Türkiye, Rusya ve İran’dan oluşan “Astana Üçlüsü”nün Tahran Zirvesi’nden 10 gün sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi’de gerçekleştirdiği görüşme birçok bakımdan anlamlı işaretler veriyor.
Aslında Tahran Zirvesi, Astana süreci çerçevesinde beklenen sonucu vermemişti. Bu zirve öncesinde Rusya ve Suriye rejiminin İdlib’de giriştiği bombardımanlar karşısında Erdoğan bir ateşkes önerisinde ve siyasi çözüm çağrısında bulunmuş, ancak Putin’in buna itirazı umutları sarsmıştı. Masadaki bu anlaşmazlık sahaya da yansıdı, havadan ve karadan bombardımanlar birkaç gün daha devam etti, çoluk çocuk birçok sivil öldü...
Bu arada Türk diplomasisi devreye girdi. Ankara özellikle Rusya’yı ateşkes ve siyasi çözüm konusunda ikna etmek için uluslararası platformda harekete geçti. Fransa, Almanya ve Rusya ile İstanbul’da diplomatik ve teknik düzeyde dörtlü bir toplantı düzenledi. BM’deki temaslarını yoğunlaştırdı ve İdlib’de kapsamlı bir çatışmasızlık statüsünün oluşturulması konusunda geniş bir destek sağladı...
Bu arada Türk diplomasisi ve istihbarat birimleri, Rus muhatapları ile direkt görüşmelerini sürdürdü. Ve nihayet dün de Erdoğan ile Putin
Suriye meselesinde Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya gelmeleri ve Astana sürecini başlatmaları, belirli noktalarda çıkarlarının örtüşmesi sayesinde mümkün olmuştur.
Aslında meselenin daha başında Rusya ile İran, Suriye’deki ayaklanmaya karşı topyekûn bir savaş açan Esad rejimine aktif destek vermekte birleştiler. O aşamada Türkiye, Beşar Esad’a karşı sert bir tavır almış ve ABD önderliğinde kurulan koalisyonda yer almıştı.
Zamanla olayların aldığı seyir ve özellikle ABD’nin desteğiyle PYD/YPG’nin ortaya çıkışı, Ankara ile Washington’u karşı karşıya getirdi. Türkiye için ulusal güvenlik kaygıları, Suriye stratejisinin esas önceliği oldu.
Bir dizi gelişme Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırırken Suriye meselesinde Rusya ile yakınlaştırdı. Türkiye “Fırat Kalkanı” ve ardından “Zeytin Dalı” operasyonlarına girişirken, Rusya’nın aktif desteğini kazandı. Oluşan bu yeni ortam, Erdoğan-Putin diyaloğunun bir stratejik ortaklığa yol açmasını sağladı. İki taraf Suriye ile ilgili pozisyonlarının ve amaçlarının geniş ölçüde örtüştüğünü tespit ettiler. Ve işte bu noktadan hareket ederek, İran’ın da katılımıyla Astana sürecini başlattılar...
Temel ilkeler
Üç ülkenin ortak çalışmaları 7 yıllık savaşın sona
Gözler Tahran’a çevrildi. Herkes bugün “Astana Üçlüsü” Zirvesi’nden ne çıkacağını merakla bekliyor.
Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları, İdlib’de izlenecek yol üzerinde tam bir anlaşmaya varabilecek mi? Suriye rejiminin bu bölgeyi “teröristler”den temizlemek için planladığı “büyük taarruz” önlenebilecek mi? Cihatçı güçlerin saf dışı edilmesi için uygun bir yöntem bulunacak mı?
Günlerden beri Suriye ordusunun İdlib’e karşı topyekûn bir saldırı için hazırlandığı biliniyor, ancak Tahran Zirvesi’ne kadar bir askeri eylem olmayacağı düşünülüyordu. Ancak önceki gün Rus hava kuvvetlerinin, ardından Suriye kara birliklerinin “sınırlı” operasyonlara girişmesi şaşkınlık yarattı. Ankara şu sırada herhangi bir askeri harekâta girişilmemesi uyarısına rağmen böyle bir çıkışın yapılmasına karşı tepkisini açıkça gösterdi.
