Türk müzik dünyasının kodları! Son dönemde o kadar fazla duyuyorum ki bu tanımlamayı. Bir şarkıya ulaşmanın; hatta sevdiğiniz şarkıya benzeşmesiyle keşfettiğiniz günümüz dünyasında bu kodları çözmüş ‘hit’ kafasından nedense evrensel bir isim çıkaramamışızdır. Bizim müziğin evrensel olmasıyla ilgili maalesef ki hep bir sorun olmuştur. Yıllarca gelen her ünlüye ‘Do you know Tarkan?’ sorusuna vereceği olumlu cevaba medet umarken, Tarkan da 50’li yaşlara merdiven dayadı!
Belki de dikkatimizi farklı yerlere veriyoruz. Biz popstar arıyoruz ama çok değerli müzik işleri çıkaran muhteşem Türkler’in ayak sesleri kuvvetlice geliyor. Jazz manyaklarının en sevdiği yayınlardan Downbeat’in en acımasız eleştirmenlerinden Bill Milkowski’nin tabiriyle ‘iflah olmaz bir aşık’ Fahir Atakoğlu, bunların başında geliyor. Muhtemelen sizin için kült olmuş dizi ve filmlerin müzisyeni Atakoğlu, dünyaca ünlü 42 müzisyeni bir telefonuyla stüdyosuna aldığı ‘For Love’ albümüyle
Muhtemelen Z kuşağı bilmez bu fiilimsiyi! Masum yıllarımızda karşı tarafa olan ilgi bu soruyla dile gelirdi: Benimle çıkar mısın? Ergen çirkinliğimle bu sorunun olumsuz tarafını fazlasıyla tatmış olsam da o masum kalıplar özlenmiyor değil! Yeni normalin koyduğu sosyal mesafeyle dejenere ilişkiler, eski dönemin ‘ilişki durumu: çıkıyorlar.’ Pandemide yeni doğmuş aşklar pekişirken, yıllarca devam eden ilişkiler ya da evlilikler ciddi anlamda yara aldı! Pandemiye aşksız girenler terim olarak böyle nitelendirmese de ‘çıkmakla’ ilişkilerine başlıyorlar. Tanışmalar yeni döneme uygun ‘sosyal medyadan’ olsa da görüşmeler eski usulde romantik yemeklere döndü! Taraflar az görüşmenin açığını sosyal medyadan nasıl kapatıyorlar...
Bana takip ettiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim
Unutun o ‘Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’ deyimini! Artık senin takip ettiğin kimse sen o’sun! Bazı genelleme kriterleri de var sosyal medya analizcileri arasında! Hikaye özelliği geldiğinden bu yana kendi algısını yönetenler,
Ekran karşısında makyaj yapanlar, zıplayarak (!) kıyafet değiştirenler, araba deneyenler, oyun hileleri verenler ‘out’, ekonomistler ‘in’! Kim derdi YouTube dünyasının yıldızlarının Z kuşağından ya da Z kuşağını hedefleyenlerden olacağını? Tüm ezberlerin bozulduğu, her gün ekonomiyi kendine has üsluplarıyla yorumlayan 50’li yaşları aşan yeni YouTuber’ların dünyasına hoş geldiniz...
‘Dolar yükselecek mi?’ ‘Faizler iniyor mu?’ ‘Altının durumu nedir?’ Tüm bu soruların cevabını bulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Bu uzman YouTuber olmuş ekonomistler, dünün rakamları üzerinden hoş sohbet bir geyik çeviriyorlar. Ekonomi kötüye gidince reytingleri artıyor, büyük bir keyifle “Ben demiştim” naralarıyla sohbeti üst perdeden döndürüyorlar. Hepsi iyi eğitimli, işin jargonuna hakim; ekonomik terimlerin karmaşıklığını halkın anlayacağı üslupta anlatacak kadar maharetli. Genel görüşleri hep karamsar! İyiye giden değil, kötüye giden durumdan reyting yapıyorlar.
Açıkcası katılın,
Bu şehrin en sosyal, en gusto isimlerinden dahi aynı cevabı alman pek mümkün olmaz. Herkesin tercih ettiği balıkçı farklıdır. “Neden?” sorusunun karşılığında mutlaka favori lezzeti anlatılır ve “Bir de...” deyip gerçek sebebi ambiyanstan bahseder. Aslında bizim insanımızın balıkla arası pek yoktur; balıkçıyla vardır! En belirgin özelliğidir kalabalık mezelerle doyup balık siparişini iptal etmek!
Peki içinden deniz geçen bir şehirde astronomik açıdan balıktan yapılan ana yemekleri en iyi nerede yersiniz? Çok iyi balıkçılar olasa da genel açıdan balıkçılar ızgara ve bağlamanın ötesinden bir spesiyal üretmiyor. Haklarını teslim etmek gerek; sipesyala dönüştürmeselerde denizden geleni çok iyi pişiriyorlar. Güvendiğim, ekol olmuş restoran sahiplerine bunu sorduğumda suçu müşteriye atıyorlar. Kendi gözlemlerimle de balıkçılarda müdavimi mutfak değil; salon personelinin ilgisi belirliyor.
Başarı salondan
İstanbul’daki çoğu balıkçının hikayesindeki yükseliş de ‘salondan’ başlıyor.
