Yunanistan’da beklenen oldu: erken genel seçimleri Kiriaskos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi (YDP) kazandı.
Seçim öncesi bütün anketler bu sonucu öngörmüştü zaten. Önemli olan, YDP’nin oyların yüzde yaklaşık 40’ını alarak tek başına iktidara gelmiş olmasıdır.
Sandıktan çıkan sonuç, Aleksis Çipras’ın radikal sol Syriza Partisi’nin iktidardaki süresini kısa kesti: 2015’te büyük umutlarla iş başına gelen Çipras’ın bu seçimlerde uğradığı yenilgiyle, radikal sol yönetim koltuğu YDP’ye önemli bir oy farkıyla (yüzde 8 civarında) bırakmış oldu.
Sıkıntılı yıllar
Çipras dönemi, özellikle ekonomik bakımdan, Yunanistan’ın yaşadığı en sıkıntılı yıllar olarak anımsanacaktır. Onun ve partisinin seçimlerde yenilgiye uğramasının başlıca nedeni de budur.
Aslında Çipras, 9 yıl önce iktidara geldiğinde gerçekten bir enkaz devraldı. Daha önceki hükümetlerin baş edemediği ağır ekonomik sorunlar Syriza’nın omuzlarına yüklendi. Atina dev dış borçlanmalara başvurmak zorunda kaldı. Bunun çok ağır faturasını halk ödedi. İşsizlik, yoksulluk arttı. Çipras baştaki direnmelerine rağmen, borçlandığı ülkelerin ve kurumların şartlarına boyun eğmekten başka çare bulamadı. O sıkıntı ortamında Yunanistan için
Libya’da General Halife Hafter’e bağlı güçlerin 6 Türk denizcisini alıkoyması ve onu izleyen olaylar, gözleri bu Kuzey Afrika ülkesine çevirdi.
Görülen manzara kaygı verici: İkiye bölünmüş, birbirine düşman iki ayrı yönetime ve orduya sahip, yıllardan beri iç savaşa sahne olan bir ülke.... Ve buradaki “vekâlet savaşı”nı yönlendiren dış güçler.
40 yıllık Kaddafi yönetiminin 2011’de devrilmesinden sonra, özgür, demokratik ve müreffeh bir Libya kurulması umudu, işte yerini böyle bir perişanlığa bırakmış durumda.
Zengin petrol kaynaklarına sahip 7 milyon nüfuslu Libya’nın şansızlığı, Kaddafi’den sonra tam bir kaosa sürüklenmesi ve birliğini kaybedip kendi içinde kamplaşmasıdır.
2014’ten itibaren Libya fiilen ikiye bölünmüş, doğuda Bingazi ve Tobruk kentlerini kapsayan bölgede General Hafter’in emrindeki Ulusal Kurtuluş Ordusu, ayrı bir yönetim ve ayrı bir parlamento ile hâkimiyet kurmuş, batı bölgesinde ise başkent Trablus’ta Başbakan Serrac’ın başında bulunduğu Ulusal Mutabakat Hükümeti “meşru” sayılan yönetimini sürdürmüştür.
Ne var ki General Hafter, bütün ülkeye hâkim olmak amacıyla harekete geçmiş, emrindeki silahlı güçler bu yılın başlarından itibaren başkent Trablus’u hedef alan
Doğrusu bu kadarı beklen-miyordu. ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Osaka’da yaptığı görüşmede, S-400 meselesinde bu derece olumlu bir tavır sergileyeceği, Türkiye’yi haklı gösteren bu kadar sıcak mesajlar vereceği tahmin edilmiyordu.
S-400 krizinin ortaya çıkmasından bu yana, hiçbir Amerikan yetkilisi böyle konuşmamıştır. Washington’dan gelen sesler hep eleştirel, hatta tehditkâr nitelikteydi.
