ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel’deki görüşmelerinden bu yana bir sürü yayın seyrettim.
Kimi “uzmanlar” Biden’ın ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, NATO’nun demokrasi vurgusu da yapmaya başladığını söylediler.
Madem öyle, 31 Mayıs 1978’e, Washington’a uzanalım beraber.
O gün tüm üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları NATO Zirvesi için toplandılar.
Türkiye adına o zirveye Başbakan Bülent Ecevit katıldı.
NATO’nun artan iş birliği taleplerine “Hem ambargo uyguluyor hem de daha fazla katkı istiyorsunuz, bu gerçekçi değil” diye itiraz etti.
Yunanistan Başbakanı Karamanlis’i iki kere çok zor duruma düşürdü.
Baş başa görüştüğü ABD Başkanı Carter’dan, ambargonun kalkması için Senato’daki gücünü harekete geçirme sözü aldı.
Aynı akşam Beyaz Saray’da zirveye katılan liderler ve eşleri onuruna bir yemek verildi.
Açılış konuşmasını ABD Başkanı Carter yaptı, ardından konuşma sırası Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye’ye geldi.
ABD Başkanı, “Sözü politikanın bazı inceliklerini öğrendiğim Türk meslektaşıma bırakıyorum” diyerek mikrofondan ayrıldı.
Ecevit konuşmasında, NATO’nun sadece askeri bir örgüt olarak kalmaması gerektiğini, insan hakları ve demokrasi alanında da iş birliği yapması gerektiğini anlatan bir konuşma yaptı.
Türkiye’de birçok insanın bu konuşmadan hiç haberi olmadı.
O günün siyasi ortamında Tercüman gazetesi, akşam yemeğinin haberini, lider eşlerinin ünlü tasarımcıların imzasını taşıyan kıyafetlerle katıldığı bir geceye Rahşan Ecevit’in Olgunlaşma Enstitüsü’nün diktiği tuvaletle gitmesini haber yapmıştı.
ABD hayranlığını anlarım ama rahmetli Birand’ın Diyet kitabında anlatılan bu sahneleri de unutmamak lazım.
Bu arada, bir zamanlar NATO’nun önüne vizyon koyabilen bir CHP Genel Başkanı da olmuş hayatımızda.
Şimdiki zaman tartışmaları adına hatırlatayım dedim.
Biz magazin haberi zannediyoruz ama...
Bir kadına tecavüz ve kadın pazarlaması...
Seda Sayan-Mehmet Ali Erbil ve sonrada isim vermeden topa giren Seren Serengil arasında dile getirildi tüm bu iddialar
Magazin haberi diye okuyup geçtiğimiz tüm bu suçlamalar aslında ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren konular.
Kimin dediği doğru, hangisi iftira, bilmem.
Hatta aralarındaki meseleyi de çözdüler, tecavüz değil aldatma dediler 48 saat sonra.
Mesele bu ikili ya da bu üçlü değil...
Bildiğim, öznesi magazin dünyasından da olsa, bu kadar ağır suçlamaların daha ciddi bir haber olarak ele alınması gerektiği.
Aksi kararlar, çok ciddi suçlamaların önemsiz, sabun köpüğü işler gibi algılanmasını sağlıyor.
Ne yenilmek dert ne de elenmek
İtalya’ya ya da Galler’e yenilmiş olmayı problem eden çok skor yazarı var Türkiye’nin.
Skor önemli olabilir ama daha önemlisi seyrederken keyif almak.
2008’de, Avrupa Şampiyonası finalinde Almanya’ya 3-2 yenildik, gurur duyulacak bir futbol oynadık.
Peki ya 2021’de, şu iki maçtan geriye gurur duyacağımız kaç pozisyon, kaç dakika kaldı elimizde?
Bu saatten sonra 2. tura çıksak bile, sevinç içerisinde sokaklara dökülmeyecek kimse.
Daha iki ay önce, harika bir kuşak yakaladık diye övdüğümüz A Milli Takım nasıl bu hale geldi, Şenol Güneş biraz da bunu düşünmeli.
İnsan bebeğini yakmaya çalışır mı?
Sadece başlığına bakıp geçtiğimiz haberlerin altından öyle dramlar çıkıyor ki bazen, inanmakta güçlük çekiyor insan.
Manisa Yunusemre’de bir baba, boşanma aşamasında olduğu eşiyle beraber yaşayan bebeğine yürüteç aldı.
O yürüteci, bebeğinin olduğu eve götürdü ama genç anne ne kapıyı açtı ne de yürüteci kabul etti.
İnsan üzülür elbet, karı-koca sıfatları bitecek olsa bile anne-baba sıfatları ömür boyu sürecek.
İnsan kızıp, öfkelenebilir de, buraya kadar hepsini anlarım ama bizim olayımızda öyle olmadı.
O baba, benzin döküp, evi yakmaya çalıştı.
Yakmaya çalıştığı evde, çok sevdiği, yürüteç aldığı bebeği de vardı üstelik.
Şaşırmanın giderek güçleştiği bir ülke haline geldi Türkiye, galiba asıl dramımız da bu.