Bir maç düşünün ki, özellikle Fenerbahçe açısından bu kadar kritik olsun. Bırakın yenilgiyi, beraberlik bile, sarı-lacivertliler için belki ligin sonu olacaktı. İlk iki şansından uzaklaşacak, moral bozukluğunun yanında büyük tepkiler oluşacak, Aziz Yıldırım ve yönetimine yönelen eleştiri okları daha da sivrilecekti.
İşte böylesine önemli bir maçı kazandı Fenerbahçe... Hem de bırakın ligi, Avrupa'nın yenilgisiz tek takımı (üst liglerde) Medipol Başakşehir'i mağlup ederek...
Böylesi bir stres altında karşılaşmaya başlayan Fenerbahçe'nin sinir katsayısı da fazlaydı. İstekli ama aceleci, mücadeleci ama telaşlıydı. Bu performans altında yapılan ilk 45 dakikalık süreçte Fenerbahçe, 28'de Ozan Tufan ile golü bulurken, iki takımın da kaleyi bulan tek isabetli şutuydu bu top...
Aslında biraz da şans golüydü. Emre Belözoğlu'na çarpan top, Volkan Babacan'ın şanssızlığı olmuştu. Bu kısmetsizlik belki maç süresince başına bir daha gelmedi ama bu da yetti Başakşehir'in yenilmesi için...
İkinci yarı Başakşehir açısından ayrı bir özellik taşıyordu. Hele ilk 10 dakikalık diliminde maç tek kaleye dönmüş, Fenerbahçe ise sadece skoru korumanın gayreti içerisindeydi.
Hele bir Bülent Yıldırım patentli bir
Elbet her takım bir gün yenilecek ama namağlup Medipol Başakşehirspor’un bileğini bükecek olan takım bu Kayserispor değildi.
Liderde öyle bir hava var ki, rakip kim olursa olsun, “Yenerim” mantığında... Ama bu, “Nasıl olsa yenerim” değil... Futbolun doğruları, takım olma bilinci ve iş disiplininden kaynaklanan bir özgüvenle...
Kalede Volkan Babacan, arkadaşlarının ender hatalarını çok iyi tolore ediyor, Epurianu ile Yalçın birlikteliği, rakibin gol ayaklarını çok iyi kilitliyordu. Gerçi Kayserispor da aman aman yüklenmedi. Furkan ve Umut Bulut’un kısa metrajlı birkaç yoklaması vardı o kadar...
Emre’nin şefliğindeki orta sahada yine görevini kusursuz yaptı. Bunlar arasında Mahmut ve Mossoro, bir adım daha öne çıktı. Mehmet Batdal da mükemmeldi.
3-0’ı bulan Abdullah Avcı, takım içi alternatifleri görmek için İrfan Can Kahveci ile Mustafa Pektemek’i aynı anda sahaya sürdü. Bunu düşünmesi de son derece isabetliydi. Herkes oynamalı, herkes hazır beklemeliydi.
Kayseri için fazla söze gerek yok. -Şimdilik- transfer yasaklısı... Ama yeniler gelince ne olur, o da soru işareti... En iyileri, dünya kadar gol yiyen Muammer’di, anlayın işte...
Sergen Yalçın ilk kez takımın başında... Pardon Hakan
Lider Başakşehir sevinmeli... Çünkü eski futbolunu oynayamadığı, o bilindik baskısını sadece anlık geçişlerle yapabildiği bir maçtan puan çıkardı. Üstelik bir bacağı kısa tamamlanan ilk yarıyı da namağlup lider bitirdi.
Üzülmeli; Mossoro’nun golü sayılmadı. Özellikle ikinci devredeki bazı pozisyonlardan gol çıkarabilirlerdi.
Adanaspor sevinmeli; lig lideri karşısında dimdik ayakta kaldı. Herkesin kaybedecek diye düşündüğü bir maçtan bir puan çıkardı. Oyun olarak da gelecek adına umutlandı.
Ancak onlar da üzülmeli... Roni’nin cezalı olması hücum dengesini bozdu. İlk kez 11’de yer alan, yetenekli olduğu her halinden belli olan Ahmet Dereli forvetteydi ama heyecandan ayakları birbirine dolaştı. Başakşehir savunmasını yalnız yakaladığı anlarda golünü yapamadı. Ev sahibinin son anda yakaladığı fırsatın gol olmaması da üzüntü verici başka bir durumdu.
