Türkiye ekonomisinin 2009 yılında en fazla küçülen ekonomilerden biri olması 2010’da rakamsal olarak hızlı büyüme şansını artırıyor. IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar da Türkiye ekonomisinin 2010 yılında OECD ortalamasının hayli üzerinde bir büyüme hızına erişeceğini tahmin ediyor.
OECD’nin geçen hafta açıklanan son tahminine göre, 2009’da % 6.5 küçülmesi beklenen Türkiye ekonomisi 2010’da % 3.7 (OECD ortalaması % 1.9) büyüyecek. Türkiye’de 2008’de % 0.1, 2009’da % 3.3 daralan özel tüketimin 2010’da % 2.7; 2008’de % 0.8, 2009’da % 6.2 daralan toplam iç talebin de 2010’da % 2.8 genişleyeceğini tahmin ediyor OECD.
Bu tahminler, küresel krizin bizi “teğet geçmesi” sayesinde(!) yaşanan 2009 şokundan sonra 2010’un bir normalleşme yılı olabileceğini gösteriyor ama ekonominin önemli aktörlerinin, bankaların ve sanayi şirketlerinin 2010 yılına ilişkin beklentileri nasıl acaba?
Rakamlar ve beklentiler
Geçen hafta Londra’da, Garanti Yatırım ile Bloomberg’in ortaklaşa düzenlediği Türkiye Yatırım Konferansı’nda, piyasa değerlerine göre İMKB’de % 25 pay sahibi olan altı özel sektör kuruluşunun (Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası, Turkcell, Koç Holding, Ereğli ve Doğuş
OECD’nin son Ekonomik Görünüm raporunda yer alan grafiklere bakarken geldi bu başlık aklıma. Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere OECD ülkelerinin 2009 ile 2011 yılları arasındaki GSYH büyüme hızı tahminini gösteren grafik, yan yana dizilmiş, tek katlı gecekonduları andırıyor. Başta Çin olmak üzere OECD üyesi olmayan ülkelerle ilgili büyüme hızı tahminlerini gösteren grafikte ise yan yana dizilen gökdelenleri görüyoruz sanki.
Umut Çin’de
OECD’nin Çin ve Hindistan için yaptığı tahminler dünya ekonomisinin büyüme umudunun Asya’da olduğunu açıkça ortaya koyuyor. OECD’ye göre Çin ekonomisi 2009’da % 8.3, 2010’da % 10.2 ve 2011’de % 9.3 büyüyecek ve aynı dönemde ortalama % 7’lik bir büyüme hızı tutturacak olan Hindistan’la birlikte dünya ekonomisinin sürükleyici gücünü oluşturacak. Buna karşın dünya ekonomisinin 2008 yılının ilk çeyreğindeki üretim düzeyine ancak 2011’in üçüncü çeyreğinde ulaşabileceğini tahmin ediyor OECD.
OECD’nin kendi üyeleri için yaptığı yeni tahminler, bu yılın haziran ayında açıklamış olduğu tahminlerden çok daha iyimser.
İyimserlik arttı ama...
ABD’den sonra İngiltere, İspanya ve Yunanistan dışındaki Avrupa ülkelerinde de ekonominin, bu yılın üçüncü çeyreğinde ikinci çeyreğe göre büyüme kaydettiğinin açıklanması resesyondan çıkış umudunu artırdı. Gerçi çeyrekten çeyreğe büyüme oranları % 1’in altındaydı ve 2009 üçüncü çeyreğine ilişkin veriler 2008 yılının üçüncü çeyreğiyle karşılaştırıldığında bazı ülkelerde hâlâ % 5’lere varan küçülme rakamları ortaya çıkıyordu ama iyi habere hasret kalanları umutlandırmaya yetti bu veriler.
Mart ayından itibaren hisse senedi borsalarında başlayan hızlı tırmanışın yeni bir balon oluşturmadığını iddia edenler de üzerine atladı bu büyüme rakamlarının. Onlara göre, bu rakamlar, borsaların ekonomideki büyümeyi önceden satın aldığını gösteriyordu ve bir balon
söz konusu değildi.
