Küresel dedikodu gündeminde, Amerikalı Meghan Markle’ın İngiltere Prensi Harry’le evlenerek, oyunculuktan düşesliğe uzanan hikayesi var malum... Milyonlarca kişinin konuştuğu düğünden ben de bahsetmezsem olmaz tabii!
Markle’ın nasıl bir gelinlik seçeceği aylardır merakla beklenirken, kendisi sıradan bir beyaz elbise görünümündeki gelinliğiyle herkesi şaşkına çevirdi. İpek, uzun kollu gelinliğini ben de çoğu kişi gibi vasat ve hatta sıkıcı buldum. Doğallıktan yana olmayı anlarım da; Kraliyet Ailesi düğünü bu neticede, prensle evleniyorsun yahu!
Yine sade ama daha özel ve etkileyici bir seçim yapsaydı da, biz dünya halkının da gözü gönlü açılsaydı fena mı olurdu? Beş metrelik ipek tülden duvağı ve Kraliçe Elizabeth’in verdiği 1932 yapımı elmaslı tacınaysa laf yok, onlara bayıldım! Hafif makyajını da çok beğendim, çilleri bile görünüyordu. Gelinin asıl makyajı, gözündeki aşk ve heyecan dolu pırıltılarla kocaman gülümseyişiydi. Prens Harry’e gelince; eşi olmadan saniyeler önce Markle’a dönüp “Harika görünüyorsun, çok şanslıyım” diye fısıldaması ve tören sırasında gözyaşlarını tutamayışıyla, masallardaki beyaz atlı prensi gerçeğe taşıdı valla!
İngiliz Kraliyet Ailesi’nin en
Yazın yaklaşmasıyla, kış uykumdan yüksek bir enerjiyle uyandım ve iş ya da kısa tatiller olsun sürekli hareket halindeyim. Kış uykusu derken; hani reenkarnasyona inananlar eski hayatları için “Kraldım, prensestim” gibi yakıştırmalar yapar ya, ben kesin ayıydım, söylemesi ayıp! Soğuklar başladı mı yokum adeta, iş harici burnumu uzatmam evden dışarı, asosyallikte zirve yaparım. Ama o güneş bir yüzünü göstersin, havalar bir ısınsın değmeyin keyfime, yerimde duramam.
Soirée ve Adabeyi Balıkçısı
Geçtiğimiz günlerde İzmir’deydim mesela, çok etkilendiğim Smyrna Antik Kenti ziyaretimizi size de anlattım zaten... O günün sabahında kahvaltı için Konak Pier’deki Soirée’de buluştuk. Gördüğüm en zengin ve lezzetli kahvaltı masalarından biriydi. Gözüm dönmesine rağmen, ortamdaki ağırlığımı korumak adına, yeme işini fazla abartmadım diye de çok içimde kaldı!
Smyrna gezisi sonrası yine Konak Pier’de bulunan Adabeyi Balıkçısı’nda yediğim meze ve balıkların tadı da hâlâ damağımda. İzmirliler zaten biliyordur ama benim gibi turistlere, her iki restoranı da tavsiye ederim. Püfür püfür esintili deniz kenarındaki masalardan kalkası gelmiyor insanın...
Doğulu kendini klonlasın!
İzmir’e gidip de
Vaktim olduğu günlerde evin yakınındaki orman yolundan geçiyorum ki, gözlerim biraz yeşile doysun ve ciğerlerime azıcık temiz hava dolsun... Özellikle büyük şehirlerde tek bir ağaca bile hasret kaldık. Etraftaki inşaat gürültüleri bitmiyor, dev binalar ardı ardına dikilmeye ve bizi doğadan koparmaya devam ediyor.
Mesela Bağdat Caddesi tarafı, çocukluğumdan beri İstanbul’un en sevdiğim semtlerindendi. Sayfiye yeri gibi gelirdi bana, şehrin keşmekeşinden kaçıp, huzur bulmak için oraya giderdim hep. Şimdi kentsel dönüşüm niyetine oranın da tadı kaçtı. Minik apartmanların yerini, içinde nefes bile alınmayacak kadar daracık dairelerle dolu yüksek apartmanlar alıyor, çoğunun balkonu bile yok, inanılır gibi değil!
