İşten eve döndüğünüzde eşiniz ya da anneniz ‘’Günün nasıl çekti tatlım?’’ diye sorduğunda şöyle bir yanıt verdiğinizi düşünelim. ‘’Bugün çok enteresan bir şey oldu. Daha önce suratıma bile bakmayan direktörüm, günaydın dedikten sonra bir de hatırımı sordu? Sonunda beni fark etti. Çok mutluyum’’
‘’Mutluluğun’’ Peşinde isimli yazımın içeriği ile bu örnekten de anlaşılacağı gibi kendimizin için yapabileceğimiz en iyi şey, mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun kontrolümüzün dışındaki bir takım olay ve insanların elinden almak olacaktır.
Mutluluk ve mutsuzluk ikisi de zihnin bir seviyesidir. Mutluluk, zihnin her ne olursa olsun dışarıda olanlardan etkilenmediği sükûnet ve huzurun olduğu zihin seviyesidir. Bu yüzden zihni, bu tarz bir mutluluk seviyesine getirebilmek için zihinsel aktivite yapmak gerekir.
Zihinsel aktivitenin kaynağı dışarısı değildir. Bunun için de tıpkı kas geliştirir gibi meditasyon yaparak zihni pozitif seviyeye getirme aktivitesi yapmak gerekir.
Bu haftaki yazıma birkaç basit soruyla başlıyorum.
Bugün Güzel Bir Gün Geçirdiğinizi Söyleyebilir misiniz?
Bu soruya vereceğiniz yanıt evet ya da hayır olabilir.
Kötü bir gün geçiriyorsanız, Neden?
Güzel bir gün geçiriyorsanız, Neden?
(Neden? Sorusuna yanıt vermeniz yazımın sonraki kısımları için önemli olacağından dürüstçe yanıt verin lütfen)
Ya yarın…, yarın güzel mi yoksa kötü bir gün mü olsun?
Peki ya sonraki gün?
Duygu ve hislerin birçok davranışın arkasındaki itici güç olduklarını düşünürsek hislerin ortaya çıkma mekaniği anlamak çok önemlidir. Neden mi önemli? Çünkü bilgimiz dahilinde olan hislerin çoğunun zihinde yaratılmış olma ihtimali çok fazla.
Bir şeyden korktuğumuzda kalbimiz çarpmaya başlar, ağzımız kurur, cildimiz solgunlaşır ve kaslarımız kasılır. Bu duygusal tepki otomatik olarak bilinçsizce gerçekleşir. Beynimizde bu tür fiziksel değişikliklerin olduğunu farkına vardığımızda, hisler ortaya çıkar. Korku hissini deneyimleriz. Bir şeylerden korktuğumuzda, korktuğumuz şeyin illa fiziksel olarak yanımızda olması gerekmez. Tek bir düşünce dahi korku hissini ortaya çıkartabilir. Bu süreç yararlı hisler için de geçerlidir.
Zihinde yaratılan yararsız hislerin sıklık derecesi fazlaysa sürekli bir şeyler olacak ya da birileri bir şeyler yapacak diyerek kendimizi koruma altına alırız. Hayattan keyif alamamaya başlarız. Zihin etkilendiğinde otomatik olarak fiziksel beden de etkilenir. Fiziksel rahatsızlıklar başlar. Bir
Duygular ve Hisler.. Günlük yaşamda bu terimleri, birbirinin yerine kullanırız. Duygu ve hislerin, dünyayı nasıl yaşadığımız ile nasıl ilişkide bulunduğumuz üzerinde çok güçlü etkileri vardır. Nörobilimciler duyguları, vücudun belirli uyaranlara karşı gösterdiği karmaşık tepkiler olarak tanımlıyorlar. Temel duygular içgüdüsel ve herkes için ortak olsa da, duygular, kişinin mizacı ve deneyimleriyle şekillenir. Aynı zamanda kişiden kişiye ve durumdan duruma değişirler.
Duygu ve hisler birçok davranışın arkasındaki itici güçtürler. Ne yazık ki, birçoğundan bir haber yaşıyoruz. Özellikle de korku temelli algıların yönlendirdiği duygulara göre yaşadığımızı ve bu yaşadıklarımıza göre kararlar aldığımızı düşünürsek bu tarz bir yaşam bayağı korkutucu. Örneğin aramızın iyi olmadığı bir arkadaşımızla görüşmek zorunda kalacağımızı düşünmek, öfke hissini tetikleyebilir. Ve bu öfke hissini deneyimlerken yapacağımız seçimlerin öfkeden etkilenme olasılığı çok fazladır. Ya da kocasından dayak yiyen
Nefes alıp verirken kullanılması gereken tek kas Diyaframdır. Bazen o kadar enteresan durumlarla karşılaşıyoruz ki inanamazsınız. Nefes alıp verirken sırt kaslarını, belini, boynun, göğsünü kullanan hatta popo kaslarını kullananlar dahi olabiliyor. Nefes alıp verirken diyafram kasının dışındaki kaslardan yardım aldığınızda solunum sisteminizi kapatmış olursunuz. Bunun hayatınıza yansıması şöyle olur;
Kendinizi akışta olma halinden uzaklaştırmış olursunuz.