Rusya Zirve’yi beklemeden tam bu buluşmanın arifesinde neden İdlib’i havadan vurmak ihtiyacını duydu? Bununla daha çok, her an harekete hazır olduğunu göstermeyi amaçladığı anlaşılıyor.
Putin’in rolü
Peş peşe gerçekleştirilen bu iki “sınırlı” operasyon, Rusya ile Suriye arasındaki koordinasyonun ne kadar sıkı olduğunu ve pratikte Esad’ın Moskova’nın işareti olmadan kendi başına
Yanı başımızda bir dinamit her an patlamaya hazır duruyor...
Günlerden beri dünya, Suriye’nin İdlib bölgesinde, küresel boyutlar alabilecek olan bir silahlı çatışmanın çıkması endişesi içinde yaşıyor.
Böyle bir çatışma için şartlar müsait...
* Suriye ordusu bölgeyi “teröristlerden” temizlemek için “büyük taarruz”a geçmeye hazır. Esad rejimi böylece “cihatçılar”ın son kalesi olan bu bölgeyi de kendi hâkimiyeti altına almayı amaçlıyor.
- Uluslararası topluluğun da (Türkiye dahil) “terörist” saydığı El Nusra Cephesi Suriye ordusuna karşı direnmeye kararlı. Binlerce “cihatçı” savaş pozisyonunu alıyor.
- Rusya ve İran, Esad rejiminin İdlib’den teröristlerin tasfiye edilmesine yönelik stratejisini destekliyor. Rusya bu desteğini, Doğu Akdeniz’de büyük bir hava ve deniz gücü gösterisiyle ortaya koyuyor.
- ABD Esad güçlerinin İdlib operasyonunda kimyasal silah kullanacağı “istihbaratı”na dayanarak, şimdiden savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e sevk ediyor. Bu da Rusya ile ABD arasında bir sıcak çatışma riski yaratıyor.
-
Dışişleri Bakanlığı bünye- sindeki Reform Eylem Grubu’nun 3 yıl aradan sonra toplanmış olması, hükümetin yeniden AB gündemine dönmekte olduğunun açık bir göstergesidir.
Toplantıdan çıkan mesaj, Ankara’nın bir süredir hareketsiz kalan ve zaman zaman gerginleşen ilişkileri yeniden canlandırmak istediği ve bu amaçla da birtakım reformları hayata geçirmeye kararlı olduğu yönündedir.
Bu önemli gelişmelerin zamanlaması ilginçtir: Trump yönetiminin çıkışları Türkiye’yi AB ile yakınlaştırmıştır. Son zamanlarda AB’ye soğuk bakan, birçok AB ülkesiyle kavgalı duruma gelen Ankara, bu yeni konjonktürde Avrupa’yı güçlü bir alternatif olarak görmüştür. Aynı şekilde, başta Fransa ve Almanya olmak üzere birçok AB ülkesi ve AB yöneticisi yeni konjonktürde Türkiye ile yakınlaşmanın kendi çıkarlarının icabı olduğuna kanaat getirmişlerdir.
Böylece, -daha çok Türkiye’nin inisiyatifiyle- Ankara ile AB ilişkilerinde şimdi yeni bir sayfa açılıyor.
Neden reform?
Ankara’da kilit mevkideki dört bakanın katılımıyla yapılan Eylem Grubu toplantısında demokratik hak ve özgürlükler, yargı ve adalet sistemiyle ilgili reformların yapılmasına karar verilmesi, birbirleriyle bağlantılı iç ve dış politika alanında atılan
ABD ile haftalardan beri yaşanmakta olan kriz, Türk dış politikasında önemli bir dönüm noktası oluşturma eğilimini gösteriyor.
Son zamanlarda iktidar çevrelerinde ve kamuoyunun geniş bir kesiminde, eskisinden farklı, daha bağımsız bir dış politika izlenmesi yönünde hakim olmaya başlayan trend, özellikle “Papaz krizi”nin tetiklediği gerginlik sonucunda ilk etkilerini hissettiriyor.
