90’lı yılların başı, ga-zetelerin sadece kâğıt baskısı ile çıktığı, dijitalleşmenin henüz adının bile bilinmediği yıllar.
Böyle bir dönemde Türk basınının her açıdan amiral gemisi konumundaki yayın organlarından biri olan Milliyet’in İzmir’deki Ege Bölge Bürosu’nun kapısından giren genç gazetecilerden biriydim.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’ndeki eğitimimin üçüncü yılıydı.
İlk kez Türkiye çapında yayın yapan bir gazetenin bürosundaydım.
Milliyet gibi Türk basınının efsanesi haline gelen bir gazete iki satırlık bir haber için bile nasıl emek verildiğini görmek, yaşamak bizim gibi genç gazeteciler için paha biçilmez deneyimdi.
Daha sonra 1997’de Milliyet ile tekrar kesişti yollarım. Bu kez, gazetecilikte en azından birkaç yıllık tecrübem vardı.
‘Merkezde ne varsa kenar mahallerde de o olacak.”
Bu sözleri yıllardır çok sayıda belediye başkanından duyduk. Duymaya da devam ediyoruz.
Sözlerini yerine getirmek için çok çaba harcayan da oldu.
Merkezde olanların kenar mahallelerde de olmasının yolu kentsel dönüşüm...
İzmir’de 3 ay önce meydana gelen 6,9 büyüklüğündeki deprem sonrası yıkım da, bu konunun sadece sosyal ve kültürel değil, aynı zamanda hayati bir mesele olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, bu konuda devrim yaptı...
Narlıdere’de 4 bölgede kentsel dönüşümü tamamlayan Batur, Konak Belediye Başkanr olur olmaz Gültepe’yi ele aldı.
Gültepe’de. 300 hektarlık 14 mahalle için hazırlanan planlar, hem Konak hem de Büyükşehir Belediyesi meclislerinde onaylandı. Daha sonra Beştepeler bölgesi ele alındı. Dayıemir, Dolaplıkuyu, İmariye, Selçuk, Aziziye, Tınaztepe, Duatepe, Kocatepe, Çimentepe, 1. Kadriye, 2. Kadriye, Hasan Özdemir, 19 Mayıs ve Zafertepe mahallelerini (toplam 14 mahalle) ve yaklaşık 200 he
İzmir’de tarihin en büyük yıkımlarından birine neden olan depremin üzerinden henüz 2.5 ay bile geçmedi.
İlk günlerdeki kamuoyu ilgisi sabun köpüğü gibi eridi gitti.
Süslü laflar, verilen sözler, yine havada kaldı.
Deprem bölgesinde yaşayanlar büyük bir çaresizlik içinde.
2000 yılı sonrası yapılan yönetmeliklere göre binalarda C30 kalitesinde beton kullanılması gerekiyor.
Bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum açıkladı.
Bayraklı’da yıkılan binaların bazılarında C3 kalitesinde beton çıktı.
Yani binalar neredeyse sıvadan ibaret.
Her zaman aksi olurdu. Bir yeşil alan, orman ya da tarım arazisinin imara açılması ya da amacı dışında kullanılmasına onay verilmesi eleştirilirdi.
Bu kez tersi oldu. İzmir Büyükşehir Meclisi, 14 Aralık’taki toplantısında tarım alanı olan bir araziye akaryakıt istasyonu yapılması isteğini reddetti.
Olay şu:
Urla’nın Uzunkaya Mahallesi’nde, L17a22a pafta 146 ada, 2 no’lu parselin ‘Akaryakıt+LPG+Servis İstasyonu’ olması isteği, İmar ve Esnaf komisyonlarında kabul edildi. Ama Çevre Komisyonu üyeleri, olayı yerinde görmek istedi.
Akaryakıt istasyonu kurulması istenen alanda kavun olduğunu gören, Çevre Komisyonu üyeleri olumsuz rapor verdi.
Büyükşehir Belediye Meclisi de Çevre Komisyonu’nun raporu doğrultusunda karar vererek isteği reddetti.
