Acıyı, kurtulunması gereken bir şey olarak görmek yerine ‘’bir çağrı ya da bir mesaj’’ olarak görmeye başlamanın tam zamanı. Peki, acının bir çağrı ya da mesaj olarak görülememesinin sebebi ne olabilir?
Bakış açımız.
Acı, mutlulukla direk bağlantılıdır. Acı olmazsa mutluluk, mutluluk olmazsa acı olmaz. Şu an kendinizi çok iyi hissetmenizin sebebi bir önceki an kendinizi daha az mutlu hissetmiş olmanızdır. Bu gerçek değişmeyeceğinden yapılacak tek şey acıları anlamak olacaktır. Acının sağlayıcı bilgelikten faydalanmak için kendi bakış açımızla kavga etmeyi bir an evvel bırakmalıyız. Zira yetişkin olmak, dünyaya farklı bir bakış açısıyla bakabilmektir.
Şimdi kendinize şu soruyu sorun.
Son günlerde bana en çok acı veren konu ne?
Acı veren konuya odaklandıktan sonra kendinize başka bir soru daha yöneltin.
‘’Bana nasıl hissettiriyor?’’
Şimdi de hissettiğiniz bu acının en derinlerine gidin. Bunu yaparken amacınız, acının çözümünü bulmak ya da yok etmek olmasın. Sadece onunla birlikte olun.
‘‘’Yeni Ben’’ karantina gibi kriz dönemlerinde daha rahat ortaya çıkar. Çünkü korku ve endişeler kriz dönemlerinde daha aktif olurlar. Bu dönemde korku ve endişelerden kaçmak yerine onlarla birlikte olup anlamaya çalışırsak kendimizle ilgili birçok şey öğrenebiliriz.
Şimdilerde çokça deneyimlediğimiz korku ve endişeler, Corona kaynaklı gibi gözükse de kaynağına indiğimizde farklı bilgilerle karşılarız. Bu bilgilerin, çevremize ve tüm dünyaya daha faydalı olmamızı sağlayacak gücü vardır. Bu güçten faydalanmak için içe dönmek yani şimdiki anda kalma anlarını çoğaltmak gerekir. Bildiğiniz gibi zaman kavramı göreceli. Bir sürü an, bir araya gelerek zaman kavramını oluşturur. Şimdiki ana odaklandığımızda, odaklandığımız andan bir önceki an geçmiş, bir sonraki an ise gelecek olur. Tabii bu anlar saniyeden çok daha kısa bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşirler. Şimdiki anda neler olduğuna tam olarak dikkat etmediğimizde, geçmişte neler olduysa aynı
Pek çoğumuzun konfor alanı bozulsa da, her değişimin bir öğrenme olduğu unutulmamalıdır. Genellikle öğrenmek için ne yaparsınız?
Birçok eğitime katılırsınız ya da kitap okursunuz. Fakat çoğu zaman öğrendiklerimizi hayata geçirmek konusunda zayıf kalırız. Bu sonuç bu tarz öğrenmelerin gerçek olmadığının kanıtıdır.
Şimdiye kadar Corona’dan öğrendiklerimizle gelecekte öğreneceklerimiz tamamen gerçek olacak. Corona’dan öğrendiklerimizi hayatımıza almama gibi seçeneğimiz yok. Zira öğrenirken aynı zamanda öğrendiklerimizi de yaşıyoruz. Bu yüzden de Corona’dan öğrenilenler gerçek öğrenmeler olacak. Fakat bu konuyla ilgili göz ardı edilmeyecek bir şey var;
Öğrendiklerimiz karşısında sakin kalmayı başaramazsak stres ve çaresizlik yakamızı bırakmaz. Sürekli olarak stres ve çaresizlik hissi içinde kaldığımızda ise Corona’dan öğreneceklerimiz stres ve çaresizlik olur. Bu da gelecekte de çok fazla korku ve endişe anlamına gelir ki, korku ve endişe insanı hasta yapar. Bağışıklık sistemini
Geçtiğimiz hafta sonu Abant’ta nefes çalışmam vardı. Evvelsi gün İstanbul’a döndüğümde eve gitmeden önce ufak tefek ihtiyaçlarımı karşılamak için markete uğradım. Normal zamanda gün içinde markette çok fazla insana rastlamazken, satın aldıklarımı koyacak alışveriş arabası dahi bulamadım. Her yerde çok fazla korku ve panik var.
Korku ve paniğin yıkıcı etkisinden kurtulmak için öncelikle virüsü ve yaptıklarını kabul etmek gerekiyor. Tabii bir de virüsten etkilenmeyeceğimiz fikrini kafamızdan tamamen atmak gerekiyor. Maalesef yaşananlar gerçek. Hatta sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkileyen bir gerçek.
Tüm dünyada birçok insan zorluk içinde ve bir sürü sorun yaşanıyor. Korku ve panik normal gibi görünse de nasıl düşündüğümüze çok dikkat etmeliyiz. Dikkat etmezsek endişe ve kaygı kısa zamanda akıl sağlığımızı bozabilir. Akıl sağlığımız bozulduğunda, virüse dahi gerek kalmadan kendi kendimizi hasta edebiliriz.
