Evde İzlenecek Film Önerileri

23 Mart 2020

Bir süredir film önerileri sıralamıyordum. Ancak ayaküstü sohbetlerde lafı açılırsa ne tür filmlerden hoşlanacağını tahmin ettiğim arkadaşlarıma öneride bulunuyordum. Ancak evde geçirilen zamanın arttığı şu günlerde film öneri istekleri de gelmeye başladı.

Bu yazıyı film önerisinden ziyade yönetmen önerisi olarak görmenizi isterim. Bir yönetmene başlamak için de bir başlangıç filmi gerekir tabi ki; o yüzden film adı vererek gideceğim ama bu yönetmenler auteur dediğimiz kendine has belli bir tarzı olan yönetmenler olduğu için bir filmini sevdiyseniz diğer filmlerini de izlemenizi gönül rahatlığıyla önerebilirim.

1. Transylvania, Tony Gatlif, 2006, Fransa.

Zingarina’nın aşık olduğu adamı bulmak için Romanya’ya gitmesi bize romantizmle karışık bir acıyı hissettirse de bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Bu filmde acıdan dans edecek hale gelmeyi, müziğe sarılmayı görüyoruz. Tony Gatlif bütün filmlerinde olduğu gibi bu filmde de harika müziklere imza atmış ki yaptığı filmlerin müziklerini kendisinin bestelediğini belirtmiş olalım. Ayrıca filmde yine izlemenizi önereceğim Fatih Akın’ın Duvara Karşı filminde oynayan başarılı oyuncu Birol Ünel de var.

2. Gadjo Dilo, Tony

Yazının Devamı

Blue Jay Film Eleştirisi.

24 Ocak 2020

Film önerisi istendiğinde herkese aynı filmler önerilmez. Hayatının mutlu bir anında mısın yoksa mutsuz musun diye sorulmalı önce. İçinde bulunduğu an; filme bakışını ve filmden alacağı şeyi değiştirir çünkü.

Blue Jay; 2016 yapımı bir indie film gibi duruyor. Yani; düşük bütçesi olan bağımsız filmlerden gibi. Tabiri caizse Mark Duplass’ın “Bir şey denicem!” diyip senaryosunu yazıp başrolüne geçtiği samimi bir film. Duplass’la başrolü paylaşan Sarah Paulson oyunculuk adına harikulade bir iş çıkarmış ve filmin üçüncü oyuncusu Clu Gulager’ı filmde çok az görsek de uzun bir sinema geçmişi olduğunu biliyoruz. Böyle filmin beklenmedik bir yerinde sürpriz yapan filmleri seviyorum.

Alex Lehmann filmi siyah beyaz çekmeyi tercih etmiş; zamansızlığı, ebediyeti temsil etmesi için. Çünkü filmde iki liseli aşığın yıllar sonra o küçük kasabada karşılaşmasını ve eskiyi yad edişini izliyoruz. Önce tatlı tatlı duygusallıkla ilerleyen arkadaşlık; sırların ve pişmanlıkların açığa

Yazının Devamı

Yüz (Twarz) Film İncelemesi

31 Ağustos 2018

Berlin Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'ne layık görülen Twarz (Yüz) filmi; 2018 yılının en iyi filmlerinden. Yönetmen koltuğunda Malgorzata Szumovska var ; filmin senaryosunu da Michal Englert'le beraber üstlenmiş. Başrol oyuncusu Mateusz Kosciukiewicz'e Agnieszka Podsiadlik ve Malgorzata Gorol eşlik ediyor ve Başka Sinema'da vizyonda.

Oldukça klişe, fırsat bulunca hepimizin söyleyecek bir şeyinin olduğu, kabul etmediği, maskelerle yalanladığı bir gerçeği yüzümüze yine hepimizin aşina olduğu anlarla yansıtıyor Twarz; daha görünen daha dobra bir açıyla.

Film; geçirdiği bir iş kazası sonucu yüz nakli yapılan Jacek'in artık eskisi kadar yakışıklı bir yüze sahip olmadığı için başına gelenleri anlatıyor. Yeni görüntüsü sebebiyle çocukların ondan korkması, yetişkinlerin irkilerek bakması, kız arkadaşının terketmesi hatta annesinin onu bu yüzle kabullenmeyişi... Filmi izlerken yüzden mi ibaretiz cidden diye sormadan edemiyoruz ve bir yüz nakline de aslında gazetelerin üçüncü sayfa haberleri gibi yaklaştığımızı farkediyoruz. Bizim için olaydan ibaret olan şeylerin kişilerin hayatını altüst ettiğinden nasıl habersizsek bu film de bizim için bilimsel haber olan bir yüz naklinin bir

Yazının Devamı

Tereddüt'ü Neden Sevdim?