İşsizlik çıkmazı
Balon vardı-yoktu tartışmasını yapanlar, birikimlerini en iyi nasıl değerlendirmeleri gerektiğini düşünürken, hemen tüm ülkelerde çok daha geniş olan ücretli kesim işini kaybetme korkusuyla ya da iş bulma kaygısıyla yaşıyor, bugünden yarına geçimini nasıl sağlayacağını düşünüyor. Başta ABD olmak üzere, büyümeye geçiş sinyallerinin ortaya çıktığı ülkelerde bile işsizlik oranları artmaya devam
Türkiye’de bugün patron ya da yönetici konumunda bulunan kişilerin görüşlerini çekinmeden ifade edebilecekleri bir ortam olsaydı ve onlara ülkenin ve ekonominin geleceğini nasıl gördükleri sorulsaydı ne tür cevaplar alınırdı acaba? Ülkedeki ve ekonomideki gidişatı sorgulamayan ve geleceğe güvenle bakabilen kaç kişi çıkardı?
Kaygılı bekleyiş
Bu soruya net bir cevap veremiyoruz, çünkü iş dünyasında çoğu kimse görüşünü açıkça söylemekten çekinir hale geldi. “Bak bunlar aramızda kalacak” dedikten sonra gerçeği olduğu gibi söylemeye cesaret edenlerden edindiğim izlenim doğruysa, kaygılı bir bekleyiş içinde iş dünyası. Geleceğe güvenle bakamıyor çoğu kimse.
Bu ortamda üç tür kaygının öne çıktığı görülüyor:
- Dünya ekonomisindeki tablodan kaynaklanan kaygılar
- Mevcut iktidarın niyet ve hedefleriyle ilgili kaygılar
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) geçen hafta yapılan G-20 maliye bakanları toplantısı için hazırladığı değerlendirme notunda yer alan tablodaki bir tahmin dün müjdeli haber olarak yansıdı medyamıza. IMF’ye göre Türkiye 2009’un son çeyreğinde ekonomisi büyüyecek olan yedi G-20 ülkesinden biri olacaktı.
IMF tablosunda, 2009’un son çeyreğinde (2008’in son çeyreğine göre) dünya ekonomisinin % 0.8, Türkiye ekonomisinin % 0.7 büyüyeceği tahmini yer alıyor. Aynı dönemde ‘Yükselen Pazar’ (YP) ekonomilerinin % 3.8, Çin’in % 10.1, Hindistan’ın % 5.1, Güney Kore’nin % 4.3 büyüyeceğini tahmin ediyor IMF.
Köşeyi döndük mü?
Çin, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerin ve bir bütün olarak YP ekonomilerinin hayli gerisindeyiz ama G-20 ülkeleri arasında yedinci sırada yer almak iyi gibi görünüyor ilk bakışta. Ancak IMF tablosunun bütününe bakıldığında durum biraz değişiyor çünkü aynı tabloda Türkiye’nin 2009 yılında ekonomisi en fazla küçülecek üç G-20 ülkesinden biri olduğu tahmini de yer alıyor. Bu tahmine göre 2009’da YP ülkeleri % 1.7 büyürken Türkiye ekonomisi % 6.5 küçülecek. 2010’da ise YP ülkeleri % 5.1 büyürken Türkiye ekonomisinin de % 3.7 büyümesi bekleniyor.
Bu tahminleri
Gerçek olmayan ya da gerçekleşmesi zor olan olayları anlatan ve daha çok çocuklara anlatılan hikâyelere masal denir. ‘Hikâye’ ise “gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü” diye tanımlanıyor TDK Sözlüğü’nde. Ekonomi yazınında, bir ülkenin, firmanın hatta bir kişinin izleyeceği yol haritasını anlatan bir senaryo anlamında kullanılıyor ‘hikâye’ sözcüğü. İyi bir ‘hikâye’niz varsa başarılı olma şansınız da var.