Her şey bir yana, Mossoro’nun sayılmayan golü bile başlı başına bir olaydı. Hakem Hüseyin Göçek golü verdi, yardımcı önce durdu, ardından orta noktaya doğru koştu. Sonra Göçek, yardımcısıyla konuştuktan sonra golü iptal etti. Sanırım Vişça’nın ayağına çarptıktan sonra Mossoro’nun dokunduğu şeklinde yorumladılar. Eğer öyle bir nüans varsa ve
Gençlerbirliği karşısındaki Fenerbahçe'yi seyredemediyseniz eğer, iyi ki seyretmemişsiniz!
Bakın maç kötü değil; Fenerbahçe kötüydü. İlk yarıda pısırık, kendi kabuğuna çekilmiş, golü kontrataklara bırakmış -nitekim öyle de buldu- bir Fener sahadaydı. Kendi sahasında bu kadar silik bir takım, o sarı-lacivertli formaya hiç mi hiç yakışmadı.
Zaten kafayı kaldırıp tribünlere baktığınızda da maç Kadıköy'de değil, Ankara'da gibiydi. Daha doğrusu Başkent'te olsa daha fazla Fenerbahçeli gelirdi!
Kimse olayı cezalılara getirmesin. Bu talimat bugün yazılmadı ya... Küfürden tribün kapanıyordu, taraftar boşalıyordu. Çare böyle bulundu.
Bana sorarsanız, suçu sadece yapan çekmeli... Binlerce masum; evinde, cafede maç izlememeli...
Ama bugünler de geçecek.
Gençlerbirliği'nin ilk 45 dakikalık bölümde golü bulamaması, Fenerbahçe savunmasının yetenekleri değil, al-karalıların beceriksizliğiydi. Ama Fenerbahçe tarafından gelen tek gol, Lens-Sow işbirliğinin meyvesi ya da becerisiydi. Aslında bu ikiliye Şener'i de ilave etmek gerekir ki, uzun pasıyla Lens'in fitilini ateşledi. Sow'un vuruşu da akıllıca ve klastı. Gençlerbirliği'nin bir Sow'u olmadığı için sonuç böyle oldu.
Maçın ikinci yarısında Gençlerbirli
Burada kim kazandı, kim kaybetti önemli değil... İkisi de kaybetti. Başakşehir'in iki puan yitirdiği günde, Fenerbahçe de, Beşiktaş da galip gelemeyince, hem Abdullah Avcı, hem de Riekerink bayram etti. Gerçi Galatasaray'ın da kazanacağının garantisi yok ya! Ama kazanırsa da Fenerbahçe'nin önüne geçeceği de bir gerçek hani...
Fenerbahçe risk alır diye bekledik, "Olursa olur, olmazsa da olur" derdindeydiler. Beşiktaş bile en azından sahaya çıkan 11'iyle daha bir risk taşıyordu. Ama maç başlayınca, sadece bunun kağıt üzerinde olduğu görüldü.
İlk yarı boyunca, Fenerbahçe'nin sağı, Beşiktaş'ın solu çalışıp durdu. Hatta bir ara orada, Quaresma ile Kerim'in bir arada olduğunu bile gördük. Doğrusu bu ya, bu anlarda taş gibi ayakta duran Şener oldu.
Maraton tribündekilerin yerine olsam, maç parasının yarısını isterdim! Çünkü futbolcular sürekli karşı çizgi boyunca çarpıştı.
Fenerbahçe, o sürece birkaç pozisyon sıkıştırdı ama bu gole ulaşmaktan uzaktı. Josef de Souza çalışkandı o kadar...
İkinci yarıda Fenerbahçe'nin gol atması gerektiği aklına geldi. Beşiktaş'ı şöyle bir sıkıştıralım dile düşünmüştüler herhalde! Bunda Volkan Şen'in girmesinin de rolü büyüktü elbette...
Van Persie mi neredeydi?
Ne Beşiktaş'ın cüssesi, ne de Başakşehir'in süksesi... İkisinin de kalitesi üç puan için yeterliydi ama birisi diğerine üstünlük sağlasaydı ayıp ederdi! Daha doğrusu biri diğeri karşısında üstünlük kursaydı, kazanan ile kaybeden arasında sadece nüans olabilirdi.
