Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Maalesef Türkiye, 2016 yılını terör sorunlarıyla boğuşarak geçirmek zorunda kaldı. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti. Birçoğu yaralandı. Bir yandan PKK, bir yandan DEAŞ, bir yandan FETÖ ülkenin enerjisini boşa harcamaya, yaşama sevincini azaltmaya, motivasyonun kırmaya girişti. Böylesine ciddi bir sorunla baş edebilmek, ancak meseleyi soğukkanlılıkla ele almakla, gerçeklerle yüzleşmekle mümkündür.
Merak edilen husus, gelecek yıl bu alanda bizi nasıl bir tablonun beklediğidir. Bu yazı, stratejik düzeyde PKK cephesine daha yakından bakmayı hedefliyor. Üç temel faktörü bir arada değerlendirerek bazı öngörülerde bulunabiliriz. Bunlar örgüt, diğer aktörler/bölgesel koşullar ve Türkiye’nin cevabından oluşuyor.
İlk olarak PKK’ya bakmak gerekiyor. Özellikle PKK’nın gelecek yıl hedeflerini belirleyen dünya, bölge, Türkiye okuması önemli. Ardından önceliklerine, ittifaklarına, kapasitesine, alışkanlıklarına, tecrübelerine, aldığı tavsiyelere ve bunların ışığında belirlediği strateji ile taktiklerine odaklanmak gerekiyor.
PKK, 1995’ten beri“ büyük stratejisini” değiştirmemiştir. Buna göre PKK, Türkiye’yi kesin sonuçlu bir askeri karşılaşmaya zorlamamalı. Çünkü bunun ölümcül sonuçları olabilir. Bu nedenle hibrit taktiklerden oluşan, yıldırma, yıpratma, provokasyon stratejilerini izlemektedir. Toplumu fikren bölen, hükümeti politika değişikliğine zorlayan ve kurumları iş göremez hale getirmeyi amaçlayan bir stratejiden söz ediyoruz.
Her ne kadar PKK, Irak ve Suriye’de aktif olsa da, bu topraklar örgüt için ikincil alanlardır. Örgütün her koşulda hedefinde Türkiye vardır. PKK liderleri, Arap Baharı’nın, Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının kendilerine tarihsel bir fırsat sunduğunu değerlendiriyorlar. Coğrafya’dan lojistiğe, sempatizandan silaha, görünürlükten meşruiyete kadar.
Ancak bu avantajlar aynı zamanda yeni sorumluluklar ve maliyetler anlamında geliyor. Tıpkı ABD’nin harekât planına uygun, Rakka’da savaşmak gibi. Bu görev örgütün askeri kapasitesinin çoğunu Suriye ve Irak’a toplama zorunluluğu getirirken, taktiklerini de “canlı bomba” gibi kolay, etkili ve ucuz olanlardan seçmeye zorlayabiliyor.
Kırk yıllık bir terör örgütü olarak yanlış analizler, “erken iktidar hastalığı” dönemlerinde, yanlış stratejiler izlediği görülebiliyor. Tıpkı, Irak ve Suriye’de elde ettiği askeri kapasite, tecrübe ve görünürlüğün heyecanıyla “lümpen asi pratiği” ile “şehir savaşına” girişmesi gibi.
Ne olabilir? Sorusuna cevap, örgütün eylem sıklığı, dağılımı ve taktik seçimine bağlıdır. Bunu belirleyen faktörlerin başında ise mevsimsel koşullar, militan sayısında azalma ve “şehirleşme” gelir. Bahara kadar kırlarda sessizliğin hakim olacağını söyleyebiliriz. Öte yandan, terör eylemleri insanları etkilemek için yapıldığından, terör örgütleri de nüfusla birlikte köyden şehre göç eder. Günün anlamına binaen az maliyetli “medyatik” eylemleri tercih eder.
Kitap, bu şıkla ilgili şöyle söylüyor: Diğer faktörleri göz ardı etmeyin. Ancak, bu özelliklere sahip örgütler teröre daha fazla meyyaldirler. Terör eylemleri, toplumsal ayrışma/çatışmayı tetikleyinceye, hükümetin tutumun/politikaların da değişim oluncaya, bölgesel dengeler yeni bir aşamaya gelinceye kadar sürer. Ancak diyor kitap, terör örgütleri rasyonel düşünür. Yaptığı işin kendisine maliyetinin büyüklüğünü görürse bir daha düşünür, diyor.
Ben her şeye rağmen, yeni yılda, terörsüz bir dünya diliyorum.