“Bir devletin sınır kapılarından geçişleri kontrol etmesi kamu güvenliği için zorunlu. Geçen hafta İpsala Sınır Kapısı’nda tecrübe ettiklerimiz bizi bu konuda düşündürdü”
Sadece özel mülkiyetin korunmasına ilişkin yasal düzenlemelerin bulunması koşuluyla, kişilerin kendi aralarındaki ekonomik tercihlerini özellikle devletin müdahalesi olmadan yapmalarını savunan liberal ekonomi mottosu olan “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” (laissez faire, laissez passer) ilkesini, İçişleri Bakanlığı ilginç bir şekilde farklı anlamış ve farklı uyguluyor...
Nitekim geçen hafta sonu bir kere daha yaşadık. Zaman zaman Türkiye’nin Batı’ya açılan sınır kapısını kullanırız. Geçen hafta da öyle yaptık, İpsala Sınır Kapısı’ndan Yunanistan’a geçtik. Ama nasıl geçtik?
İstanbul’dan İpsala Sınır Kapısı’na 2.5 saatte geldik. Fakat sınırda pasaport kontrolü için tam 1.5 saat beklemek zorunda kaldık. Üstelik önümüzde 60-70 araç olmasına rağmen. Pasaport kontrolü çok yavaş ilerliyordu.
Sebebi de şuydu: Pasaport kontrolü yapılan memurun bulunduğu kulübenin dışına bir kamera konulmuş. Araçtaki bütün yolcuların teker teker araçtan inip, kameranın karşısına geçmeleri ve kameraya muhtemelen yüzleri taranıncaya kadar bakmaları gerekiyor, ki bu da bir süre alıyor. Yolcunun yaşlı, yürüme güçlüğü olup olmadığına bakılmaksızın mecburi...
Kameraya bakılıyor
Diğer yolcuların yaşlı bir yolcunun araçtan inmesine nasıl yardım ettiklerini, kollarına girerek kameranın önüne kadar yürümesine yardım ettiklerini üzülerek izledik.
Kameralar sabit açılı olduklarından, kameranın tam açısına denk gelene kadar eğilip bükülmek, sağa sola hareket etmek de gerekiyor. Bu uygulamayla muhtemelen kamera ile yolcunun yüzünün taranarak, pasaport sahibi ile identifikasyonunun yapılması amaçlanıyor.
Benim pasaport kontrolümü yapan memura, bu yönetim uygulamasından beri hiçbir terör örgütü üyesi, kaçak vs yakalayıp yakalamadıklarını sordum. Cevap istatistik verilerini sarsacak türdendi: “Ben yakalamadım, ama bir arkadaşımız yakaladı!”
Herkesin mutlaka bir bekleyeni var!
Madem ki sınır kapılarından pasaportla giriş çıkış yapacakların yüzlerinin kamera ile taranarak tanıması amaçlanıyor, bunu pasaport kontrolü yapılan kulübenin yanına tek bir kamera konularak ve tek bir açı ile yapmaktan daha kolaylaştırıcı teknolojik yöntemler yok mu? Elbette var! Hem yoksa bile biz geliştirelim!
Artık 3 boyutlu kamera çekimleri normal cep telefonlarına bile uygulanabilirken, yolcuların araçtan inmeden yüz taramaları yapılamaz mı?
Yüzbinlerce kişiyi araçtan tek tek indirip sabit açılı kameranın önüne kadar yürütmek, çok boyutlu kameralarla araçtaki yolcuların yüzlerini tarayan bir teknoloji çok mu uzak bir teknolojidir. Yetişmiş insan gücümüzle bunu kısa sürede başarmak hiç de zor değildir.
Ülkemize yasal yollardan giriş veya çıkış yapacak olan vatandaşlarımıza ve yabancılara bu kadar zorluk çıkarmak, yasal olmayan yollardan sınır geçişini ise kontrol edememek kimseyi teselli etmez.
