Cannes Film Festivali’nden iki Altın Palmiye (“Beyaz Bant” ve “Aşk”) kazanan birkaç sinemacıdan biri olan Michael Haneke, şüphesiz sinemanın görüp görebileceği en entelektüel ve uğraştığı temalar açısından en tutarlı isimlerden biri. İzleyicinin çok daha rahat bağ kurabildiği yapımı “Aşk”ın ardından gelen “Mutlu Son”la yönetmen sert bir dönüşle izleyicinin sadece entelektüel zekasına güvenen, duyguların tutunabilecek hiçbir dal bulamayacağı bir filme imza atıyor.
“Mutlu Son”da Haneke’nin yüzmeyi en sevdiği sulardayız: Avrupalı burjuva bir ailenin tekinsiz halleri. Ailenin dedesi Georges, dünyadan ayrılmak istiyor. Çocukları Thomas ve Anne kendi sorunlarıyla boğuşuyor. Torun ise küçük yaşının ötesinde problemler yaşıyor. Bir de dış dünya var: Mültecilerin, sınırlı imkanlarla var olma savaşı verenlerin evreni. Ki, bu evren Haneke’den bekleneceği gibi burjuva ailenin çalkantılarıyla çok az temas edebiliyor.
Neredeyse bir kariyer özeti
“Mutlu Son”, “Aşk”tan “Beyaz Bant”a “Code Unknown”dan “Piyano Öğretmeni”ne hatta “Saklı”ya önceki Michael Haneke filmleriyle sürekli bir diyalog halinde. Neredeyse bir kariyer özeti, bir dönemin sonu izlenimi veriyor. İlgilendiği temalar, bir bilmecenin
Bilimkurgu klasiği 1982 yapımı “Blade Runner”ın 35 yıl sonra gelen devam filmi “Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı / Blade Runner 2049”, zoru başarıyor: Aynı anda hem kendi ayakları üzerinde duran hem de öncülüne sadık bir uyarlama olabilmek… Ridley Scott’ın 1982’de kurduğu Philip K. Dick uyarlaması distopya hâlâ taze. Dünyanın koloni gezegenlerinde bir köle gücü olmak için üretilen replikalar ve işi onları “emekli etmek” yani öldürmek olan “blade runner”dan Rick Deckard’ın öyküsü, varoluş, kimlik, bellek üzerine sorduğu sorularla güncelliğini koruyor.
Devam filmi “Blade Runner 2049”da bu sefer başka bir blade runner’ı K’yi takip ediyoruz. Aradan geçen zamanda replikalar daha itaatkar bir hale getirilmiş. Ancak isyankarları bulup “emekli eden” K, kendisini büyük bir sırrın içinde bulunca yaptığı araştırma onu 30 yıldır saklanan Deckard’a ulaştırıyor.
İşaretler yanıltmadı
Yakın dönemin hızlı çıkış yapan yönetmenlerinden Denis Villeneuve, bir önceki filmi “Geliş / Arrival”la yeni “Blade Runner” filmi için doğru isim olduğunun sinyallerini vermişti. Ağırkanlı, güçlü bir atmosfere sahip olgun bilimkurgu “Arrival”ın verdiği işaretler yanıltmadı ve “Blade Runner 2049”u kayda değer bir devam
Siyah Kuyu” ve “Bir Rüya için Ağıt”ın da aralarında olduğu filmlerle Amerikan sinemasının özgün isimleri arasında yerini alan Darren Aronofsky, yeni filmi “anne! / mother!”la “Siyah Kuğu”dan sonra bir kez daha gerilim türüne dönüyor. Film, Venedik Film Festivali’ndeki gösterimin ardından “ya sev ya nefret et” yapıtları arasındaki yerini aldı. Bunun nedeni ise cesareti ve iddiası.
Film, bir şair (Bardem) ve onun yanan evini yeniden inşa eden genç eşinin (Lawrence) sakin hayatlarıyla açılıyor. Bir gün eve gelen bir adam (Harris) ve ertesi gün gelen eşi (Pfeiffer) bu sakin yaşamı alt üst eder. Şair, yaratım krizlerini bu yeni ziyaretçilerle aşarken eşi durumdan hiç memnun değildir.