Ama ibretlik süreç tam da burada başladı.
Tarım alanına akaryakıt istasyonu yapılmasına neden izin verilmediği tartışma konusu oldu.
Türkiye’de 1950’li yılların başında tarımda traktör yoğun olarak kullanılmaya başladı.
Artık her tarlada 10 kişinin yaptığı işi tek kişi yapabiliyordu. Kırsal alanda milyonlarca işgücü atıl kaldı. Aynı yıllarda İstanbul ve İzmir gibi kentlerde orta ve büyük ölçekte fabrikalar art arda kuruluyordu. Her fabrika onlarca yeni işgücü ihtiyacı demekti. Bileşik kaplar teorisi gibi yüzbinlerce işgücü kırsaldan kentlere akmaya başladı. Artık ekmek kırsaldaki tarlada değil, kentlerdeki fabrikalardaydı. Fabrikalar yıllarca bir türlü ucuz emeğe doymadı. Hep daha fazlasını istedi.
Her geçen yıl da daha fazla emekçi geldi. İzmir’e 50 yıl boyunca bu umut yolculuğu devam etti. Gelenlerin ilk yerleştikleri alanlardan biri de Gültepe’ydi. Yıllarca bu tepede Cahit Sıtkı Tarancı’nın “memleket isterim, kış günü herkesin evi barkı olsun” dizelerindeki gibi evler yükseldi.
Sıvası bile olmayan, tek odada onlarca kişinin yaşadığı evler. Dar sokaklar, birbirini içine girmiş yapılar birbirini izledi. Tek bir mühendislik hizmeti bile almadan
Bayraklı’da çöken binalar 2000 yılı öncesinde yapılmıştı. 1975’te çıkan yönetmelikteki hükümlere göre inşa edilmişlerdi.
O yönetmeliğe göre inşaatlarda en az C15 kalitesinde beton kullanılması şartı vardı.
2000 yılı sonrası yapılan yönetmeliklerde bu şart, C25’e kadar çıkarıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum açıkladı.
Bayraklı’da yıkılan binaların bazılarında C3 kalitesinde beton çıkmış.
Evet yanlış okumadınız sadece C3.
Yani apartmanlar neredeyse sıvadan ibaret.
Kâğıt üzerinde imarla ilgili her şey var. Ama ne yazık ki ‘rant’ diye bir şey de var. Depremde yıkılan binaların yerinde 30 yıl önce Türkiye’nin en kaliteli bamyası üretilirdi. Ama bölgenin imar planı değiştirildi. Testi kırıldıktan sonra isyanın faydası yok...
Bu ülkede kâğıt üzerinde her şey var. Örneğin İmar Kanunu var. Hem de yüzlerce sayfa.
İmar Yönetmeliği var. Oku oku bitmez.
Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik Var.
İmar Affı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği var.
Yapı Kayıt Belgesi (İmar Barışı) Kanunu ve Yönetmeliği var.
Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği var.
İmar planları var.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi’nde 550 günlük icraatlarının sunumunu yaptı.
Yaklaşık 1.5 saat boyunca sahnede kalan Soyer, tiyatroculara taş çıkaracak bir performansla tek kelime teklemeden tamamladı anlatımını.
“Başkan Bir Hayat Mümkün” sloganıyla iyi hazırlanmış bir kurgu ve sözlerin arasına giren görseller, anlatıma büyük bir zenginlik kattı.
Görev süresinin henüz üçte birini bile tamamlamadığı için elbette vizyon, misyon ve hedefler, icraatların önüne geçti.
Çevreye ve doğaya uyumlu yönetim anlayışı açısından, “Flamingoların da Başkanıyım” sözü belki de çerçeveletip başkanlık katının duvarına asılacak kadar değerliydi.
Bu söz bana 30 yıldır çevre mücadelesi veren avukat Senih Özay’ın “Kuşların, böceklerin, otların avukatayım” sözünü hatırlattı. Aktivist çevrecilerle kenti yönetenlerin aynı çizgiye gelmesi şüphesiz, tüm canlılar açısından