Bu bağlamda ortaya çıkan en önemli sonuç kuşkusuz Türk-Amerikan ilişkilerinin yakın tarihin en kritik noktasına gelmesidir.Açıkçası, görünen fotoğraf, iki ülke arasında müttefiklik veya stratejik ortaklık değil, karşıtlık ve düşmanlık halini yansıtıyor. Rahip Brunson meselesi başta olmak üzere biriken anlaşmazlıklar sakin diplomasiyle, uzlaşma yoluyla çözümleneceğine, karşılıklı restleşme ve misillemelerle artık içinden çıkılmaz hale geliyor.
Bu durum değişmedikçe Türk-Amerikan ilişkilerinde bir düzelme ve eski stratejik ortaklık düzenine dönüş olasılığı zayıftır.Ankara açısından Türk dış politikasında ABD’nin o eski tercihli yeri kaybolmaktadır.
Yeni seçenekler
Türk diplomasisi bir süreden beri daha bağımsız, çok eksenli bir dış politika için yeni alternatif arayışları ve çabaları içindedir.ABD ile
ABD’nin bu haftadan itibaren uygulamaya koyduğu yeni yaptırım stratejisinin amacı sadece Tahran’ı nükleer anlaşmayı yeniden müzakere etmeye zorlamak mı, yoksa bir rejim değişikliğine yol açacak şartları yaratmak mı?
Trump Yönetimi’nin açıklamaları amacın ABD’nin tek taraflı kararıyla çekildiği nükleer anlaşmanın İran’ı daha kapsamlı ve ağır siyasi koşullar içeren farklı bir mutabakata zorlamak olduğu yönündedir. Bu bağlamda Başkan Trump İran liderleriyle “ön koşulsuz” masaya oturmaya hazır olduğunu ilan etmiştir.
Ancak Trump Yönetimi’nin diğer mensupları daha açık konuşmalarında, yaptırımların asıl hedefinin Tahran’da bir rejim değişikliğine yol açmak olduğunu dillendirmekten kaçınmıyorlar. Başkanın ulusal güvenlik danışmanı John Boltun’un önceki günkü bir demeci, uygulamaya konan yeni iki aşamalı yaptırım stratejisinin bu amaca yönelik olduğunu ortaya koymuştur.
Trump Yönetimi’nin öteden beri İran’a karşı davranışları, asıl niyetin gerçekten bir rejim değişikliğine yol açacak bir siyasal ortam yaratmak olduğunu gösteriyor.
Rejim direnir…
Bu stratejinin başarı şansı nedir?
Geçenlerde yazdığımız gibi, yakın geçmişte (Küba’dan Kuzey Kore’ye, Rusya’dan Venezuela’ya kadar) birçok ülkeye
ABD’nin dünden itibaren İran’a karşı uygulamaya koyduğu “ağırlaştırılmış yaptırım” kampanyası, dünyayı yeni bir krizin eşiğine getiriyor.
Bu kez Kasım ayına kadar uzanacak olan iki aşamalı yaptırımlar, önemli sanayi mallarından petrole kadar çeşitli ürünleri kapsadığı gibi, Tahran ile alışveriş yapan yabancı ülkeleri ve şirketleri de hedef alıyor. Buna Türkiye de dahil...
İran yıllardır Batı’nın yaptırım baskıları altında yaşıyor. Ancak 2016’da uzun müzakerelerden sonra hayata geçirilen nükleer anlaşma, yaptırımlara son verilmesi olanağını yarattı. Ne var ki bu rahatlama pek uzun sürmedi. Başkan Trump, selefi Barack Obama’nın imzasını taşıyan bu anlaşmadan geçen Nisan ayında tek taraflı bir kararla çekildi.
Anlaşmayı imzalayan ve yürürlükte sayan Batılı müttefikler dahil diğer ülkelerin muhalefetine rağmen, Trump Yönetimi, kendi politikasını Tahran’a empoze etmek için yeni ağır yaptırımlar uygulamaya başladı. Trump bu stratejinin İran rejimini boyun eğmeye zorlayacağına inanıyor.
Yeni yaptırımlar bu politikanın sonuç verip vermeyeceğinin bir testi olacak.
Durum kritik
Yeni yaptırımlar, İran’ın zaten geçmişteki baskıların yarattığı sıkıntıların tırmandığı bir zamanda uygulamaya giriyor.
-