Pazarlamacıların uydurduğu bir şey aslında bu kuşaklara verilen harfler... Her coğrafyanın, dinamiklerin farkı olsa da Z kuşağındaki kitlenin alışkanlıkları birbirine çok benziyor. Aslında Amerika’daki de, Almanya’daki de Türkiye’deki gençlerden çok kopuk bir mantaliteye sahip değil. Bu kuşağın seçimlerinin en etkili olacağı yıllara geliyoruz. Önümüzdeki seçim döneminde Y ve Z kuşağının kesiştiği yaş grubu, oy kullananların büyük çoğunluğunu oluşturacak. Nasıl ki bir dönem iç huzuru arayanları fırsata dönüştüren yaşam koçları varsa, bu dönem de Z kuşağına erişen dijital stratejistlerin, daha doğrusu simsarların dönemi... Tüm markalar bu kuşağı anlamak, onlara erişmek istiyor. İşin enteresanı, yaşam koçluğundaki gibi yurt dışından arak (!) tarzlar yok bu dijital simsarlarda. Onların dünyadaki muadilleri Steve Jobs, Bill Gates ve Mark Zuckerberg gibi tek tip basit giyinme felsefesine inanıyor. Bizim dijital strateji simsarları temsiliyette kıyafete çok önem veriyorlar. Gözleri tarayan çok renkli yelekleri,
Hepimizde aynı korku; pandeminin o ilk günlerine dönmemizle ilgili! En az 20 saniye elimizi sabunladığımız, dezenfektanların, maskelerin hayat kurtardığına olan inancımız uygulamada aksıyor.
Bu bir yaz rehaveti mi, ya da süreci yok saymak mı? Aslında dünya biraz bu duruma yok sayma gözüyle bakıyor. Mevsimsel olarak hastalığın öldürücülüğünün azalmasına kanıyor belki de!
Haziran itibarıyla sosyal hayat kademeli olarak açılmaya başladı. İlk günden beri sosyal mesafeli masalar, siperlikli salon, mutfak personelleri, QR menüler ve açılmamış servisler var. Mesleğim gereği sürekli sosyal hayatta olan biri olarak en ufak bir gevşemeye rastlamadım. Peki ya sosyalleşenler?
Aslında en büyük sorun insan rehavetinde... Bu sadece mekanlarda sosyalleşirken değil; alışverişte, yolda yürürken ve arkadaş gurubuyla sohbet ederken de aynı...
Neticede buradaki en büyük faktör insan. Restoranlar bu işi çok ciddiye alıyor ama işin içine müzik girince insan davranışlarında belli bir rehavet oluyor.
Yeni döneme adabımuaşeret!
Aylar önce bu köşeden
Bir Türk sosyal analizidir, ‘Otellerin içerisinde restoran tutmaz’ görüşü! Aslında bir bakıma doğruydu bu yaklaşım. Ne dünya markaları, ne büyük yatırımlı restoranlar geldi o büyük otellerin bünyesine! Peki ne oldu da İstanbullular otellerin içerisinde özellikle de çatılarındaki mekanlarla barıştı?
Tipik bir Türk piyasacının en belirgin davranış biçimidir, kendisini ve aracını göstermek! Etrafı görmekten ziyade görülmeyi önemser. Otel restoranlarında bu gösteriş sadece bulunduğu yerle sınırlı kaldığı için tercih edilmezdi. 2016’da terör olaylarından sonra kendilerini daha güvende hissettikleri için keşfettiler otellerin çatılarındaki restoranları. Gör-görül büyük problemdi! Neyse ki, Instagram lokasyon bildirimlerini yine aynı yıl sisteme sokunca piyasacı abi/ablalar bu eksiği sanal çözdüler! Tabii bu tercihler kalıcı olunca rekabet sokaklardan çatılara çıktı.
Pandemide de tercih yine otellere güvenden yana! Şehrin şimdilik en popüler buluşma noktaları
Sadece bizde değil; dünyada kimse olayı doğrudan açıklamıyor. Aşı mı bulunacak, sürü bağışıklığı mı sağlanacak? 2020 için ümitliyseniz, fazla iyimsersiniz. Ülkeler birbirlerine ‘sözde’ güvenli sırasıyla açılıyor. Aslına bakarsanız bu açılma kararlarının tümü siyasi! Çin’den sonra salgını pandemiye dönüştüren, bir nevi süreci eline yüzüne bulaştıran İtalya ve İspanya’nın turizm yasağı apar topar kaldırıldı. Sürpriz değil bu ülkelerin süreci yönetemeyeceği... İngiltere, karardan dönüşü İspanya’yla başlattı. İtalya, Yunanistan hatta Fransa sırada! Peki bize uygulanan bu olumsuz uygulama tersine döner mi? Kuvvetle muhtemel!
Avrupa, hatta Batı ve Kuzey Avrupalıları kurallara riayet eden, disiplinli, düzen insanı olduklarına aldanmayın! Bizim eleştirdiğimiz sosyal mesafe santimlerinde onlar maskesiz ve duyarsız! Medeniyet okullarına sahip İsviçre’de dahi durum aynı. İspanya, İtalya, Yunanistan turistik konsept olarak zaten iç içe! Yahu şu dönemde sosyal mesafeyi en rahat