Trump ise, malum “dobra” üslubuyla ilk kez meseleye farklı şekilde yaklaştı. Türkiye’yi Rusya’dan S-400’leri almak zorunda kaldığı için haklı buldu, selefi Başkan Obama’nın Türkiye’ye “Patriot” füzeleri satmak istememesinin bu duruma yol açtığını, dolayısıyla Türkiye’ye adaletsiz davranıldığını belirtti. Ayrıca kendisinin Erdoğan’a olan sempatisini ve Türkiye’ye verdiği önemi de dile getirdi.
***
Trump’ın Erdoğan ile görüşmesinden sonra dünya medyasıyla paylaştığı bu görüşler, birkaç bakımdan büyük önem taşıyor:
1) ABD Başkanı, S-400’ler konusunda Pentagon’dan, Kongre’den ve düşünce kuruluşlarından gelen eleştirilere karşılık, Türkiye’yi alenen desteklemek cesaretini göstermiştir. Bunu yaparken kullandığı ifadeler, Türk yetkililerinin savunduğu argümanlar
ABD Başkanlığı’na emlak yatırım sektöründen gelmiş olan Donald Trump’ın siyasi hayatında da her şeye para açısından baktığı artık çok iyi biliniyor.
Trump bu alışkanlığını ABD’nin uluslararası ilişkilerine de yansıtmıştır. Onun nazarında başka ülkelerle iyi ilişkiler sürdürmenin ve mevcut anlaşmazlıkları çözümlemenin yolu paradan geçer. Diğer bir deyişle, mali güç her şeye muktedirdir.
Trump, Beyaz Saray’a girdiği günden bu yana, dış politikada bunun pek çok örneğini verdi.
Bu örneklerin başında, NATO müttefiklerine karşı aldığı tavır geliyor. Trump, NATO’da çoğu üye ülkenin, ittifakın öngördüğü oranda savunma harcamalarına katılmamasından şikâyetçi. Bu konuyu gündeme getirdiği günden beri, Almanya, Fransa gibi bu parasal yükümlülükleri tam yerine girmeyen yakın müttefikleri aleyhine sert bir duruş sergiliyor. Bu da NATO içinde huzursuzluğa ve bazı ülkelerin Trump’a tepki göstermesine neden oluyor.
Aynı şekilde, Trump, Kuzey Amerika’da serbest ticaret düzenini sağlamayı amaçlayan NAFTA’ya karşı da sert bir çıkış yaptı. Bu düzenin daha çok Kanada ve Meksika gibi iki önemli komşusunun işine yaradığını, ABD’nin ise milyarlarca dolar zarara uğradığını öne sürdü. Sonuçta NAFTA’ya yeni bir
Sadece İstanbul halkı ve ülke çapında Türk milleti değil, dış dünya da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine olağanüstü bir ilgi gösterdi.
Pazar akşamı, seçim sonucuyla ilgili gelişmeler, uluslararası TV’lerde ve ajanslarda ilk haber olarak veriliyor ve yorumlanıyordu.
Bu seçimlerin İstanbul’da ve Türkiye’de büyük heyecan yaratması çok doğal ama bu “yerel” olayın yakın veya uzak, pek çok ülkede bu kadar ilgi görmesi gerçekten anlamlı.
İstanbul seçimlerinin dışarıda böylesine önemsenmesinin çeşitli nedenleri var:
1) Türkiye son zamanlarda yurt içindeki ve bölgedeki gelişmeler nedeniyle, uluslararası platformda öne çıkmıştır. Dünya medyası için Türkiye “haber değeri yüksek” birkaç ülkeden biri olmuştur.
2) Türkiye ile ilgilenen ve onu dışarıdan izleyen çevreler için İstanbul seçimleri aynı zamanda Türk demokrasisinin işleyişi ve geleceği için de bir sınav niteliğindeydi. Dolayısıyla, seçimlere bir de bu gözle bakıldı.