Diyafram kasınızı kullanarak nefes alıp verdiğinizde nefesiniz karnın alt bölgesindeki pübik bölgeye kadar derinleşir. Nefes, pübik bölgeye kadar derinleştiğinde karın yükselir. Bu süreci biraz daha detaylandıracak olursam;
Diyafram göğüs ve karın boşluğunu birbirinden ayıran fibröz bir kas dokusu tabakasıdır. Kaburgalar kalbi ve akciğerleri içine alan bir kafesin üst kısmını oluştururken, diyafram bu kafesin tabanı olarak görev yapar. Önden bakıldığında diyafram kas lifleri ile alt altı kaburgaya tutunan bir kubbe görünümündedir. Diyaframın kas lifleri nefes aldığınızda kasılır ya da sıkılaşır ve diyaframın kubbe
Nefes alıp verme konusu, çok hafife alınıyor. İnternetten öğrenerek ya da kulaktan dolma bilgilerle yapılan nefes uygulamaları kişiyi zorlayabilir. Mutlaka işin uzmanına başvurmak gerekir.
Transformal nefes koçları olarak bizler, önce danışanlarımızın nefeslerindeki derinleşme seviyesine bakarız. Nefesin, karnın altındaki pubik bölgeye kadar gitmesi çok önemlidir. Nefesin derin olması, vücuda giren oksijenin optimum seviyede olmasını belirleyen bir faktördür. Kişi, bedenine yeterli seviyede oksijen alamadığında hücrelere yeterli miktarda oksijen girememiş olur ve buna bağlı olarak bedenindeki yaşam enerjisi azalır. Kişiye nasıl nefes alıp vermesi gerektiğini öğreterek solunum sisteminin açılmasına yardımcı oluruz. Ana amacımız; solunum sisteminin, kapasitesi kadar çalışmasıdır.
Bilinçli nefes alıp verdikçe daha fazla nefes farkındalığıyla birlikte daha fazla yaşam enerjisi hissedilir. Derin nefes, yaşamla olan bağlantınızı temsil eder. Nefes veriş ise negatif enerjilerle nasıl baş ettiğinizi gösterir. Eğer nefes verişinizi itiyor ya da uzun veriyorsanız negatif enerjilerle savaş
Bilinçli ve etkili nefes almak, her zamankinden daha önemli hale geldi. Hatta küresel kriz döneminin ön saflarında yer alıyor diyebilirim.
Birçoğumuz nefes alıp vermenin nasıl bir şey olduğunu bildiğimizi sanıyoruz. Bu çok doğru değil. Deneyimlerimden söyleyebilirim ki birçok insan nasıl nefes alacağını bilmiyor. Nefes alma kapasitesini tam olarak kullanamayan birçok insan var. Özellikle aşırı duygusal kişiler, duyguların yoğunluğuna katlamadığından nefes alma kapasitesini kapatıyorlar. Kişinin nefesiyle solunum sistemi hakkında farkındalığa sahip olmasının değeri bu açıdan çok önemli.
Çok iyi biliyoruz ki hayatımızın her anı mutlulukla geçmiyor. Mutlaka bir şeyler oluyor. Duygular yoldan çıkartıyor. Düşünceler uykusuz bırakıyor. Çoğu zaman bedenimizde olduğumuzun farkında bile değiliz. Biz insanlar, fiziksel, duygusal zihinse ve ruhsal varlıklarız. Bu üç seviyenin bütünleşmiş olması denge ve uyumlu bir hayat için çok önemli.
Transformal nefes, tüm bu seviyelerle birlikte çalışarak bütünleşmelerine
Bizlere beynin yirmili yaşlara kadar hızla geliştiği, yirmi yaşından sonra beyin hücrelerinin yeni hücre oluşturma kapasitesinin önemli ölçüde azaldığı söylendi. Gençliğimizin baharındayken her şeyin bittiğini düşündük. Halbuki gerçek farklıymış. En son yapılan araştırmalar bu bilginin tamamen değiştiğini söylüyor!! Bu yazımda sizlere bu konuda yapılan bilimsel araştırmaları paylaşmak istiyorum.
Nöroplastisite kavramını daha önce duyanınız var mı?
Beyin plastisitesi ya da nöral plastisite olarak da bilinen nöroplastisite, beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneği olarak biliniyor. Psikiyatrist ve psikanalist Norman Doidge, “Kendini Değiştiren Beyin” kitabında ise nöroplastisitenin “yirminci yüzyılın en olağanüstü keşiflerinden biri” olduğunu söylemektedir. Bu kapsamda Profesör Dr.Michael Merzenich tarafından yapılan araştırmalar ise düzenli beyin eğitiminin sadece beyin fonksiyonumuzu yaşlılığa korumakla kalmayıp aynı zamanda yaşa bağlı fonksiyonel düşüşü tersine çevirebileceğini