Önceki gün Ankara’da, Gazi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün yayın organı olan Ekonomik Yaklaşım Dergisi tarafından düzenlenen “2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Türkiye’ye Yansımaları” konulu kongrenin üçüncü gününde yapılan sunumları ve tartışmaları izlerken, Türkiye ekonomisinin acil olarak yeni bir ‘hikâye’ye ihtiyacı olduğunu düşündüm bir kez daha.
Ekonomide her şey yolundayken küresel kriz nedeniyle geçici bir küçülme dönemi yaşandığını ve Türkiye’nin krizden en çabuk çıkıp en hızlı büyüyen ülke olacağını söyleyenler, aslında kendilerinin bile inanmadığı masalları anlatıyor bize. Tablonun en alt satırında yer alan, hükümetin Orta Vadeli Program (OVP) hedefleriyle gelişmekte olan ülkeler için yapılan tahminler karşılaştırıldığında da bu gerçek hemen
Küresel ekonomideki ve finans piyasalarındaki gelişmelerden sonuç çıkarmak isteyenler için kritik gelişmelerin yaşanacağı bir haftaya girmiş bulunuyoruz. ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz politikasını gözden geçireceği önemli toplantı bugün başlıyor. Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve İngiltere Merkez Bankası’nın aynı amaca yönelik toplantıları 5 Kasım’da. G-20 ülkelerinin maliye ve ekonomi bakanları ise hafta sonunda İskoçya’da bir araya gelecek. Bu arada ABD’de merakla beklenen işsizlik göstergeleri de cuma günü açıklanacak.
ABD ve Avrupa Merkez Bankalarının faizleri yükseltme konusunda geleceğe yönelik bir niyet ifade etmeleri bile bu ortamda önemli yankılar yapabilir çünkü faizlerle döviz kurları ve borsa - piyasa hareketleri arasında ilginç bir ilişkiler ağı oluşmuş durumda.
Şeytan üçgeni
Bu yılın mart ayından itibaren, krizin en tehlikeli döneminin geride kaldığı izleniminin yaygınlaştığı ve risk alma iştahının arttığı ortamda, likidite bolluğu ve düşük faizlerle doların değeri ve borsa hareketleri arasında kurulan ilişkiler adeta bir şeytan üçgeni oluşturdu.
- Risk iştahının artması, riskin tırmandığı dönemde sığınak işlevi gören ve bu nedenle değer kazanan ABD
Ünlü film yönetmeni Sinan Çetin, 25 Ekim tarihli Habertürk Ekonomi’de yer alan açıklamasında şöyle diyordu: “İlk defa bu ay alacaklarımın tahsili geciktiği için bankadan 1 milyon TL çekip maaşları ödedim.”
Tahsilat ve ödeme yapmakta zorlanan iş sahibi okurlardan biraz da sitemkâr e-posta mesajları alıyorum son günlerde. “Yazılarınızda likidite bolluğundan söz ediyorsunuz ama nasıl oluyor da biz bunu hiç hissetmiyoruz, tersine çevremizdeki herkes para yokluğundan yakınıyor?”, sorusu kafalara çakılmış durumda.
Geçen hafta başında, sanayi tesisleri ve anahtar teslimi fabrika inşaatında öne çıkan bir kuruluşun patronuyla karşılaştım. “Tık yok sanayicide, yeni yatırımı, yeni tesisi düşünen kimse yok” dedi ve şu ilginç ayrıntıyı ekledi: “Eskiden, iş yapabildiğimiz dönemde, istatistiki veri toplayan yetkililer dönemsel olarak uğrar, yatırımların seyrini izlemek için bizden bilgi alırdı, galiba onlar da yatırımdan umudu kesti, artık uğramıyorlar.”
TC Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın, Banka’nın enflasyon raporunu açıklarken, ekonominin son aylardaki gidişatıyla ilgili olarak söyledikleri arasında özellikle dikkat çeken birkaç nokta var. 28 Ekim tarihli Radikal’e göre şu önemli