Kıbrıs Rum Yönetimi geçen çarşamba günü ABD’nin Noble başta olmak üzere dev enerji şirketleriyle iddialı bir anlaşma imzalayarak, Doğu Akdeniz’de bir süreden beri giriştiği doğal gaz çalışmalarında önemli bir adım daha atmış oldu.
Güney Kıbrıs hükümetinin ada açıklarında belirlediği 12. parseldeki hidrokarbon tanklarını değerlendirmeyi amaçlayan bu proje 9 milyar dolara mal olacak, bu deniz dibi yataklarından elde edilecek doğal gaz sıvılaştırılmış haliyle, döşenecek olan bir boru hattıyla Mısır’ın İskenderiye Limanı’na ulaştırılacak, oradan da dünya piyasalarına arz edilecek.
Bu proje, sondaj çalışmalarından ihracat noktasına kadar, çeşitli aşamalarında, İsrail ve Mısır’ın yanı sıra bazı Avrupa ülkelerinin de aktif katılımını öngörüyor. Bunda sadece Kıbrıs Türkleri ve bölgede en uzun Akdeniz sahillerine sahip Türkiye yok!
Bu proje, Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarıyla ilgili girişimlerinde, geniş bir uluslararası iş birliği ağı veya yeni bir blok kurmayı başardığını ortaya koyuyor.
Rumlara destek
12. parsel anlaşmasının imzalandığı sırada çeşitli ülke yetkililerinin yaptığı açıklamalar, Rum yöneticileri cesaretlendirecek niteliktedir.
Lefkoşa’yı ziyaret eden ABD
Her şey geçen aralık ayında, Sudan’ın başkenti Hartum’da bazı kişilerin sokaklara dökülüp, Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in otoriter rejimine karşı bir gösteri düzenlemesiyle başladı.
Göstericileri bu eyleme sevk eden neden, ekmek ve yakıt fiyatlarına yapılan zamlarla hayat pahalılığının artmasını protesto etmekti.
Ama protestocuların asıl hedefi, 30 yıldan beri yönetimde bulunan El Beşir rejimine karşı seslerini yükseltmek ve bu rejimi değiştirmeye yol açacak bir halk hareketini başlatmaktı.
Halkın çeşitli kesimlerinden gelen sıradan vatandaşların, sivil toplum kuruluşlarının ve de muhalif grupların katıldığı bu protesto gösterileri giderek ülke çapında yayıldı ve haftalarca sürdü. El Beşir’in bu eylemi yatıştırma çabası sonuç vermedi. Bu kez ordu komutanlığı dahi eylemlere müdahale etmemeye özen gösterdi, hatta halktan yana bir tavır da takınır gibi oldu.
Kendisini tamamen köşeye sıkışmış hisseden Ömer el-Beşir, nihayet nisan ayında pes ederek çekildi. İlk bakışta halkın isteği doğrultusunda diktatörlüğe karşı bir askeri darbe gibi görünen bu olay, generallerin yönetimi iyice ele geçirmesine yol açtı.
Sokağın gücü
Halk hareketinin çığ gibi büyüdüğü ve yayıldığı sırada, Sudan’da
Ortadoğu’daki ardı arkası kesilmeyen sıcak olaylar arasında, Kıbrıs meselesiyle ilgili gelişmeler dünya aktüalitesinde çok geri plana düştü.
Türkiye açısından durum farklı. Son olarak Kıbrıs’taki iki gelişme, yerel niteliğine rağmen, Türk kamuoyunun dikkatini çekecek değerde.
Bunlardan biri, KKTC’deki hükümet değişikliğiyle ilgili, sol eğilimli dörtlü koalisyonun dağılmasından sonra, sağ eğilimli Ulusal Birlik Partisi (UBP) Halkçı Parti’yi (HP) yanına alarak, geniş tabanlı bir koalisyon kurdu. Türkiye’nin de tam desteğine sahip olan bu hükümet, yeni Başbakan Ersin Tatar’ın yönetiminde, içte ve dışta bazı önemli hamleler yapmaya hazırlanıyor.
