Domuz gribiyle ilgili Türkiye’nin sayılı uzmanlarından Prof. Dr. Çağrı Büke, bu hastalıktan neden korkmamız gerektiğini bu köşeden anlatmıştı.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Büke, H1N1 virüsünün, sır perdesi aralanamayan ölümcül yüzünden bahsetmiş, “Hiç sağlık sorunu olmayanları da anlaşılmaz bir hızda ölüme götürüyor” demişti.
Onun bu sözlerinden hemen sonra İzmir’de ilk domuz gribi ölümü meydana geldi, üstelik tam da dediği gibi, daha mürekkep kurumadan...
Kurban, Turgutlulu Selda Demirdal’dı. Henüz 42 yaşındaydı, bujiteri mağazası işletiyordu. 17 yaşında bir kızı, mutlu yuvası vardı. Sağlıklıydı, hayatında her şey normal gidiyordu.
Öksürmeye başladı, ertesi gün de ateşlendi. Grip olabileceğini düşünüp bir gün sonra İzmir’in yolunu tuttu. Günlerden perşembeydi. İlk muayenesini Prof. Dr. Çağrı Büke yaptı. Akciğer filminde zatürre başlangıcı görüldü.
Domuz gribine bağlı olabileceği ihtimali nedeniyle yatırılıp en yoğun tedaviye alındı. Kronik rahatsızlığı olmayan, ilaç verilip evine gideceğini zanneden Demirdal şaşırmıştı, “Ben iyiyim” demiş, ama doktorun da tavsiyesine uymuştu.
Ne olduysa 24 saat içinde oldu, her şey baş döndüren hızda yaşandı.
Talihsiz kadın cuma günü kötüleşti. Erken teşhis ve tedaviye, yapılabilecek tüm müdahalelere rağmen akciğeri iflas etti.
Daha kısa süre önce virüsün ölümcül yüzüne dikkat çeken Prof. Büke’nin korktuğu başına gelmişti. Turgutlu’nun sevilen esnafı, sayılı saatler önce yürüyerek girdiği hastanede cumartesi sabahı hayata gözlerini yummuştu.
Tüm bunlar dört gün sürmüştü. Hastalığın ilk belirtisiyle ölüm arasındaki süre sadece 96 saatti.
İzmir’de domuz gribine bağlı ilk ölümün esrarı Prof. Dr. Çağrı Büke’yi de çok etkiledi.
“Aşı olun” diye ısrar ederken ne kadar haklı olduğu daha iyi anlaşılmıştı. Ancak hiç tanık olmak istemediği gerçekle yüzleşmek ağır gelmişti.
Üzücü olayın ardından Prof. Dr. Çağrı Büke, daha önce anlatmaya çalıştığı H1N1 virüsü karşısında tıbbın çaresizliğini bir kez daha ifade etti.
Bu hızda bir ölümün domuz gribi virüsünde mutasyonu da akla getirdiğini söyledi, yine çarpıcı konuştu:
“Bilinmezliklerle dolu bir hastalık. Ölüm riski düşük ama kimde, nasıl seyredeceğini kestirmek neredeyse imkansız. Aşı yaptırmaktan başka çare yok...”
İzmir’deki ilk ölümün perde arkasında soru işaretleri, korkuyla dolu sırlar var. Kabullenmesi zor ama ne yazık ki gerçek bu!
Taşlama...
Daha önce İzmir’i yere göğe sığdıramayanlar şimdi “faşist” diyor. Kordon’dan, güzel kızlardan dem vuranlar bir anda küplere bindi.
Taşan bardağın sonucu taşlı tepkinin üzerinden günler geçti ama söylemekten bıkmadılar.
Bu ağır tahrik karşısında taş olsa çatlar demiyor, “Taş atıldı, İzmir faşist” diyorlar ısrarla. Öyle bir öfkeyle bakıyorlar ki ellerinde olsa İzmir’i taşa, topa tutacaklar.
İzmir, demokrasinin kalesi değil miydi? Avrupa’ya açılan kent, yoksa başkası mıydı? Ne oldu? Sesini çıkarınca mı kötü?
Tabi ki kimse taşlanmasın da; kurşun atanlara, İstanbul’da molotofkokteyliyle Serap’ı ve yüreğimizi yakanlara karşı neden sesiniz hiç çıkmıyor? Analarının kınalı kuzuları vatan nöbetinde şehit düşerken, acıları kalbimizi ateş gibi dağlarken suspussunuz!
Laf açılmışken, şunu da sormak lazım. Yurtsever İzmirlilerin evlerine bayrak asmasına da niçin bu kadar tahammülsüzsünüz? Binlerce insanın ölümünden sorumlu terör örgütünün bayrağını taşıyanlar normal de bu toprakların kutsal simgesi Türk Bayrağı’nı evine asanlar mı anormal? Bu nasıl bir cüret, nasıl bir aymazlık?
Eline ilk kez taş alanlara çok kızarken, elinden taş, silah, molotofkokteyli düşürmeyenleri ise görmüyormusunuz. Belli ki görmek istemiyorsunuz.
Ama bu millet sizi çok iyi görüyor!