***
Demokrasi bağlamında, dışarıdaki genel kanı, İstanbul seçimlerinin “başarılı bir deneyim” oluştur- duğudur
Dikkatlerin Kıbrıs odaklı Doğu Akdeniz bölgesinde giderek artan gerginliğe çevrildiği bir sırada KKTC’nin Maraş konusunda açıkladığı karar büyük şaşkınlık yarattı. Türk yetkililerin “Maraş açılımı” diye nitelendirdikleri bu sürpriz girişimin etkileri önümüzdeki günlerde çok konuşulacak.
KKTC Bakanlar Kurulu’nun önceki gün açıkladığı bu beklenmedik karar, 45 yıldan beri “kapalı” olan Maraş veya Rumca adıyla Varoşa kentinin nihayet “açılması”nı öngörüyor. Bu amaçla ilk etapta Maraş’taki bütün mal varlıklarının bir envanteri çıkarılacak, daha sonraki aşamalarda da mülkiyet hak iddialarıyla ilgili işlemler gerçekleştirilecek ve kentin yeniden yerleşime açılması sağlanacak. Türk tarafı kendi denetimindeki bu çalışmaları yerli ve yabancı uzmanlarla iş birliği yaparak yürütecek.
Hayalet kent
Bilindiği gibi Maraş veya Varoşa, 1974’te, Türk “Barış Harekâtı”nın ikinci aşamasında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eline geçmişti. O dönemde burası, adanın en gözde turistik merkeziydi. Bir kısmı yabancı şirketlerin işlettiği yüze yakın oteli, plajları, eğlence yerleri, Hollywood yıldızlarını dahi cezbedecek kadar ün salmıştı.
Askeri harekât sonunda kentin sakinleri bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen cuma günü Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de düzenlenen “Asya’da İş Birliği ve Güven Artırıcı Tedbirler Konferansı”na katılması, Türk dış politikasında yeni bir Asya açılımının işareti sayılıyor.
Rusya’dan Çin’e, Hindistan’dan İran’a kadar belli başlı Asya ülkelerinin liderlerinin katıldığı bu zirve, uluslararası platformda giderek yükselen “Asya varlığı”nı gözlerin önüne sermiş oldu.
Bu varlığı mümkün kılan birçok özellik var.
Bunlardan biri coğrafyadır. Yüzölçümü itibarıyla Asya, bir ucu Avrupa’ya, diğer ucu Pasifik kıyılarına kadar uzanan dev bir kıtadır.
Nüfus olarak da Asya, dünyanın en kalabalık iki ülkesi (1.4 milyarlık Çin ile 1.3 milyarlık Hindistan’ı) kapsamaktadır.
Bu kıta petrol, doğal gaz ve kıymetli madenler bakımından da çok zengin bir ekonomik potansiyele sahiptir.
Asya’nın nüfusu kadar, nüfuzu da dikkat çekicidir. Rusya ve Çin, giderek çok kutuplu bir düzene doğru gitmekte olan dünyanın etkin güçlerindendir.
Askeri
Ekranlara yansıyan görüntüler yürekleri parçalıyor...
Yoğun bombardıman sonucunda yıkılan apartmanlar, enkaz altından çıkarılan sivillere ait cesetler, kurtarılmaya çalışılan yaralılar...
Diğer bir görüntü: Hava saldırısında hedef alınan bir hastanenin acıklı hali. Tedavi için bu sağlık merkezine gelen hastaların bir kısmı ölü, bir kısmı ağır yaralı.
Ve gene bombalara hedef olan bir okulun enkazı.
Günlerdir uluslararası TV kanalları, Suriye’nin İdlib bölgesinde cereyan eden bu dramatik olayları gözlerin önüne seriyor.
Nihayet dün taraflar arasında bir ateşkes anlaşmasına varıldığına dair ümit verici bir haber geldi. Doğru mu? Tüm taraflar mutabık mı? Bu kalıcı mı, yoksa önceki ateşkesler gibi kısa ömürlü mü olacak? Bekleyip göreceğiz.
***
İdlib, Esad rejimine karşı savaş açan Suriyeli güçlerin hâkim olduğu