Yanan tek bir sokak lambasının bile bırakılmadığı bir şehir hatta ülke düşünün...
Evlerden dışarıya ışık sızmaması için perdelerin üzerine battaniyeler örtülen,
Es kaza dışarıya ışık sızarsa da kapınızın beş dakika içerisinde çalıp, polis ve sivil savunma tarafından uyarıldığınız,
Sokakta sadece izni olan ve far kısımları siyah jelatin kâğıtlarıyla kapatılmış arabaların dolaşabildiği bir şehir düşünün.
Korku ya da uzaylı istilasını gösteren bir film senaryosu değil bu yazdığım şey.
1989 yazında Mağusa’da yaşadığım genel karartma gecesinin kısa bir özeti sadece.
Bize garip gelen şeyler başka coğrafyalarda, başka zamanlarda sıradan olabiliyor yani.
***
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, sonradan Avusturya Cumhurbaşkanı olan, Kurt Waldheim karşısındaki genç akademisyene gözlerini dikti ve sesini yükselterek, “Ben Birleşmiş Milletler Genel Sekteriyim, boş polemiklerle kaybedecek zamanım yok, sizi Başbakanınıza bildireceğim” cümlesini kurdu.
Karşısındaki genç akademisyen görüşmeden önce dersine çalışmış, Genel Sekreter’in zorlandığı görüşmelerde sesini yükseltme taktiği kullandığını öğrenmişti “Ben sizden önce kendi Başbakanım ile görüşür, uzlaşmaz tutumunuzu anlatırım” diye yanıtladı Waldheim’ı.
Taktiği sökmeyen Genel Sekterer bu cevap karşısında duraladı, yarım saat sonra Türk tarafının tezlerinin müzakere zemini için yeterli olduğunu açıkladı. Bu, ABD ambargosunu kaldırma çabaları için mutlak dönülmesi gereken virajdı.
Genel Sekreter’in karşısında çantasını toplayan genç akademisyenin adı Mümtaz Soysal’dı. Anayasa Profesörü ve siyasetçi Mümtaz Soysal’ın en az bildiğimiz yanıydı bu.
Bugün son derece özgürlükçü KKTC Anayasası’nın danışmanı ve ruhunu hazırlayan adamdı Soysal.
***
Rauf Denktaş mesleki kariyerine İngiliz Üssü’nde tercüman olarak başlamış. Bir Rum’u döven İngiliz askerlerinin lehine tanıklık yapmayı kabul etmediği için çok kısa sürmüş ama bu görevi.
Dedesinin Lefkoşa Şehir Parkı’nda “Gittiler ama dönecekler” dediği çocuk,
1950’lerde “Ortalığı karıştırır” diye Dr. Küçük’ün isteğiyle Ankara’da zorunlu ikamete tabi tutulan adam,
Türk-Rum ilişkilerini bozuyor diye hakkındaki ilk soruşturmayı Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Dırvana’nın açtığı lider.
KKTC’nin kuruluşunu, askeri darbeden sonraki ilk seçimlerden sonraya ama sivillere iktidar teslim edilmeden önceye yani ara döneme getirecek kadar hesap yapabilen,
Bugün 14 Kasım 2021 ya, 14 Kasım 1983 gecesi tüm vekilleri evine çağırıp, KKTC’nin ilan edileceğini söyleyen ve aynı gece KKTC’den telefonla dış dünyaya ulaşılmasını engelleyen adam aynı zamanda.
Okul arkadaşı Rum lider Klerides ile küfürlü espriler yapan Akdenizli usta politikacı, yıllar sonra Bayraktar Camii’nin bombalanmasının Rumların değil Türklerin işi olduğunu itiraf edecek kadar açık sözlü olabilen kurucu Cumhurbaşkanı.
O dönem Ada’nın politik tiyatro grubu Maraş Emek Tiyatrosu’nda oynuyordum.
Köylere gidiyor, bazen eski bir kilise kalıntısının bahçesinde ya da bir okulun sahnesinde Aziz Nesin’in “Karagöz ile Hacıvat” serisini oynuyorduk.
Arda kalan zamanda Kıbrıs’a dair ne buluyorsam okuyordum.
İngilizlerin ilk sömürge valisi, Ada’ya çıktıktan sonra şöyle bir not düşmüş günlüğüne:
“Kırbacı elinde tutan Osmanlı valisiydi ama nereye vuracağını Başpiskopos söylüyordu.”
Mısır’dan gelen Potemi Valileri dönemini, Aslan Yürekli Richard’ın Kudüs yolunda Ada’yı işgal etmesini… hepsini okudum.
