Şu günlerde eve kapanmışken sinemaya daha fazla zaman ayırmak iyi bir seçenek olabilir. Zamanı unutturan aksiyonlardan, kadın yönetmenlerin yapıtlarına üzerinde durulabilecek eğilimlerden bir rehber hazırladık
KLASİKLER
Zamanın sınavından on yıllardır başarıyla geçen filmler, sinema dili ve anlattıkları hikâyeler açısından hâlâ güçlerini korudukları için evde geçirilen zamanlarda hiç tereddüt etmeden tercih edilebilecek seçenekler arasında geliyor.
“The Shop Around the Corner” (1940): Ernst Lubitsch’in yönettiği bu romantik komedi, aynı dükkanda çalışan ve hiç anlaşamayan iki kişinin aslında mektup arkadaşı olarak birbirlerine âşık olması üzerine. Komedinin büyük ustası Lubitsch’in bu filmde kullandığı diyalog akışı ve espri anlayışı asla eskimiyor.
“Sunset Bulvarı / Sunset Blvd.” (1950): Billy Wilder’ın sessiz dönemin gözden düşmüş bir aktrisiyle genç bir adamın ilişkisini konu alan klasiği, hem sinema tarihi hem kara film türü hem de insan psikolojisi üzerine bir başyapıt.
“Kuşlar / The BIrds” (1963): Sinemada gerilim yaratmanın en büyük ustası Alfred Hitchcock’un renkli dönem klasiklerinden “Kuşlar”, şimdinin felaket ve tedirginlik hislerinin tercümanı olabilmenin yanı sıra eşsiz bir gerilim sunuyor.
“Birleşen Kalpler / The BIg Sleep” (1946): Hollywood’un Altın Çağı’nın büyük yönetmeni Howard Hawks’ın William Faulkner’ın senaryosundan çektiği film, kara film türünün başyapıtlarından. Dedektif Philip Marlowe’un peşine takılıp çok karmaşık bir suçu çözmeye çalışmanın heyecanı 1946’dan beri değişmedi.
ZAMANI UNUTTURAN FİLMLERAksiyon sinemasının başarılı yapımları, kaçış sinemasının örnekleri oldukları için zamanı unutturma konusunda birçok türe fark atabilir.
“Mad Max: Fury Road” (2015): George Miller’ın uzun bir aradan sonra kıyamet sonrası seri Mad Max’e kattığı bu halka, hem son 10 yılların en başarılı aksiyon filmi hem de kadınlar ile doğanın yanında yer alan metniyle ilerici.
“AlIen” (1979): Ridley Scott’ın imzasını taşıyan bu bilimkurgu klasiği, ana karakter Ellen Ripley’nin başını çektiği ekibin bilinmez düşmanla mücadelesinin filmi. Hem bu ilk film hem de serinin sonraki yapımları, bilimkurgu ve aksiyon sinemasının tepelerindeki yerlerini korumayı başarıyorlar.
“The Bourne Supremacy” (2004): Geçmişini ve kimliğini kaybetmiş süper ajan Jason Bourne’un maceraları, yönetmen Paul Greengrass’ın dinamik kamerası ve anlatımıyla milenyumun gözde aksiyon serisine dönüştü. “Supremacy” serinin ikinci filmi olarak öne çıksa da, üçleme baştan sonra izlenebilir.
GÜNEY KORE SİNEMASI“Parazit”in tüm ödül sezonunda ve finalde Akademi Ödülleri’nde başarısının ardından gözler Güney Kore sinemasına döndü. Bu ülke sineması “Parazit”e kadar birçok cevher çıkardı.
“The Host / Yaratık” (2006): “Parazit”in yönetmeni Bong Joon-ho’nun önceki filmlerinden “Yaratık”, Seul’a musallat olan bir canavarla sıradan bir ailenin mücadelesini konu alırken hem son dönemin en iddialı canavar filmlerinden birine imza atıyor hem de sağlam bir politik altyapı sunuyordu.
“BurnIng / Şüphe” (2018): Lee Chang-dong’un Murakami uyarlaması, entelektüel metni, başarılı yönetmenliğiyle izleyicisine alan açan bir sinema zirvesiydi.
“Oldboy / İhtiyar Delikanlı” (2003): Yıllar önce Güney Kore sinemasına gözlerin çevrilmesini sağlayan film, Park Chan Wook’un insan doğasındaki şiddeti ve intikamı mercek altına aldığı “İhtiyar Delikanlı”ydı ve film, hâlâ değerini koruyor.
KADIN YÖNETMENLER MERCEK ALTINDA
#metoo sonrası başlayan hesaplaşmada kadın sinemacıların erkek meslektaşlarından çok daha zor koşullarda çektiği filmler değişen bakış açısı ışığında daha öne çıkmaya başladı. Bu eğilimi takip etmek için işe şu üç filmle başlanabilir.
“TonI Erdmann” (2016): Alman yönetmen Maren Ade’nin baba kız ilişkisi filmi “Toni Erdmann”, komedi ve dram arasında rahatlıkla geçiş yapan ve kayıtsız kalmanın imkansız olduğu bir yapım.
“Başsız Kadın / The Headless Woman” (2008): Arjantinli usta sinemacı Lucrecia Martel’in bu modern klasiği bir kaza yapan burjuva bir kadının ruh dünyasındaki yıkımı anlatışındaki başarıyla keşfedilmeyi veya yeniden izlenmeyi hak ediyor.
“Ratcatcher” (1999): Lynne Ramsay’nin 1970’lerin Glasgow’unda geçen ve işçi ailesinden küçük bir çocuğu merkeze alan büyüme öyküsü, şimdinin en önemli kadın sinemacılarından birinin kariyerinde harika bir başlangıç filmiydi.