9 Kasım 2017

Yazmayacaktım aslında. O da eleştirilmesinden pek hoşlanmıyor; canı sıkılıyor, kıyamıyor belli. Filmine değil de Elmas’a kıyamıyor, Şehnaz’a kıyamıyor sanki.

Başarılı Oyunculuklar ve Filme Duygusunu Veren Renk

Ama ben güzel şeyler söyleyeceğim. Ne kadar güzel rengi var filmin diyeceğim. O dalgalar nasıl kuvvetle, zincirlerini koparır gibi hırçınca vuruyor kayalıklara... Çığlık atar gibi; metafor güzel kullanılmış diyeceğim.

Oyuncuları öveceğim. Ecem Uzun nasıl oynamış öyle! En iyi kadın oyuncu ödülünü sonuna kadar hak etmiş... Funda Eryiğit rolünün üstesinden başarıyla gelmiş... Okan Yalabık, Serkan Keskin ve Sema Poyraz’ın doğal oyunculuğu karakterlere çok güzel hayat vermiş ve Mehmet Kurtuluş rolüne tam oturmuş diyeceğim.

Yönetmen de kırsalın acımasız yüzünü gösterirken yine Karadeniz’in doğasına sığınmış; ne iyi etmiş diye düşüneceğim.

Ama...

Çok acısı var Elmas’ın. Yüzleşirken daha da acıyor sanki. Yüzleşirken bile kendini haklı görmüyor gibi. Oldurmaya çalışıyor da olmuyor... Olmaması da kendi suçuymuş gibi...

Tereddüt Eden Kadınların Hikayesi

Yazının Devamı

Ayla: The Daughter of War Filmi Önyargıları Yıktı mı?

31 Ekim 2017

Son günlerin belki de en çok konuşulan filmi Ayla. Daha vizyona girmeden hikayesinin tarihsel gerçekliği ve duygusallığıyla merakla bekleniyordu. Temelinde gerçek bir hikaye ve duygusallık olan filmlere üstesinden iyi gelinmiş bir film izleyip izleyemeyeceğimiz konusunda önyargılı yaklaştığımız doğru ancak yönetmen Can Ulkay ilk sahnelerden itibaren bu önyargıyı silmeyi başarıyor.

Çok tatlı, bir o kadar üzücü ve gerçek bir hikayesi var filmin. 1950’de Kore’ye destek amacıyla gönderilen Türk askerlerinden biri olan Süleyman’ın ayazda bir sürü cansız bedenin yanında hayatta kalmış beş yaşında Koreli bir kız çocuğunu bulup birliğine götürerek ona bakması ve bu süre içinde aralarında oluşan bağ anlatılıyor. Film için belgesel tadında diyenler olsa da bu doğru bir tanım değil; belgeseli Süleyman Bey ile Ayla’nın buluştukları yıl olan 2010’da çekilmiş.

Başarılı ve Abartısız Bir Senaryo

Öncelikle görüntü açısından filme on üzerinden on puan verdiğimi söylemeliyim. Her sahne temasıyla öyle uyumlu oluşturulmuş ki gelişiyle birlikte seyirciyi hemen içine alıyor. Bu yüzden Jean-Paul Seresin’e bir alkış.

Senaryoyu da bir o kadar sevdim. Bu tarz bir filmde çok klişe olabilecek cümlelerden uzak

Yazının Devamı

Mother (Anne) Film Eleştirisi

2 Ekim 2017

Derdi olan filmleri sevmeye devam edelim; galiba Hollywood bizi duyuyor sevgili sinemaseverler.

Anne(Mother); daha gelmeden kendinden söz ettirmeye başlamıştı; bazı izleyenlerin filmden övgüyle bahsetmesi, Venedik Film Festivali'nde yuhalandığı haberleri, eleştirmenlerin filmi övenler ve yerenler olarak ikiye ayrılması merakımızı iyice güçlendirdi.