Filmin metni birçok okumaya açık bir yapıda. Aronofsky’nin de aralarında olduğu yaratıcılar üzerine inşa edilmiş olarak görülebilir. Ama daha işleyen bir okuma Aronofsky’nin daha genel bir dünya yaratım sürecini İncil referansları üzerinden yeniden kurduğu. Filmin senaryosunun iddiası bir yana Aronofksy’nin kariyeri açısından ilginç olan filmin kaotik final bölümünde elini hiç korkak alıştırmadan yakaladığı sertlik ve cesaret. Diğer bir deyişle Amerikan sinemasının uzun süredir güvenli seçimlerle ve
2014 yapımı “Kingsman: Gizli Servis”in devam filmi “Kingsman: Altın Çember” ilkinin gerisinde kalsa da eğlenceli bir seyirlik.
2014 yılının en güzel ticari sinema sürprizlerinden biri Matthew Vaughn’un imzasını taşıyan “Kingsman: Gizli Servis”ti. İngiliz işi ajan aksiyonu, mizah anlayışı ve yapım değerleriyle beklenenin üzerinde ve haklı bir ilgi gördü. Elbette, devam filmi gecikmedi. “Kingsman: Altın Çember / Kingsman: The Golden Circle” adlı devam filmi yoluna aynı kadroya Jeff Bridges, Channing Tatum ve Julianne Moore’un olduğu yeni isimler katarak devam ediyor.
Filmde, gizli İngiliz casusluk teşkilatı Kingsman saldırıya uğrar. Kurtulan Eggsy ve Merlin, ABD’deki benzer örgüt Statesman’a başvurur. Ortak düşmanları güç sahibi olmak isteyen bir uyuşturucu karteli ve onun lideri Poppy Adams’tır. ABD kolu Statesman’ın eklenmesiyle İngiliz centilmenlerinden rol çalınması, İngiliz işi seriyi Amerikanlaştırıyor. Bu durum bir yana film ilkinin metninde sevilen özellikleri; mizahı ve aksiyonu taşıyor. Stilize aksiyon anlarıyla öncülünü aratmıyor. Ancak ilkinin bütünlüğünü barındırmıyor. Yine de “Kingsman: Altın Çember”in çoğu seride olduğu gibi ilkinin gerisinde kalması filmin eğlenceli
Stephen King’in acı bir büyüme öyküsü, birlik olmanın gücü, kenara atılanların acı tatlı zaferini palyaço korkusuyla harmanlayan başyapıtlarından “O / It” hak ettiği gibi bir sinema uyarlamasına kavuştu. ABD gişesinde ilk günlerini rekor üzerine rekorla geçiren film kitabın çocukluğa odaklanan ilk bölümün uyarlaması olarak korku ve melankoliyi birlikte sunuyor.
1988’de Derry adlı bir kasabada başlayan hikayede küçük Georgie kağıttan kayığını yüzdürürken kaybolur. Çocuklar kaybolmaya devam ederken, Georgie’nin abisi Bill’in de aralarında olduğu ezilen bir grup çocuk bu şeytani varlığın izini sürer. Kendi korkularına uygun sanrılar görmeye başlasalar da hepsi şeytani palyaço Pennywise’ın varlığını keşfeder ve bu şeytani güçle mücadele etmeye karar verirler.
“Mama”dan hatırlanabilecek yönetmen Andy Muschietti, ona ün getiren filminden de anlaşılabileceği gibi korku türünde yetenekli bir isim. Nitekim Pennywise, televizyon uyarlamasından katbekat ve de romanın hayranlarını üzmeyecek derecede korkunç. Korku alanında bekleneni vermesi “O / It”in asıl kozu değil. Etkileyici yönü, filmin Muschietti’nin bir diğer King uyarlaması büyüme öyküsü “Stand by Me”nin havasını taşıması. Çocukların
François Ozon, bir sonraki filmini tahmin etmenin imkansız olduğu yönetmenlerden. Geçen yılki Venedik Film Festivali’nde olgun savaş filmi “Frantz”ı sunan Ozon, aradan bir yıl geçmeden Cannes Film Festivali’nde psikolojik okumalara yaslanan oyunbaz ve eğlenceli filmi “Tutku Oyunu / L’amant double”la karşımıza çıktı.