Betonla kuşatıldık
Şehirdeki gökdelenlereyse zerre tahammülüm yok, New York’a beş kala vaziyetteyiz. Gökyüzünü bile göremeyeceğimiz günler yakın. Özellikle gökdelenlerden uzak bir semte yerleştim, buraya da ikişer üçer dikmeye başladılar. Kendimi dört yandan kuşatılmış gibi hissediyorum! Ancak şehirden uzaklaşma ve doğaya kavuşma fırsatı bulduğum zamanlarda, özgürce yaşadığımı ve nefes aldığımı hissediyorum...
Biliyorum ki, çoğu kişi aynı hislerde, işte bu yüzden memlekete bina
İzmir’in tam ortasına gizlenmiş bir antik kent... Şehrin göbeğinde yatan zengin tarihin kapısından girince, ister istemez afallıyor insan... Muazzam bir antik kentin gerisinden görünen bugünün binaları, sizi tarihle şu an arasında götürüp getiriyor. Çok farklı duygular yaşatan bir deneyim...
Efsaneye göre, Makedonya Kralı Büyük İskender, Kadifekale Tepesi eteklerinde bir ağacın altında uykuya dalıyor ve rüyasında gördüğü öç tanrıçaları, ona buraya bir kent kurmasını söylüyor. Tanrıçaların bu isteği üzerine Smyrnalılar, bölgenin ünlü kehanet merkezine danışıyor ve burada yaşayacakların, eskisine göre kat be kat mutlu olacakları cevabını alıyor. Kentin efsanesi pek çok Roma dönemi Smyrna sikkesi üzerinde canlandırılmış...
Önemli projeler arasında...
Efsanelerle dolu koskoca bir tarihin içinde dolaşmak her adımında ayrı etkileyici... Hele de dönemin en önemli liman kentlerinden olan Smyrna’nın hikayesini ve her bir köşesindeki büyüleyici ayrıntıları; kazı çalışmalarının başkanı Dr. Akın Ersoy Hoca’nın derin bilgisiyle, yaptığı esprilerle hepimizi güldüren sempatik anlatımıyla dinleyince... Ülkemizde yürütülen en önemli arkeolojik projelerin başında gelen Smyrna Antik Kenti’nin kazı
Geçtiğimiz hafta sonu, hayatımın en keyifli tatillerinden birini geçirdim dostlar… Öyle ki, bitişinin inceden bir burukluğu var içimde! Kalabalık bir grup, çok kıymetlim Gül Erçetingöz’ün davetiyle Viento Alaçatı Hotel’de bir araya geldik. Ekip enerjisi güzel, içten ve hayattan keyif almayı bilen insanlardan oluşunca, Erçetingöz’ün kusursuz organizasyonu, otelin harika ev sahipliğiyle birleşince istisnasız her saniye rüya gibiydi! Hafta sonu boyunca otel çalışanları tarafından prenses gibi hissettirildiğim için bundan sonra normal düzene nasıl adapte olacağımı inanın bilemiyorum!
Alaçatı’da çok merkezi bir konumda bulunan otelin havuzlu avlusunun etrafında sıralanmış 22 odası var. Cibinlikli yataklarıyla odaları çok sevimli, rahat ve en önemlisi mis gibi tertemiz. Burayı daha önce Erçetingöz’ün Instagram hikayelerinde görmüş ve bayılmıştım. Bir de gelip yaşayınca tam mest oldum! Kapısından girdiğiniz anda size huzur veren saklı bir cennet gibi…
Sota yazın gözdesi olacak
Yemeklerde sadece organik ürünler kullanılıyor. Otelin sahibi Figen Erbaş, “Misafirlerimize sunduğumuz her ürünü kendi evimizde de kullanıyoruz, her şeyi en kaliteli üreticilerden alıyoruz” diyor. Yemek demişken,
Çocuklara, gençlere sanatı sevdiren ve yeteneklerini sergileme fırsatı veren organizasyonları çok seviyorum. Geçtiğimiz perşembe ‘3’üncü Çocuk Sinemacılar Festivali’nde ikinci kez jüri olarak yer aldım. Geçtiğimiz yıl çocuklar, Türkan Şoray filmlerini yeniden uyarlamıştı. Bu yıl ise, yine Yeşilçam’ın efsanelerinden Ediz Hun filmlerini uyarladılar. Ve Şoray gibi Hun da büyük bir alçakgönüllülük göstererek, çocuklarla buluşmak üzere galaya katıldı.
