Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen hafta, ORSAM Başkanı Doç. Dr. Şaban Kardaş ve Mehmet Şahin ile birlikte birkaç günümüzü Süleymaniye/Kuzey Irak’ta geçirdik. Siyasi alaka ve hassasiyetlerin yüksekliği sürpriz olmadı. ABD, Türkiye, Irak’taki durum, Suriye iç savaşı, İran ve DAİŞ’in yanı sıra bölgesel yönetimin iç politikaları konularında. Son gelişmeler, tartışmalara yeni boyutlar katarken, parti liderlerine de yeni risk ve fırsat kapılarını açmış görünüyor.
Güvenlik yoksa iş zor
Güvenlik sorunu hayatın her alanını etkiliyor. Öncelikle de ekonomiyi. Zaten üretimin olmadığı, çalışanların neredeyse yüzde sekseninin “parti” memuru olduğu, insanların geçinebilmek için ikinci bir iş yaptığı ortamdan söz ediyoruz. Petrol paraları gelmediğinden dolayı da maaşlar düzenli ödenemiyor. İşin ilginç yanı, ekonomiye dair bu kadar şikâyet varken, lüks araç trafiği yoğunluğu ve uzak doğulu işçilerden de geçilmiyor. Bağdat hükümeti ise petrol gelirlerini, ülke bütünlüğü yolunda “ehlileştirici araç” olarak görüyor.
Mültecilerin dramı
Kürt bölgesel yönetiminin Suriye ve Irak’tan gelen çok ciddi mülteciler sorunu var. Sayıları farklı telaffuz edilse de bir milyonu aşmış durumda. Neredeyse bölge nüfusunun dörtte biri kadarlar. Bölgeler sosyal, ekonomik, ideolojik ve güvenlik sorunuyla baş etmek zorunda kalmışlar. Musul’a yapılacak bir operasyonun tetikleyeceği yeni mülteci dalgası da kapıda.
Krizi fırsata çevirmek
Iraklı Kürtler, bağımsızlık konusunu gündemlerinden çıkarmış değiller. Nitekim Barzani’nin önümüzdeki günlerde ABD’ye yapacağı ziyaretin öncelikli konularından biri yine bu olacak.
Ancak, askeri ve siyasi tecrübeler, mevcut sistemin sürdürülemez, zayıf, eklektik ve temelsiz olduğunu göstermiş durumda. İdeolojik farklılıklar, sosyal referanslar ve kişisel hırslar neticesinde kurulan partiler, kendi bölgelerini ayrı birer devlet gibi yönetmeye devam ediyorlar. Bu durum, yolsuzluğa, keyfiliğe yol açıyor. Kurumlar inşa edilemiyor. Mesela, her partinin farklı ordusu var. Bu yüzden “devlet olma” hayali sürekli erteleniyor.
Bu arada orduya sahip olma kervanında PKK da yer alıyor. Gelişmeleri fırsat olarak gören PKK, silahlı gücüne dayanarak Barzani’ye rağmen Ezidi bölgesinin siyasi ve askeri mimarisinde söz sahibi olmak istiyor. Barzani yönetimine üst perdeden akıllar ve tavsiyeler vererek onu “demokrasiye” davet ediyor. Bu durum tartışmaları tetiklerken gerilimi de artırıyor.
Barzani, Talabani, PKK ve diğer irili ufaklı askeri güçler, 1200 km’lik cephede zayıf emir komuta birliği, farklı siyasi öncelikler ve yabancı yardımları birbirinden kaçırarak, ara sıra da IŞİD’le çatışarak “savaş” yapıyorlar.
Risklerle dolu bu tabloyu fırsata çevirmek isteyen Barzani, yeni bir hamle geliştiriyor. Yeni anayasa, başkanlık sistemine geçilmesi ve yıllardır konuşulan ama yapılmayan milli ordunun kurulması. Konunun nasıl gelişeceğini önümüzdeki aylarda göreceğiz.
Toplum bu kadar çok politikayla uğraşınca Türkiye’ye dair ilginç düşüncelerin olması da normal. Nitekim bölgede görüştüğümüz insanlar, kendi engin tarihsel demokrasi tecrübelerinden (!) yola çıkarak bazı tavsiyelerde bulundular. “Türkiye, demokrasisinin standardını yükseltmek ve AB’ye girmek istiyorsa Kürtlere federasyon vermeli”. Haliyle bize düşen de bu “devlet ve demokrasi tecrübesine” saygı duymaktı!!!