Sinemada ses tasarımının tarihini ve filmlere kattığı gücü gösteren Making Waves belgeseli yönetmeni Midge Costin ile filmi hakkında konuştuk. Costin, ‘Ses daha da önemli bir hal alıyor, çünkü insanlar filmleri izledikçe hissettikleri duyguların çoğunu ses yaratıyor’ diyor
ABD Büyükelçiliği’nin desteklediği “American Film Showcase” adlı program çerçevesinde 29 Mart’ta Midge Costin imzalı ve sinema sanatında ses tasarımına odaklanan “Making Waves: The Art of Cinematic Sound” belgeseli gösterildi ve Costin, Bilkent Üniversitesi öğrencileriyle buluştu. Cannes Film Festivali’nde 2019’da gösterilen ve Altın Kamera adayı olan belgeselde aralarında Steven Spielberg, Robert Redford, David Lynch, George Lucas ve Sofia Coppola’nın da olduğu yönetmenlerin yanı sıra Walter Murch, Pat Jackson gibi önemli isimler ses tasarımının sinemadaki yerinin altını çiziyor. Genellikle görselliğin övüldüğü bir sanat olan sinemada gözardı edilen sesin gücünü ve sinemaya katkısının büyüklüğünü gösteren belgeseli, Los Angeles’daki ünlü sinema okulu USC’de ders vermesinden önce Hollywood’un önemli ses efektçilerinden biri olarak da çalışan Costin ile konuştuk.
“Making Waves” projesine başlama nedeniniz ses tasarımın sinema tarihinde yeterince görülmediğini düşünmeniz mi?
Evet, kesinlikle. Ben sinema okulundayken sesi umursamazdım, bir angarya gibi düşünürdüm. Film bittiğinde düşünülecek teknik bir zorunluluk olarak görürdüm. Film endüstrisine adım attığımda kurgucu olmak istemiştim ama daha tez filmimi bitirmemiştim ve bunu finanse etmek için ses editörü olarak iş buldum. O zaman anladım ki sesle filmin atmosferini, tonunu belirlemek benim işimdi. Bir anda sesin önemini idrak ettim. Sonra ses alanında büyük stüdyolarla çalışmaya başladım. Gitar çalıyordum ve bir müzik kulağım vardı ama gündelik sesleri ses editörü olarak çalışmaya başladığımda fark ettim. Zaman içerinde yönetmen, yapımcı gibi sinemacıların da ses hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını fark ettim. Aralarında filmde gördüklerinizin de olduğu Coppola, Nolan, Spielberg gibi birçok önemli yönetmen, sese önem verdikleri için kariyerlerinde bu noktalara geldiler. Ses gitgide daha da önemli bir hal alıyor, çünkü insanlar filmleri küçük ekranlarda izledikçe hissettikleri duyguların çoğunu ses yaratıyor.
Filmde Walter Murch’e özel bir yer veriliyor. Nedeninden bahsedebilir misiniz?
Murch’un ses tasarımının babası olduğunu hepimiz biliyoruz. Ses tasarımcısı sıfatı bile Coppola’nın “Kıyamet”le vermesiyle ortaya çıkmış. 1990’larda sinema sektöründe çalışıp USC’de bir ders verirken Murch’un makalesini okumuştum: İnsanın anne rahmindeyken kim olduğunu, ebeveynlerinin kim olduğunu ses üzerinden anlamaya başladığını yazıyordu. Dışarı çıktığımız anda ise her şeyin görsel olarak algılamaya başladığımızı ve sesin geri plana atıldığını. Bu benim için o kadar önemli bir metin ki filmin açılışında da o makaleyi kullandım.
Sesin geri planda kalmasının nedeni sizce nedir?
Bence iki nedeni var. Birincisi beynin çalışma şekliyle ilgili. Bir şeyleri gördüğümüzde onları renk, kadraj, gölge gibi bölerek algılıyoruz. Bunlarla ilgili bilgiler beynin bilinçli bölgelerinde işleniyor. Ses beynimizin bilinçle ilgili olmayan yerlerine gidiyor. O yüzden verdiğimiz tepki de “dövüş” ya da “kaç” gibi ilkel ve içgüdüsel bir tepki oluyor. Diğer neden ise sinemadaki iş dağılımıyla ilgili. Büyük bir sette 100 kişi var diyelim. Kadrajın içinde görünenden görüntü yönetmeni sorumlu. Bunun içinde saç, makyaj, oyunculuk, ışık, sanat yönetimleri gibi birçok bölüm var. Hazırlığı saatler sürüyor. Buna karşılık, sesle uğraşan sadece üç kişi var. Endüstride görüntü yönetimine dair işlerin yanında sesçiler çok azınlıkta kalıyor.
Bu alanda da eşitlik yok
“Making Waves”de ses tasarımında çalışan kadınlara söz veriyorsunuz. Filminizde kadınların temsiline özellikle mi dikkat ettiniz?
Sektörde çalışan birçok kadın ses editörü olduğu bir gerçek. Ancak bu alanda çalışan kadınları görünür kılmaya da özen gösterdim. Çünkü birilerinin yaptığını görmeden kendinizi orada hayal etmek kolay değil. Eskiden olduğu gibi şimdi de ses ekiplerinin başında olan kadınların sayısı az. Genellikle kadınlara diyalog editörlüğü görevini veriyorlar. O da çok ince bir iş ve diyalog editörü arkadaşım olan kadınlar “Bize dikiş diktiriyorlar adeta” diyorlar. Erkekler de efektleri ve tasarımı yapıyor. Ben mesela efekt editörüydüm ama ses efektlerini kesen pek kadın yoktu. Şu anda bir cinsiyet eşitliğinden bahsedilemez ve ses tasarımı hâlâ erkeklerin egemenliğinde. Filme daha fazla kadını şöyle dahil ettim: Sektörde ses tasarımında önemli olan erkekler filmde konuşuyor ve işler inceleştikçe daha çok kadın gözüküyoruz. Veya erkeklerin stüdyolarını gösterdiğimde arka planda kadınların çalıştığını görüyorsunuz. Yani erkekler konuşuyor, kadınlar işi yapıyor.
Üzerinde çok çalışılan temsiliyet eşitliği değişikliğinin teknik insanlara da uzandığını düşünüyor musunuz?
Bence gelişme var ama daha yol uzun. Akademi’de işler değişiyor ve adaylara baktığımda bunu anlayabiliyorum. Filme ses tasarımcısı arkadaşım Bobbi Banks’i gördüklerinde, sinema okullarında okuyan siyah ve kadın öğrenciler gelip teşekkür ettiler. Çünkü bence Banks’in o yerde olmasından kendilerini de orada hayal edebilmeye, görebilmeye başladılar. Değişim ancak bu şekilde gelebilir.
‘Roma’nın ses tasarımı etkileyici’
Yakın dönemde sizi ses tasarımı açısından sizin dikkatinizi çeken bir film var mı?
Filmde de izlediğiniz “Roma”yı sayabilirim. “Roma”yı filme son dakikada dahil ettik. Çünkü ses tasarımı açısından “Roma”ya bayıldım. İnsanlar için ses tasarımıyla öne çıkan bir film olmasa da ses tasarımı açısından çok çok etkileyici bir iş. Alfonso Cuarón ses alanına çok hakim ve kafa yoran bir yönetmen. Bu yılın filmlerinden de “Sound of Metal”ı sayabilirim. Ses tasarımını çok iyi bir hikâye için kullanıyor. Karakteri duydukları üzerinden anladığınız bir film.