Aronofski Derdi Olduğunu Açıkça Belli Ediyor

Gerçi filmin hem yönetmenliğini hem de yazarlığını yapan Darren Aronofsky'nin Requiem For A Dream, Pi, Noah gibi filmlerini düşününce beni hayal kırıklığına uğratacak bir filmle karşılaşmayacağımı biliyordum. Aronofsky kesinlikle derdi olan bir yönetmen ve biz derdi olan yönetmenleri seviyoruz. Lars Von Trier’in her filminde kadınlarla olan savaşını izlediğimiz gibi Darren Aronofski’nin filmleri de dini ögelere göndermeler içeriyor.

Üretken döneminde olmayan bir şair ve fedakar eşinin izole bir şekilde yaşayıp giderken evi birden yabancıların istila etmesiyle annenin sıkışmışlığına tanık oluyoruz.

Dini Ögelerle Bezeli Bir Anlatım

Anne; sanatı ve yapılış şeklini eleştirmekten ziyade sanata bakış açısı ve tüketimine yönelik bir eleştiri. Toplumun sıkışmışlık, çaresizlik noktasında sanatın

Yazının Devamı

Büyüyünce Pennywise Olmak

19 Eylül 2017

Hikaye; Derry isimli kasabada Bill Denbrough'un kardeşi George'un yağmurlu bir havada kayık yüzdürmesiyle başlar. Kayığı kaybederse abisinin ona çok kızacağını düşünen George; kanalizasyona düşen kayığı almaya çalışırken palyaço kılığına girmiş biri tarafından kolu kopartılarak öldürülür. 1700'lü yıllardan beri her 27 yılda bir uyanan bu yaratık insanların korktuğu şeylerin kılığına girip onları öldürmektedir. Yetişkinler çocukların buhranlarını görmezden gelip, cinayetlerin peşine düşmezler. Kendilerine Kaybedenler Kulübü adını takan yedi çocuk bu yaratığın korkularından oluştuğunu farkeder ve onu yok etmeye çalışırlar.

Doksanlarda Bir Korku Ögesi Olarak Palyaço

Stephen King’in 1986 yılında yazdığı romanı yayınlanmasından sadece dört yıl sonra Tommy Lee Wallace tarafından filme çekildiğinde çocukluğun eğlence dünyasına has olmasına rağmen korku ögesi olarak bir palyaço perdeye gerçekten yakışmıştı hani. Doksanların teknolojisiyle ne kadar korkutulabildiysek o kadar korkmuştuk korkmasına ama aynı filmi yıllar sonra tekrar izlediğimizde sırf gönülbağımızdan; film boyunca o melankoli dolu gülümsemenin yüzümüzden gitmeyişini palyaçonun yeterince korkunç resmedilemediğine bağlayıp

Yazının Devamı

İsmail'in Hayaletleri; Beklendiği Gibi mi?

5 Eylül 2017

İsmail'in Hayaletleri; bu yılki Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olarak izleyiciyle buluştu ve biz de Başka Sinema'da izleme fırsatı bulduk. Charlotte Gainsbourg ve Marion Cottillard'ı aynı perdede düşünemediğimden filmi sabırsızlıkla bekledim. Gainsbourg'u Lars Von Trier'in Deccal filminde izlediğimden beri karanlık filmlere çok yakıştırmış ve Trier'la bağdaştırmıştım. Cottillard ise çiçekli filmlerin masum yüzlü sevdiğim oyuncusuydu. Nasıl olur da bu iki farklı tarz aynı perdede aynı şeyden bahsedecekti; merak içindeydim.

Uzatılmış ve Dağınık Bir Film

Çocuk denecek yaşta sevdiği kadının aniden ortadan kayboluşu İsmail'i sendeleyen bir adam haline getirmiştir. Belki de yavaş yavaş kafayı yediği için istediği filmi bir türlü bitirememektedir. Bu noktada yönetmen Arnaud Desplechin filmin içinde film çekerek bizi İsmail'in bilinçaltının tüm odalarında dolandırıyor. Bu odalarda gezdikçe İsmail'in Carlotte'ye babasını kastederek "Ben sende onu sevdim." demesinin sebebini de anlıyoruz.

İsmail'in Hayaletleri; uzatılmış bir film. Olayların yeni filmini bitirmeye çalışan İsmail'in çevresinde gelişmesi beklense de herkese eşit ağırlık verilmeye çalışılırken odak noktası kaçırılmış.

Yazının Devamı