Teknolojiden yeteri kadar yararlanamadığından, pasaport polisinin bu uygulaması, yüzbinlerce kişinin saatlerce sınır kapılarında beklemesine neden oluyor. Binlerce araç boşuna yakıt tüketiyor.
İnsanlar üretime ayıracakları zamanı, pasaport kontrolünde bekleyerek boşuna harcıyor. İnsanlar sevdiklerine, ailelerine ayırmaları gereken zamanı pasaport kontrolüne harcamak zorunda kalıyor. Herkesin mutlaka bir bekleyeni var!
Batı ve Doğu’daki fark...
Bir devletin sınır kapılarından geçişleri kontrol etmesi kamu güvenliği için zorunlu. Sınır geçişlerinin kontrolünün kamu güvenliği bakımından çok gerekli görülmediği yerlerde, bazı Schengen ülkelerindeki gibi pasaport kontrolü yapmazlar.
Bizim Doğu ve Güneydoğu sınırlarımızda da tıpkı Schengen ülkeleri gibi yabancılara serbest geçiş olanağı verildiğine dair haberleri zaman zaman okuyoruz. Afganlıların, İran sınırlarımızdan kontrolsüz ve pasaportsuz geçiş videoları internette yüzlerce.
Suriye sınırlarımızdan yıllardır kontrolsüz geçişlerin olduğunu, özellikle yakalanan teröristlerin ifadelerinden Türkiye’ye nasıl girdiklerini anlatmaları suretiyle öğreniyoruz.
Hani bir deyim vardır ya; “kevgir gibi”, Batı ülkelerinden gelen binlerce kişinin IŞİD’e katılmak için ve sonrasında tekrar ülkelerine dönmek için kaçak yollardan ülkemize giriş çıkış yaptıkları da yine bunların kendi ifadelerinden anlaşılıyor.
Karşımıza şöyle bir çelişki çıkıyor: Doğu ve Güneydoğu sınırlarımızı kaçak ve illegal geçişlere karşı yeterince koruyamıyoruz, ama Batı sınırlarımızdan kimsenin illegal geçişine izin vermiyoruz. Doğu ve Güneydoğu sınırlarımızdan herkes “bırakın geçsinler”, Batı sınırlarımızdan “bırakmayın geçmesinler!” Hangisi kamu güvenliği tehdidini daha çok önler? Batı sınır kapılarımızdaki sıkı pasaport kontrolü mü, Doğu ve Güneydoğu sınırlarımızdaki “pasaportsuz geçişin” bitirilmesi mi?
Kaçak sınır geçişlerini önleyebilseydik, bir çok terör olayını da daha baştan önlemiş olurduk. Hangi terör olaylarının faillerinin sınır kapılarından pasaport kontrolünden geçerek ülkemize giriş yaptıkları, hangilerinin kaçak yollardan sınır geçişiyle ülkemize girip yüzlerce vatandaşımızı katlettiği arşivlerde kayıtlıdır.
Yüz taraması teknolojisi
Birkaç aya gurbetçiler gelmeye başlar. Gurbetçilerin genellikle aile olarak geldiğini düşünürsek her yolcu araçtan inerek kameranın önünde yüzü taranıncaya kadar beklediğinde, sınırdaki araç kuyruklarının, abartılı söyleyeyim, Tekirdağ’a uzaması işten değil.
Zannımca, 14 Mayıs seçimleri de sınırda hareketlilik getireceğinden, yine pasaport kontrolünün tek tek kameraya bakarak olması, yığılmalara yol açacak.
Bu uygulamanın hiç mi faydası yok? Var tabii, dolaylı yoldan, sınır kapılarında oy kullanma yolsuzlukları bir ölçüde önlenmiş olur. Seçim güvenliği için parmağa mürekkep usulü yerine, yüz taraması daha teknolojik ve güvenlidir.
Kameralarla yüz taraması bence pasaport kontrolünden çok, seçimlerde kullanılması gereken bir yöntem olmalı. Yüksek Seçim Kurulu sesimizi duyar mı!