Sosyal medyanın bir sahneye dönüştüğü günümüzde, her birimiz farkında olmadan bu sahnenin oyuncuları hâline gelebiliyoruz. Sokak röportajları, sosyal deney videoları, hatta gündelik hayatımızdaki anlık görüntüler; hepsi bir içerik üreticisinin kamerasıyla binlerce kişiye ulaşıyor. Peki, bu sahnede yer almak için gerçekten rızamız alınıyor mu?
Görünmek mi, Görülmek mi?
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na (FSEK) göre, bir kişinin görüntüsü onun izni olmadan kullanılamaz. Ancak bu durumun pratikte ne kadar uygulandığı büyük bir soru işareti. FSEK madde 86'ya göre, resim ve portreler, tasvir edilen kişinin izni olmadan yayımlanamaz. Yani, bu fotoğraflar eser niteliği taşımasa bile, kişinin hakları ihlal edilemez. Türk Medeni Kanunu ve Kişisel Verilerin Korunması Kanunu da bu korumayı destekler nitelikte hükümler içermektedir.
Bu koruma sadece hukuki değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk da doğuruyor. Bir kişinin izni olmadan alınan görüntüler hem onun kişilik
Bir müvekkilime telefon üzerinden bilgi verirken, insan kaynakları departmanlarının ne tür konularla karşılaştığına dair dikkate değer bir tablo ortaya çıktı.
Bildiğiniz üzere, şirketlerin insan kaynakları departmanları, günlük işleyişin dışında personel hakları ve izinleri gibi konularla sıkça uğraşır. Bu tür sorular, aslında bir şirketin çalışanlarıyla olan ilişkisinin ne kadar dengeli ve sağlıklı yönetildiğinin de bir göstergesidir.
Telefon görüşmemde, müvekkil şirketin insan kaynakları departmanında çalışan Hanife Hanım’dan gelen bir soruya yanıt verdim. Kendisi, çalışanların yıllık izin haklarının durumu ve kullanılmayan izinlerin akıbeti hakkında bilgi talep ediyordu. Bu konular iş hukukunda sıkça karşımıza çıkan, aynı zamanda çalışan haklarının temel taşlarından birini oluşturan meselelerdir. Bu konuyu yazmaya değer buldum. Sizinle kısaca bilgi paylaşmak isterim.
Yıllık İzinlerin Kıdeme Göre Belirlenmesi: Yıllık izin süresinin, çalışanın kıdemine göre belirlenmiş sabit bir süre olduğunu; kıdemi arttıkça bu
Bir sabah, ofisin kalabalık muhasebe departmanında her zamanki gibi yoğunluk vardı. Hesap makineleri, bilgisayar klavyelerinin sesiyle yarışırken, Serpil masasında dikkatlice şirketin yıllık mali tablolarını gözden geçiriyordu. Beş yıldır bu departmanda çalışıyordu ve işini titizlikle yapıyordu. Ancak, uzun süredir aklında dolanan bir konu vardı: Aynı pozisyonda çalışan ve aynı görevleri yürüten erkek meslektaşı Hakan, ondan daha fazla maaş alıyordu. Hakan ile aralarındaki maaş farkı, Serpil’in hem iş motivasyonunu düşürüyor hem de haksızlığa uğradığı hissini daha da derinleştiriyordu. Serpil, bu duruma daha fazla göz yummamaya karar verdi. İş sözleşmesini feshetti ve şirketine karşı bir dava açtı.
Serpil’in açtığı dava, işverenin eşit işe eşit ücret prensibini ihlal ettiği gerekçesiyle başladı. Serpil, muhasebe departmanında Hakan’la aynı işi yapıyor, aynı sorumlulukları alıyor, hatta zaman zaman daha karmaşık projeleri üstleniyordu. Ancak aldığı maaş, Hakan’ın maaşından daha düşüktü. Davada Serpil’in avukatı, 4857 sayılı İş
Her şey bir sonbahar akşamı başlamıştı. Mehmet, o gün işten yorgun argın evine döndü. Kapıdan içeri girdiğinde, evin içindeki sessizlik onu huzursuz etmişti. Çocuklarının gülüşmelerini, eşinin onu karşılayan sıcak bakışlarını aradı, ama bulamadı. O an, hayatındaki en önemli gerçeğin, aslında büyük bir yalan olduğunu öğrenmek üzere olduğunu bilmiyordu. Akşam yemeğinde masaya oturduklarında, eşi gözlerini kaçırarak ona bir şey söylemek istediğini itiraf etti. Mehmet'in kalbi hızlanmış, zihni karışmıştı. Duyacaklarından habersiz, "Söyle ne oldu?" dedi. Eşi ağır ağır konuşmaya başladı ve o anda Mehmet’in dünyası başına yıkıldı. Çocuklarının babası o değildi. Yıllardır onların her şeyini üstlenen, onları büyüten, her anlarında yanında olan Mehmet, meğer başkasının çocuklarına babalık yapıyordu.