Hun’a baktıkça Yeşilçam yıldızlarının yerinin, neden hepimiz için başka olduğunu bir kez daha anladım. Günümüzde bir dizide 3-5 bölüm görününce, burnunu Kaf Dağı’na dikenlere, azıcık ünlü olunca havaya girenlere alışkın olduğumuz için, Ediz Hun gibi efsaneleşmiş bir sanatçının mütevazılığı, içtenliği, herkesle tek tek ilgilenmesi, organizasyonda emeği geçen istisnasız herkesin isimlerini ezberleyerek konuşmasında onlardan bahsetmesi, çocuklara gösterdiği sevgi ve verdiği
cesaret hepimizi fazlasıyla etkiledi.
‘Hayatın şifresi kalp atışlarında...”
Konuşmasında hayata dair öyle güzel şeyler söyledi ki... Sanatçı,“Hayatın şifresi kalp atışlarında gizlidir. Kalp atışlarındaki gibi iniş çıkışlar olur, azimli olun ve hayata sakın küsmeyin. Ben 35
28 Nisan sabahına büyük heyecanla uyandım çünkü yılın en sevdiğim organizasyonu olan Fizy Liselerarası Müzik Yarışması’nın dev finalinde, üçüncü kez jüride yer alacaktım. Her sene olduğu gibi, hayranlıktan ağzım beş karış açık halde, tüm gün süren yarışmanın her saniyesinden çok etkilendim.
Türkiye çapındaki yarışma, bu yıl katılımcı rekoru kırdı. Elemelere 49 ilden 557 okul, 2 bin 911 liseli katıldı. Ön jürinin seçtiği 29 ekiple, Fizy uygulaması üzerinden internet oylamasıyla seçilen altı ekip finale kaldı. Finalist ekiplerin hepsi birbirinden iyiydi. Zaten binlerce kişilik kalabalığın arasından final hakkı kazanmaları, canlı yayınlanan ve eşi benzeri olmayan bu önemli yarışmada, Bostancı Gösteri Merkezi gibi dev bir sahneye çıkmaları bile her biri için ömür boyu unutulmayacak bir ayrıcalık...
Genç müzisyenler gurur veriyor
Fizy Liselerarası Müzik Yarışması, sadece gençler değil, Türkiye için de büyük bir şans. Organizasyon sayesinde her yıl geleceği parlak genç müzisyenler kazanıyoruz. “Bu yarışma bizim için büyük fırsat” diyen liseliler, aylarca büyük final için emek veriyor. Ödül alan ekiplerin performanslarını Fizy uygulamasından izlemenizi tavsiye ederim, yetenekleri anlatmakla
Son birkaç gündür, “Sana bir güzellik gelmiş, enerjin değişmiş” diyenlere “Datça etkisi” cevabını veriyorum! Orada geçen günler boyunca, İstanbul’un tüm stresinden ve karambolünden uzak, bambaşka bir dünyadaydım. Sanki Datça’da sadece huzur ve mutluluk var gibi, bir de kendine aşık eden doğal güzellikleri... Ani bir kararla bu masal diyarına yerleşen kankamız Zatto’nun yanına gittik, birkaç yakın arkadaş... Haliyle Datça’yı Datçalı gibi yaşadık! Yolu benim gibi ilk kez oraya düşecek olanlar böyle buyursun...
Can Yücel’in evinin de bulunduğu Eski Datça, bozulmadan korunan mimarisi ve taş evleriyle insanı geçmişte yolculuğa çıkarıyor. Hayranlıktan neredeyse her evin önünde durup, uzun uzun baktık. Ege’yle Akdeniz’in birleştiği, antik çağın en önemli kentlerinden Knidos’a gitmeyen “Datça’yı gördüm” diyemez. Knidos, masmavi denizi ve antik kalıntılarıyla, tam bir görsel şölen yaşatıyor.
Ünlü Palamutbükü ve Ovabükü koylarına uğramadan da olmaz. Ovabükü’ndeki Poyraz Balıkçısı’nı tavsiye ederim. Tahta verandasında denize karşı oturmak harikaydı. Mezeler ve balıklar lezzetli ötesi! Kargı Koyu’ndaki Cennet Köy Beach&Restaurant’ta hem saatlerce oturup, yemekli-sohbetli keyif yapmak, hem de