Kıbrıs demek dünya tarihi demekti aslında biraz da.
***
Öğrencilik yıllarımda, 1980’lerde Lefkoşa’da İnönü Meydanı’nda sesi kısılıncaya kadar “barış” sloganları atanlardan biriyim. Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne dair akademik talepleri içeren, KKTC tarihinin ilk açlık grevi eylemcilerinden biriyim aynı zamanda.
Gazeteci olarak, Lefkoşa Ara Bölge’de, New York’ta, İsviçre’de Annan Planı’nı satır satır takip ettim -Laf aramızda taslak metne Türkiye’de ilk ben ulaşmıştım ama ekrana verebilmek için Hülya Avşar Show’un bitmesini bekletmişlerdi, saat 1.20 falan gibi girebilmiştim haberi.-
Barış fikrimden asla vazgeçmedim ama yaşayacak bir barış için artık daha çok soruya sahibim. Ortalığı yakıp yıkan Rum faşistlerin sayısının neden bu kadar çok arttığından Kilise’nin sahip olduğu televizyon ve finans kurumlarına ve onların bitmeyen Megali İdea fikrine, Güney’de kalan Türk topraklarının olduğu alanlar değerlenmesin diye tek bir çivi bile çakmayan Rum Yönetimi’ne sorum çok. Özellikle de ağzından barışı düşürmeyen ama Annan Planı’nı da kabul etmeyen AKEL’e sorularım var.
Siyasi eşitliğini tanımadığınız, azınlık muamelesi yaptığınız insanları, Federasyon’a ikna etmek için euro üzerinden ödenen maaş dışında bir vaadiniz yok Kuzey Kıbrıs’a.
1983’te KKTC’nin ilanının temel sebebi Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği Rum tarafının Kıbrıs’ın tek temsilcisi olduğu yolundaki karardı. Bugün konfederasyon tezinin sebebi de Türkiye değil aslında. Kuzey’in helliminin coğrafi işaretine de sorun çıkarıyorsunuz, Kuzey’e verdiğiniz aşı sayısı gülünç bile değil.
***
Kıbrıs’ı çok sevdiğini söyleyen ve Ada’da kumarhane dışında yer görmeyenler, sizin için Ada’da olup bitenler, kumar fişini TL ile mi yoksa euro ile alıp almayacağınız kadar önemli, siz bu yazının hedef kitlesi değilsiniz. Yine de aklınızda bulunsun, 15 Kasım sadece KKTC’nin kuruluş yıl dönümü değil, 1967’de Grivas’ın Geçitkale’de katliam yaptığı tarihtir.
An’lar...
Takvimlerde yer alan farklı yıllara ait 14 Kasım’lardan kareler...
2007 - Çin’in etnik azınlar oyunları etkinliğinde Fujian Eyaleti kadınları. Kızılderili kadınlara ne kadar da çok benziyorlar.
2011 - Rize Çamlıhemşin’e kar erken bastırmış, Ayder Yaylası’nda kar kalınğı 60 santimetre olmuş.
1999 - Düzce depreminden iki gün sonrası. Zonguldak’tan gelen maden işcileri arama-kurtarma faaliyetlerine katılıyorlar.
Haftanın fotoğrafı
“Dünyaya çocukların gözünden bakmak” diye çok kullandığı bir lafı var insanlığın. Bir de dikenli telleri var, Belarus-Polonya sınırında olduğu gibi.Tellerin arkasında eli silahlı askerler, o engel aşılsa, Almanya sınırında gelen her yabancıyı öldüresiye dövmeye hazır Alman Neo-Naziler var. Daha beteri, Bodrum’da cesedi kıyıya vuran Aylan bebeği, büyüse Paris’teki kadınları taciz edecek diye karikatürize eden Charlie-Hebdo diye alçak bir mizah anlayışı var insanlığın.
Sınırın Belarus tarafında, dikenli tellerin ardından Polonya’ya bakın, kız çocuğu, eğer yaşarsa ve başarırısa sınırı geçecek, ailesi başlık parası için dedesi yaşındaki bir adama satmazsa muhtemelen Almanya’da okula gidecek. Okulda sonrasında hep bir yabancı olarak kalacak, vatansızlığın ne olduğunu öğrenecek. Dünyaya çocukların gözünden bakmak diye beylik bir laf var ya, tedavülden kalkmış bir paraya, şifresi kayıp bir kasaya benzeyen insanlığın, kendini tatmini sadece o cümle...