Son günlerin belki de en çok konuşulan filmi Ayla. Daha vizyona girmeden hikayesinin tarihsel gerçekliği ve duygusallığıyla merakla bekleniyordu. Temelinde gerçek bir hikaye ve duygusallık olan filmlere üstesinden iyi gelinmiş bir film izleyip izleyemeyeceğimiz konusunda önyargılı yaklaştığımız doğru ancak yönetmen Can Ulkay ilk sahnelerden itibaren bu önyargıyı silmeyi başarıyor.
Çok tatlı, bir o kadar üzücü ve gerçek bir hikayesi var filmin. 1950’de Kore’ye destek amacıyla gönderilen Türk askerlerinden biri olan Süleyman’ın ayazda bir sürü cansız bedenin yanında hayatta kalmış beş yaşında Koreli bir kız çocuğunu bulup birliğine götürerek ona bakması ve bu süre içinde aralarında oluşan bağ anlatılıyor. Film için belgesel tadında diyenler olsa da bu doğru bir tanım değil; belgeseli Süleyman Bey ile Ayla’nın buluştukları yıl olan 2010’da çekilmiş.
Başarılı ve Abartısız Bir Senaryo
Öncelikle görüntü açısından filme on üzerinden on puan verdiğimi söylemeliyim. Her sahne temasıyla öyle uyumlu oluşturulmuş ki gelişiyle birlikte seyirciyi hemen içine alıyor. Bu yüzden Jean-Paul Seresin’e bir alkış.
Senaryoyu da bir o kadar sevdim. Bu tarz bir filmde çok klişe olabilecek cümlelerden uzak durmuş Yiğit Güralp. Karakterler de çok yerinde yaratılmış. Filmin küçük kahramanı Ayla’nın çocuk karakterine ağır gelecek yapay bir dram yüklenmemesi ve savaşın içinde esprili diliyle seyirciyi güldüren, umut dolu Ali karakteri sayesinde film melankolik bir dramdan olabildiğince uzak tutulmuş ki Ali Atay; Ali’yi en doğal haliyle oynayacak yegane oyuncu olarak filmin en doğru seçimi bence.
Tadında Bırakılmış Yan Hikayeler
Her filmin olmazsa olmazı aşk hikayesini görünce hayal kırıklığı hissetmedim değil. Hah! Dedim. Olmazsa olmazımız da geldi! Ama ilerleyen sahnelerde gördüm ki bu aşk hikayesi çok tadında bırakılmış; Ayla ile Süleyman’ın hikayesinin önüne geçmemiş. Rahatladım.
Filmde oturtamadığım hiçbir karakter, rolünün hakkını verememiş hiçbir oyuncu yok.
Süleyman’ın kızının önce kıskandığı için bu araştırmanın son bulmasını istediğini zannetsek de ilerleyen sahnelerde babasının ölümünden korktuğu için tepki gösterdiğini anlıyoruz ancak çözüm bölümü hızlıca geçtiği için bunu farketmekte zorlanabiliriz. Bunu anlatmak için bir cümleyle keskin bir geçiş yapılacağına odağı kaydırmadan daha yumuşak bir geçiş tercih edilebilirdi. Hatta belki de bu durum; üzerine birkaç sahne ayrılacak kadar önemli bir ayrıntı değildir.
Önerir miyim?
Ayla: The Daughter of War’ı izleyin. Her duyguya tadında yer verilen yerli filmlere hasret bir izleyici güruhu olarak en azından bu kadarını hakediyoruz. Bu film de hakediyor.
Umarım Ayla; 4 Mart 2018'de gerçekleşecek 90. Oscar Ödül Töreni'nde "yabancı dilde en iyi film" ödülü için yarışır.
Puanım: 8
İyi Seyirler...