Çünkü Beşiktaş ikinci yarıda ne kadar üstünse, lider ilk devrede Kartal'ın kalesini abluka altına almıştı. Ne zamana kadar? Emre Belözoğlu'nun oyundan çıktığı 40. dakikaya kadar... Emre çok mu önemliydi? Öyleydi. Arkadaşlarına güven veriyor, topu rahatlatıyor, Beşiktaş'ı rahatsız ediyor ve liderin lideri olarak takımını yönetiyordu. İlk yarım saat içerisinde orta sahada bariz üstünlük kuran Başakşehir, bulduğu pozisyonları değerlendirebilse, soyunma odasına çok farklı bir durumda gidebilirdi.
Beşiktaş'ta yine en çok göze batan Quaresma idi. Takımın durduğu anlarda bile Portekizli hiç durmadı. Başakşehir'in sol kanadı resmen felç oldu. Ferhat, onunla baş edebilmek için çırpındı durdu.
Kartal'da özellikle ilk yarı boyunca aksaklıklar fazlaydı. Kaleci-defans uyumsuzluğu, Gökhan İnler'in devreye girememesi, Oğuzhan'ın patlayıcı güç eksikliği, tribünlerin canını sıktı.
İkinci yarının başlangıcı, Beşiktaş adına da maçın başlangıcı
Beşiktaş, anlaşılan o ki, Şampiyonlar Ligi'ne daha fazla kafa yoruyor, ligi, "Nasıl olsa alırız" havasında oynuyor.
Yooo, İstanbul'da bırakılanlar için demiyorum bunu... Kimileri, Adriano, Rhodolfo ve Tosiç için, "İhtiyati tedbir" için getirilmediğini söylüyor ya, bakmayın siz onlara... Hiç bir hoca, iki gerçek sol beki varken, sağdan devşirme bir bekle çıkar mı? Onlar Benfica karşısında oynayacak da, Gökhan veya Beck oynamayacak mı?
Demem o ki, 17. dakikada 2-0 yapan, o andan itibaren çok daha fazlasını kaçıran bir takımın beceriksizliği neyle tanımlanabilir? Dikkat eksikliği dışında diyecek ne var? Ancak kendileri sahada, akılları Avrupa'da olan bir futbolcu güruhu bunu başarabilirdi.
90 dakikalık sevap ve günahlarına bakalım, ceza tahtasının ilk sırasını Bekir Yılmaz'a bırakalım. Beşiktaş'ın penaltı kazandığı pozisyonda yapacak onca şeyi varken, el, kol, ayak hepsiyle birlikte topu engellemeye kalkmak, en azından kalesine gol atmaktı.
Taraftarı "Ah be Bekir" diyordu ki, Atiba'ya yaptığı hareketle oyun dışında kaldı. Hakem Ali Palabıyık'ın bile böyle bir futbolcunun Adanaspor'a daha fazla zarar vermesine gönlü razı olmadı! Bekir'e kırmızı tamam... Ama Quaresma'nın geçen hafta
Sonda söyleyeceğimizi başta belirtelim de, darılmaca, gücenmece olmasın. Aboubakar'ın golü öncesinde Tosiç'in yaptığı faul mü? Faul... Gelişi de faul, yaptığı da...
Aynı hareket Beşiktaş'tan bir oyuncuya, hem de ceza alanı içerisinde yapılsa eminim ki siyah-beyazlılar da penaltı beklerdi. Ama hakem Barış Şimşek atladı. Şanssızlığı, o pozisyonun devamının gol olmasıydı.
Beşiktaş, o gol olmasaydı kazanamaz mıydı? Tabii ki kazanırdı. Ligin namağlup iki takımından biri, Napoli fatihi; ilk yarı boyunca inanılmaz bir dirençle karşı karşıya kaldı. Antalyaspor'a Rıza Çalımbay'ın elinin değdiği o kadar belli ki... Savunmanın orta sahada nasıl yapılacağını, haddini bilerek nasıl oynanacağını o kadar iyi gösterdiler ki... Gole kadar disiplinden taviz vermediler, tatlı sert oynadılar ve Beşiktaş'ın ataklarının olgunlaşmasına engel oldular.
Faul vardı, şöyleydi, böyleydi dedik ama bunların hiç biri Aboubakar'ın süper golünü gölgede bırakmamalı... Avrupa'daki goller, doping olmuş doping! Moral yerinde, özgüven yerinde olunca Aboubakar da bir başka oluyor.
Fabri, çok kritik bir hatanın dışında iyi ve başarılıydı. Ama esas oyuncu, hani o meşhur faulün kahramanı Tosiç'ti. Sahanın en iyisiydi. Eto'o