oysa Batılı müttefikler dahil uluslararası camia, İran’ın anlaşmaya bağlı
Biri Ortadoğu’nun sıcak bölgesinde, diğeri de Kuzey Afrika’nın kritik bir noktasında, iki Arap ülkesinde pazar günü seçmenler sandık başına gittiler.
Genelde totaliter rejimlerin hüküm sürdüğü bir coğrafyada yer alan Lübnan’da ve Tunus’ta serbest seçimlerin yapılması kendi başına önemli bir gelişme. Bu iki olayın dikkat çekici ortak bir yanı da, bu seçimlerin yıllardan beri ilk kez gerçekleşmiş olmasıdır. Lübnan’da parlamento seçimleri 2009’dan beri yapılmamıştı... Tunus’ta da yerel seçimler 2011 devriminden beri cereyan etmemişti...
Bu iki olayın benzer bir yanı da, sandığa giden seçmen oranının çok düşük olmasıdır: Lübnan’da yüzde 49, Tunus’ta ise yüzde 33 civarında.
Seçimlere bu ilgisizliğin çeşitli nedenleri var. Yapılan anketlerin gösterdiği gibi, halkın büyük kısmı politikacılara güvenmiyor, onların verdikleri sözleri tutmadıklarını hatırlatıyorlar.
Aslında halkın geniş kesimi değişim istiyor. Ama anlaşılan, değişimin sandıkla gerçekle-şebileceğine pek inanmıyor.
Seçim kampanyasında Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun hep şu mesajı tekrarladı: “Değişim istiyorsanız, muhakkak sandığa gidin”...
Ama bu pek öyle olmadı. Siyasi tabloda da önemli bir değişiklik gerçekleşmedi. Hizbullah
İlginç bir çelişki: Nükleer kriz Uzakdoğu’da yatışırken, Yakındoğu’da kızışıyor...
Kuzey ve Güney Kore liderlerinin tarihi buluşmasından sonra, bölgede bütün dünyayı da içine çekebilecek bir çatışma tehlikesi azaldı ve ABD’nin de katıldığı bir yumuşama havası esmeye başladı...
Buna karşılık, şu sırada Ortadoğu’da yeni bir nükleer kriz patlamak üzere. İran’la 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın yürürlükten kalkması ve nereye varacağı belli olmayan bir çatışma dönemine girilmesi söz konusu...
Önümüzde 12 Mayıs gibi kritik bir tarih var. ABD Başkanı Trump o tarihe kadar İran’la nükleer anlaşmadan çekilip çekilmeyeceğine karar verecek. Kendisinin Obama döneminde imzalanan bu anlaşmaya şiddetle karşı çıktığı biliniyor. Oysa anlaşmanın diğer tarafları olan Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin, Trump’ın çekilme kararı vermesine karşı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Şansölyesi Merkel son Washington ziyaretlerinde Trump’ı ikna etmeye çok çalıştı; ama bu çabalar boşa çıktı...
Dolayısıyla, 12 Mayıs’ta ABD Başkanı’nın “Anlaşmadan çekiliyoruz” mesajını vermesi, sürpriz olmayacak...
Sil baştan...
Tam bu sırada İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, İran’ın nükleer çalışmalarıyla ilgili on