“2008’de Gazze’deydim. İsrail askerleri Hamas militanlarının ailelerinin evlerini yıkmıştı, bir enkazın üzerinde anons yapıyordum. Gazze’ye girmek zordur ama çıkmak daha zordur...”
2008 yılında, İsrail’in ana operasyonun ardından nokta operasyonlar yaptığı gün Gazze’deydim.İsrail askerleri Hamas militanlarının ailelerinin evlerini yıkmıştı, bir enkazın üzerinde anons yapıyordum.
Havada bir ıslık sesi ve bir roket izi gördük, kameramanım Deniz, hemen çekti o görüntüyü.
Gazze’den atılan roket daha İsrail tarafına düşmeden önce Gazze’nin girişinde havada asılı olan zeplin roketin atıldığı yeri tespit etti, ardından İsrail tarafından iki tank mermisi geldi.
Yüzlerce metre uzağımıza düşmesine rağmen, altımızdaki toprağın kaydığını hissettik bir anda.
Gazze’de her bina vurulabilir, bir tek bina vurulmaz.
O bina da yabancı medya mensuplarının kaldığı otel binasıdır.
Deniz kıyısındaki restoran kısmında, lagos balığı dahil, ne isterseniz bulursunuz.
Açıkta gördüğünüz pırıltılı ışıklar bir havai fişek gösterisi değil, İsrail savaş gemilerinin Gazzeli balıkçıları uyarmak için kullandığı izli mermilerin yansımasıdır.
Bir gece, o otelin deniz kıyısında otururken haber geldi, “İsrail askerleri tanklarla bir dış mahallede operasyon yapıyor” diye.
Fırladık yerimizden, tavan kısmına koli bandıyla “Press” yazılı kiralık bir araçla yola çıktık.
Son sürat giderken, bir bankamatiğin önünde, elinde silahlarıyla sıraya girmiş onlarca asker gördüm.
Şoföre “Bu ne?”diye sordum, “Onlar El Fetih’in polisleri, maaşları Ramallah’tan yatıyor, tek bir bankamatik var ve para biterse diye mecbur bekliyorlar” dedi.
Şaşkınlık ve ürpertiyi aynı anda hissediyor insan...
Başının üzerinde ışıkları olmadan uçan saldırı helikopterlerinin sesi, bir sinek vızıltısına benzeyen İHA’ların sesleri altında yayın yapmak da benzer bir duyguya neden oluyor.
Gazze’de elektrikler kesilir diye asansör yerine nefes nefese çıktığım televizyon kulesinin çatısından yaptığım yayında, o sesleri dinletmiştim ekrandan.
12. katın ardından çıktığım katların duvarlarında ağır makineli ateşinin açtığı kurşun izleri vardı.
İsrail askerleri “Ne zaman buraya kadar geldiler?” diye sormuştum, “O izler Hamas-El Fetih çatışmasından kaldı” demişti uydu bağlantısını yapacak görevli.
O televizyon kulesi bir başka İsrail operasyonunda vurulup, yıkıldı.
Gazze’ye girmek zordur ama çıkmak daha zordur. Bir kere akşam 19.00’dan sonra ne olursa olsun çıkamazsınız.
Önce çelik tünellerden geçersiniz, sonra bilerek daraltılmış demir kapıdan. Canlı bomba olma ihtimalinize karşı uzaktan ses komutlarıyla yönetirler sizi.
Bir sabah vakti Gazze’den çıktık, havada çektiğimiz roketin düştüğü İsrail kasabasına ve roketin düştüğü eve gittik.
Gençlik örgütü gibi bir örgüt temizlemişti evi. Buzdolabının üzerinde roketin etkisi artsın diye konmuş bilyelerin açtığı izler vardı, ev halkından yaralanan olmamıştı.
O kasabada Kurtuluş’ta yaşamış ve İsrail’e göçmüş bir Türk Yahudi’si buldu bizi, adı Niko’ydu galiba.
Gazze tarafından bir roket atıldığı anda çalan alarmı ve hemen her iş yerine kurulu sığınakları gösterdi bize.
Sadece öldürme değil, saldırılardan korunma teknolojisinde de fersah fersah öteye geçmişti İsrail.
Günler sonra Kudüs’e vardık. Uzun bir duş ve ardından derin bir uykuydu tüm niyetim.
Otele doğru giderken, şehrin her yerinden siren sesleri gelmeye başladı.
Kısa sürede öğrendik durumu bir Tevrat okuluna saldırı olmuştu, 8 ölü vardı.
Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Doğu Kudüs’ten olayın olduğu yere, Hasidik Mahallesi’ne gidecek taksi bulamadım. En sonunda biri 10 dolarlık yere 100 dolar alarak ve 3 km uzakta bırakacak şekilde götürdü bizi.
Tüm gece Haber Türk’ten yayın yaptık, tıpkı Gazze’deki gibi, acının da dini yoktu.
İlerleyen saatlerde “Müslümanlara ölüm” şeklinde sloganlar atıldı, kameramanım Deniz’i taciz edenler oldu, biraz itiş kakışla çıktık oradan.
Hamas’ın kaçırıp yıllarca rehin tuttuğu İsrail askeri Gilad Şalid’i hatırlar mısınız?
Babası Noam Şalid’den, İsrail Başkonsolosluğu vasıtasıyla randevu almıştım 2007’de.
Lübnan sınırına yakın, tepe bir kasabada yaptık röportajı.
O kasabadan 3-4 km aşağıda bir Müslüman kasabası vardı, “Demleme bir çay içelim” diye durdurdum arabayı, kahvehaneye oturduk.
Kasabadakilerle sohbet ederken, Hizbullah’ın Lübnan’dan attığı bazı roketlerin tepedeki kasabayı ıskalayıp, kendi kasabalarına düştüğünü anlattılar.
İnsanın şaşırdığına şaşırdığı yer aslında Ortadoğu.
Mescid-i Aksa yanarken Ağlama Duvarı’nda dans edip, halaylar çeken İsraillerin videosunu izledim önceki gece.
Barbarlığın tarihi insanlık tarihi kadar eski, tanıyoruz bu yapıyı.
Barbarlığın hedefi olmuş bir kavmin şimdi bir başka kavmi yok edecek kadar hırçın olmasını anlamıyor insan.
Ama biliyoruz ki barbarlık yapanlar hep kaybettiler, bu kez de öyle olacak...
Güvenliği değil İsrail’i rahatsız etmek gerek
Pazar ve pazartesi geceleri İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu’nun önü kalabalıktı.
Sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla toplandı o kalabalıklar, sokağa çıkma yasağını takan olmadı.
O protesto gösterileri en fazla binada bulunan güvenlik görevlisini tedirgin etmiştir.
Bu çağda daha faydalı, daha akılcı eylemler yapmak mümkün aslında.
Devlet ve hükümet başkanlarının şahsi hesaplarına, Kudüs’te olan biteni görmezden gelen küresel televizyonların ve gazetelerin resmi hesaplarına, hepsinin kendi dilinde yazılmış “Soykırıma dur de” mesajları atılabilirdi.
Bir iki mesaj dikkat çekmez ama binlerce mesaj mutlaka bir etki bırakırdı.
Sadece, yapanları mutlu, gece güvenlik görevlisini tedirgin eden eylemlerden daha etkili olurdu böyle bir çaba.