KKTC’deki bu iktidar değişikliği, iki yıldan beri kesik bulunan Kıbrıs çözüm müzakerelerinin yeniden canlandırılması girişimlerinin yapıldığı, ama bu çabaların da bir sonuç vermediği bir zamana rastlıyor.
İşte tam bu sırada da yeni KKTC hükümeti, tabii Ankara’nın da desteğiyle, Kıbrıs sorununun çözümü için, yeni bir yaklaşım sinyalini veriyor.
Herkes kendi yoluna
Başbakan Ersin Tatar, hafta sonu yeni hükümetin Meclis’ten güvenoyu almasından sonra yaptığı konuşmanın bir yerinde çözüm konusundaki Türk politikasının ne olması gerektiğini açıkladı.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda bu hafta peş peşe hiç de umut verici olmayan iki gelişme oldu.
Bunlardan biri geçen pazar günü, AB’nin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu (AP) için 28 üye ülkede yapılan seçimlerin sonucu, diğeri de AB’nin yürütme organı olan AB Komisyonu’nun çarşamba günü yayımlanan Türkiye ile ilgili yıllık raporudur.
Her iki olay, Türkiye’nin AB üyeliği perspektifini ve Türk dış politikasını zorlayabilecek unsurlar içeriyor. Hem de Türkiye’nin zaten yakın müttefiki ABD ile ilişkilerinin şimdiye dek görülmediği derecede gerildiği ve bölgesel birçok sorunla karşılaştığı kritik bir dönemde.
***
Avrupa Parlamentosu seçimleri, aşırı sağ partilerin, yeşillerin ve liberallerin güçlenmesi sonucunu vermiştir. Bunun Türkiye’yi ilgilendiren yanı, bu partilerin farklı nedenlerden de olsa, Türkiye’nin AB üyeliğine temelden karşı olmaları ya da Türkiye’yi müzakerelerin devamı için müsait görmemeleridir. Bütün gözlemciler de şu noktada birleşiyorlar: Yeni parlamentoda Türkiye için “tehlike” sadece aşırı sağdan değil, yeşillerden ve liberallerden de gelecek. Bunun Türkiye’yi zorlayabileceği söylenebilir...
Kaldı ki son parlamentoda çoğunluktaki Hıristiyan Demokratlar
Avrupa Birliği’nin (AB) yasama organı olan Avrupa Parlamentosu (AP) için üye ülkelerde 5 yılda bir yapılan seçimler genelde sönük geçer. Ama bu kez öyle olmadı. Dört gün boyunca, 28 üye ülkede gerçekleşen bu seçimler epey hareketli geçti ve daha yüksek bir katılımla oldukça büyük ilgi gördü.
Bu ilginin nedeni, Avrupalıların kendi beka ve istikballeri konusunda bir hassasiyet göstermeye başlamalarıdır.
Buna yol açan, göç sorunundan Brexit çıkışına kadar çeşitli nedenler var. Brexit demişken, İngilizler bu kararı verdikten sonra, AB’den ayrılma hareketine başka AB üyelerinin de katılacağından korkulmuştu. Böyle bir “domino etkisi” görülmediği gibi, Britanya’nın deneyimi çoğu üye ülkelerde kötü bir örnek sayıldı. AB’ye karşı olan partiler dahi şimdi AB’nin yeniden yapılanmasını savunmayı yeğliyorlar.
Şaşırtan sonuçlar
Seçim sonuçları, AP’nin 40 yıldan beri ilk kez kabuk değişmekte olduğunu ortaya koydu. Şimdiye kadar bu geniş mecliste merkez sağ ve merkez sol partiler çoğunluğa sahipti. Yani ılımlı ana akım hâkim durumdaydı. Şimdi 751 sandalyeli parlamentoda bu partiler çoğunluğu kaybetti: ama gene de parlamentoda birinci güç pozisyonunu koruyabildi. Dolayısıyla, çoğunluğu sağlamak için
Dünyanın en uzun süren seçimleri geçen pazar akşamı bütün sandıkların kapanmasıyla sona erdi. Tam beş hafta devam etti bu seçimler.