Bana göre önemli olan pes etmemek. Pes
Yaratıcılık, her kadının sahip olduğu en önemli yetkinlikten biri olduğu halde gerek sosyal gerekse iş hayatında tam olarak ifade edilememekte. Dünyanın dört bir yanındaki kadınlar benzer sorunu yaşıyorlar. Kadın olmak hem zorlayıcı hem de güçlendirici.
Uluslararası Kadınlar Günü gibi günlerde, bir kadın olarak gücümüzün farkında olmamıza rağmen çoğu zaman bu gerçeği unutabiliyoruz. Hayatın tüm dikkat çekici özellikleri de bu unutmayı bolca destelemekte. Unutmaları tersine çevirmek adına güçlü kadınları hatırlamaya var mısınız? Türk tarihindeki kadınların gücünün temsilcileri arasında yer alan dört kadından bahsetmek istiyorum.
- Bu kadınlardan ilki Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım; döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığı için, okur yazar oluşu nedeniyle kendisi de Zübeyde Molla olarak anılırmış. Zübeyde hanımın Mustafa Kemal Atatürk üzerinde derin etkileri olmuştur.
- Atatürk’ün eşi Latife Hanım; Atatürk ‘’Başkasının karısında uygulamasını
Sizce aşağıdakilerden hangi ikili sıcak bir kalbe sahip olmanın en kısa yoludur?
a- İnsanların mutlu olmalarını sağlamak
b- İnsanlarla insanca bağlantı kurmak
c- Şükretmek
d- Gelen/gideni olduğu gibi kabul etmek
Bana göre '’insanca bağlantı kurmak ile gelen/gideni olduğu gibi kabul etmek’’ sıcak kalbe giden en kısa yoldur. Fakat çoğunlukla ‘’insanların mutlu olmalarını sağlamak ve şükretmek’’’e daha çok odaklanılır. Ne yazık ki bu yol daha uzundur. Aynı zamanda negatifte kalma riski de taşır. Nasıl mı?
İnsanların mutlu olmalarını sağlama ile şükretme yolunda ilerlerken, karşılaştırmalar, ayrıştırmalar, muhasebeleşme sürekli karşınıza çıkarak beklentiye sebep olurlar. Bu şekilde kalbe giden yol uzar da uzar. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için iki ayrı örnek durumu paylaşmak istiyorum.
- Çok iyi bir fırsat çıkar. Mutlu olacağını düşündüğünüz başka bir arkadaşınızın bu fırsattan yararlanması için kendinizi geri çekersiniz. Geri çekilirken arkadaşınıza bu fırsatın kendinizden çok ona uygun olduğunu söylers
Çoğumuz daha fazla anlam bulmayı, bağlantı kurmayı, kaynaşmayı ve mutlu olmayı istiyoruz. Çok çalışma ve rekabet, kimsenin hoşuna gitmiyor. Benim de yirmi üç yıl boyunca büyük bir aşkla yaptığım işi, bir anda bırakma sebebim buydu. Daha fazla anlam bulmak istemiştim. Siz de benim gibiyseniz ihtiyacınız olan 3 şeyin şefkat, pozitif konsantrasyon ile kendini düşünmenin negatif halinden uzaklaşmak olduğunu söyleyebilirim. Aslında bu üçlüye yabancı değiliz, üçünü de az çok biliyoruz. Bazen kolaylıkla şefkat gösterebiliyor ya da diğerlerini kendimizden daha çok düşündüğümüz zamanlar olabiliyor. Konsantrasyon konusunda da fena değiliz. O zaman huzuru tam olarak deneyimlemek neden zor?
Çünkü negatif enerjiler işin içine giriyor ve bu üçlünün olması gerektiği gibi bedenimizde ifade bulmasını engelliyor. Örneğin şefkat; şefkati, yumuşaklık olarak algılıyor, kucaklaşmayla ilgili olduğu düşünüyoruz. Aslında şefkat, insanların mutlu olmalarını sağlamaktan çok onlarla insanca bağlantı
Tibetli Budistler, zihin dendiğinde kalplerini gösterirler. Bizde ise zihnin (aklın) başımızın içinde bir yerde olduğu düşünülür. Kalbi duygularla, zihni düşüncelerle ilişkilendiririz. Halbuki doğru bir muhakeme için zihin ve kalp birlikteliği gerekir. Zihin ve kalp birlikte olduğunda dünya gerçekleri de işin içine girer, öyle ki ‘’rağmen’’ sever, ‘’rağmen’’benimseriz. En çokta Sevgililer gününde ‘’rağmen severiz’’.
Sevgililer günü psikolojimizi, herkesi hayatımıza kabul edebilecek seviyeye getirir. Diğerleriyle aramızdaki bariyerler yok olur. Sevgililer gününde ‘’Kalbim seninle’’, ‘’Ben seni kalbimle sevdim’’, ‘’Kalbimin sahibi sensin’’ denirken kalbin fiziksel hali kast edilmezse de o gün tıpkı Tibetli Budistler gibi zihni temsil eden organ kalp oluverir.
Peki, Sevgililer gününün sihri neden uzun sürmez?
Tilki vari düşünceler sevgililer gününün sihrini bozarlar. Sevgililer