Film, psikanalist Paul’e gitmeye başlayan genç kadın Chloe’ye odaklanır. Chloe ve Paul kısa zamanda doktor hasta ilişkisini idare edemeyeceklerine karar verirler, birbirlerine aşık olmuşlardır. Aynı eve tanışırlar. Ancak Chloe tesadüf eseri Paul’un tam zıddı karakterde bir ikiz kardeşi olduğunu öğrenir.
Ozon’un “Tutku Oyunu”ndaki ilham kaynakları açık. Brian De Palma ve David Cronenberg’in bir dönemi özellikle de doktor ikizlere odaklanan filmi “Dead Ringers” (1988). Kendisini fazla ciddiye almadan izleyiciyi sinemanın tutkuya odaklanan gerilim türünün tanıdık referansları içinde gezdiren film, izleyiciyi sürekli tahmin etmeye zorluyor. Bilmecenin yanıtı ise psikolojik okumada bulunabiliyor.
Ozon’un daha önce “Genç ve Güzel”de birlikte çalıştığı Marine Vacth, bu filmde de Chloe’de filmin ruhuna uygun bir performans sergiliyor. Sinemanın yakın dönemde gördüğü en üretken
Ağırlıklı olarak ticari film izleyicisine hitap eden mütevazı filmlere imza atan yönetmen Steven C. Miller, “İlk Kurşun”da bir aksiyonla izleyici karşısına çıkıyor. Başrolde aksiyonların gelmiş geçmiş en sevilen oyuncularından Bruce Willis ile ikinci “Star Wars” üçlemesindeki başrolünden beri kariyeri bir türlü rayına oturmayan Hayden Christensen bir araya geliyor.
Filmde, Christensen’in canlandırdığı Wall Street çalışanı Will’in oğlu bir suçlu tarafından kaçırılır. Polis memuru Howell, bu suçlunun peşine düşerken Will de oğlunu kurtarmaya çalışmaktadır. Oğlunu kurtarmak için Will’in suçlularla işbirliğine girmesi de gerekmektedir.
Film, Willis’i alışıldık bir kahraman polis rolünde görmek isteyen izleyicilere hitap ediyor gibi gözüken bir aksiyon.
Almodovar beyazperdede
Pedro Almodovar’ın en sevilen ve kusursuz filmlerinden “Annem Hakkında Her Şey / Todo sobre mi madre”, yeniden vizyona giriyor ve izleyicisine filmi yeniden beyazperdede izleyebilme şansı doğuyor. 1999 yapımı film, bir trafik kazasında hayatını kaybeden bir gencin annesi Manuela’ya odaklanıyor. Babasının kimliğini çocuğuna açıklamayan Manuela, çocuğun organlarını bağışladıktan sonra Barselona’ya gidip oğlunun babasını
Başarılı oyunculuk kariyerinde fırsat buldukça yönetmen koltuğuna oturmayı ihmal etmeyen Stanley Tucci, “Kör Talih”ten 10 yıl sonra yönetmenliğe dönüyor. Yönettiği yeni film “Son Portre / Final Portrait”, İsviçreli ünlü ressam Alberto Giacometti’nin hayatından kısa bir kesit sunuyor. Bu kesit de ABD’li yazar James Lord’un kendisine portresini yapmayı teklif etmesiyle başlıyor.
Kariyerinin zirvesindeki Giacometti, bir gün süreceğini söylediği portreyi bir türlü bitiremiyor. Lord, portre için haftalarca poz verirken Giacometti’yi yakından tanıma imkanını buluyor. İkili arasındaki diyalog güçlenirken Lord, ressamın hayatına da şahitlik ediyor ve onun tüm eksantrik yönlerini fark ediyor.
Az mekanda geçen filmin sırtını yasladığı alanların başında ünlü karakter oyuncusu Geoffrey Rush’ın Giacometti rolündeki performansı geliyor. Armie Hammer’ın canlandırdığı Lord’un gözlemci konumuna tezatla alabildiğine “yüksek bir tondan” canlandırdığı Giacometti, filmin belkemiğini oluşturuyor. Dönemin Paris’inin sanat alanındaki hareketliliğini de gözler önüne seren film, sanatçı ve yaratım sancıları konusuna en özgün halkayı katmıyor. Ancak iyi zaman geçirmeyi sağlayan, oyunculuklarından