Nerede mi?
Hindistan’da.
Ulusal Meclis ve Parlamento’nun üst kanadı için yapılan bu seçimlerin bu kadar uzun zaman sürmesinin nedeni Hindistan’ın çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, 1.3 milyar nüfuslu bir ülke olması. Seçmen sayısı da 900 milyon. Say say bitmez!..
Bu nedenle Hindistan “dünyanın en kalabalık demokrasisi” sıfatını taşıyor.
***
Hindistan, İngiltere’den bağımsızlığını elde ettiği 1947’den beri, demokratik rejimi yaşatabilmiş nadir eski kolonilerin başına geliyor.
İngiltere bu bölgeden çekildiği zaman Hint Yarımadası’nda bugünkü Pakistan ve Bangladeş (eski adıyla Doğu Pakistan)
Günlük hayatta, ticarette, politikada, diplomaside, sporda, oyunda kızmak değil, kazanmak esastır.
Aslında kızmak kolay, kazanmak daha zordur.
Kızmak doğal bir duygusal tepki sayılabilir, ama isteneni elde etmenin veya bir sorunu çözümlemenin yolu bu değil.
Kazanmak için rasyonel davranmak, sabırlı ve sebatkâr olmak ve çabuk pes etmemek gerek.
İnsan kızarak içini boşaltabilir, egosunu tatmin edebilir, hatta bir nebze rahatlayabilir. Ama bu şekilde pratikte istediğini elde edemiyorsa veya karşılaştığı bir meseleyi çözemiyorsa bir şey kazanmamış, belki de çok şey kaybetmiş duruma düşebilir.
***
Bu düşünceler, geçen cumartesi sabahı sevgili Hakan Çelik’in CNN-Türk’teki bir programını izlerken aklımıza geldi. Eurovision konusunun ele alındığı bu programda, Çelik TRT’nin eski sunucularından Bülent Özveren ve prodüktör Nino Varon ile Türkiye’nin bu uluslararası etkinliğe katıldığı yılları ve sonra ani bir kararla bundan ayrılışını gündeme getirdi. Bu ilginç konuşmalardan çıkan sonuç, Eurovision’dan kopmanın Türkiye için bir kayıp olduğudur.
***
İran krizinin başından beri, uluslar arası toplumda Tahran’a karşı alınması gereken tavır hakkında iki farklı görüş hâkim olmuştur. Bunlardan biri, İran’ı izlediği politikalardan vazgeçirecek, hatta bunun için Tahran’daki rejimi de çökertecek bir takım siyasi, ekonomik, hatta askeri tedbirler alınmasını öngörüyor. Diğer görüş ise, İran yönetimini yola getirmek için, onu bazı teşviklerle ikna etmeye ve dış dünya ile işbirliği yapmaya çalışmaktan yana.
2015’te uzun ve çetin müzakerelerden sonra BM Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesiyle Almanya’nın oluşturduğu “beş artı bir grubu”nun İranla imzaladığı anlaşma, bu ikinci grubun bir zaferiydi. İran bu anlaşma ile, nükleer silah yapının yolunu aşacak faaliyete girişmemek gibi çok önemli bir şartı yerine getirmeyi taahhüt ediyor, bunun karşılığında da dış dünya ile ekonomik işbirliği yapmak ve yaptırımlardan kurtulmak şansını elde ediyordu.
Ne var ki bu anlaşmanın ön görüldüğü şekilde hayata geçirilmesi mümkün olmadı. ABD’nin, Donald Trump’ın Başkanlık koltuğuna oturmasından sonra, bu anlaşmadan çekilmesi, yatışmış görünen krizi tekrar kızıştırdı.
Şahinler sahnede
ABD’nin bu beklenmedik çıkışı, Amerikan siyasetine “şahin” olarak bilinen