Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye’de bugün patron ya da yönetici konumunda bulunan kişilerin görüşlerini çekinmeden ifade edebilecekleri bir ortam olsaydı ve onlara ülkenin ve ekonominin geleceğini nasıl gördükleri sorulsaydı ne tür cevaplar alınırdı acaba? Ülkedeki ve ekonomideki gidişatı sorgulamayan ve geleceğe güvenle bakabilen kaç kişi çıkardı?

Kaygılı bekleyiş
Bu soruya net bir cevap veremiyoruz, çünkü iş dünyasında çoğu kimse görüşünü açıkça söylemekten çekinir hale geldi. “Bak bunlar aramızda kalacak” dedikten sonra gerçeği olduğu gibi söylemeye cesaret edenlerden edindiğim izlenim doğruysa, kaygılı bir bekleyiş içinde iş dünyası. Geleceğe güvenle bakamıyor çoğu kimse.
Bu ortamda üç tür kaygının öne çıktığı görülüyor:
- Dünya ekonomisindeki tablodan kaynaklanan kaygılar
- Mevcut iktidarın niyet ve hedefleriyle ilgili kaygılar
- Mevcut iktidarın bazı uygulamalarının yarattığı kaygılar
Dünyadaki gelişmelere gerçekçi bir gözle bakanlar, kriz öncesindeki koşullara geri dönmenin mümkün olamayacağını görüyor. Türkiye’nin değişimin zorluklarıyla dolu bir döneme girilirken kendisine nasıl bir yol haritası çizdiği ise tam olarak anlaşılmış değil. Başbakan Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının bu kritik dönemde Türkiye’yi dünyada nasıl konumlandırmak istediği konusunda sorular var kafalarda. Ancak bunların ötesinde, özel sektörün önemli bir kesiminde, sistemli bir şekilde kendilerini hedef alan uygulamalardan kaynaklanan bir güven kaybı söz konusu. “Yarın başımıza ne gelecek?” diye düşünenlerin ekonomideki canlanmaya ciddi katkıda bulunması pek kolay değil.

Haberin Devamı

Güçlü canlanma hayal

Ekonomide güven sorunu aşılmadıkça...

Bu ortamda başarılı olan, kriz koşullarında işini geliştirmeyi, ihracatını, cirosunu ve kârını artırmayı başaran firmalar yok mu? Var kuşkusuz. Bunlardan birinin, bu koşullarda işini % 20 dolayında büyütme başarısını gösteren Koton’un başarı öyküsünü şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Yılmaz’dan dinledim geçen gün. Onların başarı öyküsünü dinlerken, dünyadaki ve ülkedeki olumsuz koşullara karşın, firma olarak başarıyı yakalamanın her zaman mümkün olduğunu bir kez daha anladım ama hemen ardından şu soruyu sormadan edemedim: Acaba bu başarıyı yakalayacak kaç firma var Türkiye’de?

Yeni ‘hikâye’ gerekli
Ne yazık ki çok fazla yok. Dünyadaki koşulların ve Türkiye’deki uygulamaların yarattığı belirsizlik ortamında risk almaya çekinen, işini küçülterek, bordrosunu daraltarak ayakta kalmaya çalışan firmalar çoğunlukta. Onların ekonomideki canlanmaya katkıda bulunması isteniyorsa bu puslu havayı dağıtacak, belirsizliği azaltacak, iş dünyasındaki insanların önünü görmesini sağlayacak yeni bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Türkiye ekonomisinin 2002 - 2006 döneminde tatminkâr büyüme hızlarına erişmesini sağlayan iç ve dış koşullar 2006’dan itibaren değişmeye başladı. Küresel kriz bu değişimi daha da hızlandırdı ama AKP hükümeti değişen koşullara uyum sağlayacak yeni politikalar üretemedi. Türkiye tam bir yılan hikâyesine dönüşen IMF süreciyle ve “Kriz bizi teğet geçecek” söylemiyle avutuldu. Bu kısır döngüyü kırmak için yeni bir ‘hikâye’ gerekli bize.

Haberin Devamı

Nasıl bir ‘yeni hikâye’?
Türkiye’nin nasıl bir ‘yeni hikâye’ye ihtiyacı var? Türkiye ekonomisindeki tıkanmaya yol açan ve ekonomimizin sürdürülebilir büyüme yoluna girmesini engelleyen koşulları alt alta yazarsak, yeni bir ‘hikâye’ oluşturma yolunda ilk adımı atmış olabiliriz belki de:
- Hükümetle iş dünyası arasında ciddi bir güven bunalımı yaşanması ve diyalog eksikliği bulunması
- Adil bir hukuk düzeninin geçerli olmadığı kaygısının yaygınlaşması
- Küresel talepteki ve arz zincirindeki olası gelişmeleri hesaba katan bir yeni stratejinin belirlenmemiş olması
- “Yeterli dış kaynağı bulursak biz bu işi götürürüz” anlayışının sürmesi
- Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarının ciddiye alınmaması
- İç tasarrufların yetersiz kalmasına çare aranmaması
- Kayıt dışı ekonominin varlığına göz yumulması
- İş gücünü üretime katmanın etkili yollarının bulunamaması
- Eğitimde gerekli atılımın yapılamaması
- Teknolojideki atılıma verilen önemin yetersiz kalması
- Yüksek katma değerli üretimin hâlâ emekleme aşamasında olması