Bu şok, Mehmet’i hukuki bir mücadeleye sürükledi. Soy bağının reddi davası açarak gerçeği resmi olarak da ortaya koymak istedi. Biyolojik babalarının, o süreç boyunca eşiyle ilişki yaşayan Refik olduğunu
Türkiye'de şu an medyatik davalar var. Bu davalarda yargılananların bazıları tutuklandı. Bu kişilerin bir kısmı sonra yargılama devam ederken "tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı". Tutuklamanın kaldırılması beraat değildir; diğer yandan toplumda böyle bir algı oluştu. Bunun sebebi biraz medya, biraz da tutukluluğu kaldırılan kişilerin bu durumu beraat zaferi gibi sosyal medyada göstererek zafermiş gibi sunması oldu. Bu durum, toplumun hukuk devleti ve adalet bilincine zarar verdi. Herkes tutuklama ve cezai müeyyideyi aynı zannetmeye başladı. Oysa bu iki kavram, hukukun en temel ilkeleri çerçevesinde çok farklı anlamlara sahiptir.
Tutuklama, yargılama sürecinde bir tedbir olarak uygulanan, suç işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunan kişilerin özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanmasıdır. Bununla birlikte, tutukluluk kararı kişinin suçlu olduğu anlamına gelmez. Suçluluk, yargılama sürecinin sonunda kesinleşir. Tutukluluk hali, yargılamanın devam ettiği süre boyunca delil karartma, kaçma gibi riskleri önlemek amacıyla uygulanır. Aslında, asıl
Bir yaz sabahı, İstanbul’un serin rüzgarları hafifçe esen bir Boğaz kenarında uyanıyordu. Serap, güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini açtı. Ev sahibinden gelen mesajı gördüğünde içini garip bir his kapladı. Mesajda, “Sevgili kiracım, 1 Temmuz itibarıyla %25 kira artış sınırı sona erdi. Yeni kira bedeliniz, TÜFE oranlarına göre güncellenecektir. Anlayışınız için teşekkür ederim” yazıyordu.
Serap, evine dört yıl önce taşınmıştı. O zamanlar kira fiyatları makul, hayat ise daha öngörülebilir gibiydi. Ancak son yıllarda, artan enflasyon ve ekonomik dalgalanmalarla kira artışları konusundaki düzenlemeler gündeme gelmişti. 2022’de getirilen %25'lik kira artış sınırı, birçok kiracı için bir nebze rahatlama sağlamıştı. Bu sınırlama, özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve giderek artan kira bedelleriyle başa çıkmaya çalışan kiracılar için bir kalkan gibiydi.
Ancak Serap, bir yandan da ev sahibinin durumunu düşünmeden edemiyordu. Birkaç yıl öncesine kadar, kiracıdan elde ettiği
Türkiye'de uzun süredir atıl kalan tarım arazileri, yeni bir düzenleme ile yeniden ekonomiye kazandırılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın yayımladığı "İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik," 22.08.2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlandı.
Bu yönetmelik, tarım arazilerinin etkin kullanımı konusunda farkındalık yaratmayı hedefliyor ve iki yıl boyunca işlenmeyen tarım arazilerinin kiraya verilmesini sağlayarak tarımsal üretimi artırmayı amaçlıyor. Bu düzenleme, hem arazi sahipleri hem de tarım yapmak isteyenler için büyük bir fırsat sunuyor. Peki, bu fırsatlar neler?
Yönetmelik, işlenmeyen tarım arazilerinin tespiti, kiralanması ve bu sürecin nasıl işleyeceği konusunda net kurallar getiriyor. Mülkiyeti özel kişilere ait, ancak iki yıldır kullanılmayan tarım arazileri, il ve ilçe tarım müdürlükleri tarafından belirlenip kiraya verilebiliyor. Örneğin, atıl durumda olan bir araziniz var ve kira geliri elde etmek istiyorsunuz. Bu durumda, yönetmelik kapsamında başvuru yapabilirsiniz. Ayrıca, yurtdışında
Türk sinemasında sıkça duyduğumuz "evlatlıktan red" kavramının, hukuki bir karşılığı bulunmuyor. Hukuk sistemimizde bu kavram yerine, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 510 ve devamı maddelerinde düzenlenen "mirasçılıktan çıkarma" (ıskat) kurumu yer alıyor.
TMK madde 510'da mirasçılıktan çıkarma için iki şart önümüze çıkıyor: (i) Mirasçı, mirasbırakan veya mirasbırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse, (ii) Mirasçı, mirasbırakan veya ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini ciddi biçimde ihmal etmişse, mirasçılıktan çıkarma yapılabilir.
Mirasçılıktan çıkarılan kişi, mirastan pay alamaz ve ayrıca tenkis davası açma hakkına da sahip olamamaktadır. Mirasbırakan, aksi bir düzenleme yapmamışsa, mirasçılıktan çıkarılan kişinin payı, sanki o kişi mirasbırakandan önce ölmüş gibi değerlendirilmekte ve varsa altsoyuna, yoksa diğer yasal mirasçılara kalmaktadır.
Bir diğer mirastan çıkarma yöntemi ise,