Dürüstçe konuşan, lafın arkasına saklanmayan, doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir teknik adam Jose Mourinho... Galatasaray derbisinin ardından nasıl yenildiği değil, basın toplantısına katılmaması konuşuldu. Tabii ki kimse, "Kaçtı" demedi. Ancak, yaşadığı ve yaşattıkları nedeniyle, Avrupa Ligi için yapılan basın toplantısında bunları anlatma ihtiyacı hissetti. Arkasından da Galatasaray'ın açıklaması geldi.
Bilmeyen azdır ama hatırlatmak gerek; Mourinho, Okan Buruk'un basın toplantısının uzamasından şikayetçi olarak konuşmadan stattan ayrıldı. Bunun sonrasında da Fenerbahçe, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'na sevk edildi.
Galatasaray A Takımı Medya Sorumlusu Coşkun Gülbahar'ın anlatımına itibar ederek, talimatı şöyle bir gözden geçirelim:
Maç 22.00'de bittiğine göre, kazanan takımın 3, kaybeden takımın 2 futbolcusunun katılacağı flaş röportajlar, maçın bitiminden en geç 10 dakika içerisinde başlayıp, yarım saat içerisinde bitmek zorunda... Ve yine Gülbahar'ın ifadesine göre Fenerbahçe, 22.40'ta bile flaş röportajları bitirememiş.
Yin
Tencere dibin kara, seninki benden kara... Kulüplerinki o hesap...
Kimse evinin önünü temizlemek istemiyor, komşusunun bahçesindekileri ortaya dökmek için azami gayret gösteriyor. Biri değil, ikisi değil, hemen hemen hepsi...
Somut örnek ver derseniz; biliyorum ama ispatlayamam. Hani, yıllar önce, "Rüşvetin belgesi mi olur?" denmişti ya, bunların hepsi belgeli oysa... Bir kulüp yönetimi çıksın, "Benim çift sözleşmeli hiç futbolcum yok" desin, ellerinden öpelim. "Çekmece sözleşmeler", bir ortaya dökülse...
Hani, "vergi kaçırmak" ile "vergiden kaçınmak" arasında en önemli fark; birinde yasa dışı yollar kullanılırken, diğerinde hukukun arkasına dolanarak suça bulaşmamaktır ki; ikisi de para ödemez ya da az öder.
İşte kulüpler de, "Minareyi çalan kılıfını hazırlar" misali, yasal ancak etik olmayan yollarla çok şeyden kaçınmaktadırlar.
Futbolcuların maaşlarını az gösterip, vergiyi azaltırlar. Ayrıca, "harcama limitleri"ne daha az takılırlar. Kulüp Lisans Kurulu'ndan daha çabuk geçerler,
Sakın ola; bunu, Kerem Aktürkoğlu'nun A Milli Takımı'ndaki üç golüne bakıp, "skor" yazısı olarak görmeyin. Sakın ola; Kerem'in, kendi isteğiyle Galatasaray'dan ayrıldığına inanmayın.
Sakın ola; Teknik Direktör Okan Buruk'un, Kerem'in önünü açtığını düşünmeyin.
Galatasaray, Kerem'den aldığı 12 milyon euronun neredeyse tamamına yakınını (KAP'a açıklama 6 milyon euro ama Avrupa basını öyle demiyor! 11 milyon euro yazılıyor) Osimhen'e vererek, daha baştan kaybetmiştir. Çünkü, bu sezonun sonunda ne Kerem olacaktır ne de Osimhen... Bir sezonluk "fantezi futbolcu" karşılığında, 25 yaşındaki evladını kaybetmek neyin düşüncesidir acaba? Bir Kerem'i feda edebilmek adına, Osimhen kaç gol atmalı sana?
Bu sezon Galatasaray'da oynadığı üç maçta 2 gol, 2 asist yapan bir futbolcuyu, 12 milyon euroya vermenin mantığını biz değil, Galatasaray Yönetimi söylemeli...
Bunun bir elinden alınan "kaptanlık meselesi" olarak görülmesi ne kadar sakat bir düşünceyse, Kerem Aktürkoğlu'nu bugüne getiren etkenlerin de iyi
Ne güzel de yakışıyor bugünün futboluna Ziya Paşa'nın beyti: "Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?"...
Yıllardır, "para, para, para" diye el açan kulüpler, bugün milyonlarca euroyu dağıtıp, "hovardalık" rekoru kırmaktan imtina etmezken, başarının "B"sini soranlara da, "yerim dar" diyerek, kendilerini sıyırmaya çalışmakta...
Yurt içi şampiyonluklarla avunan Galatasaray, kulübü döndürebilmek adına kendi şirketlerine sponsorluk görevi veren ve dünya kadar futbolcu satarak henüz bir kupayla avunan başkana sahip Fenerbahçe, yaldızlı görüntüsüyle -şimdilik- taraftarıyla barışan, ancak eldeki ıskartalardan kurtulmak için çabalayan Beşiktaş, hem gönderip hem de alma rekorları kırmasına rağmen, bugün Avrupa dışında kalan Trabzonspor...
Üstelik dördü de halka açık birer şirket...
Bilançolarında, finansal raporlarında ne çarpıklıklar bulunduğunu, nasıl kalem oyunları yapıldığını, dipnotlarda nelerin gizli kaldığını biz değil, finansal okuryazarlar ve uzmanlar anlatmalı... Var mı, yok mu?
Eğer 'var' deseniz, SPK yakanıza
Galatasaray, iki sezon süren "Lale Devri"nin ardından, "Fetret Devri"ne hızlı bir giriş yaptı.
Dursun Özbek'in, "Yeni bir yönetim, yeni bir anlayış" düşüncesiyle seçimin ardından yola çıkmasıyla sanki her şey çok güzel gidecek gibiydi. Genel kuruldan, "Florya" için her şeyi yapabileceği iznini koparan Özbek ve arkadaşları, transfer konusunda sert bir fren olacağını düşündük ki, öyle olmadı. 18 milyon euroluk Sara ile orta saha güçlendirildi, 9 milyon euroluk Jelert ile sağ bekte işler halledildi. (-Mi acaba?) Böyle deniyordu ama Young Boys, her şeyi alt üst etti.
Hayat böyle işte... İki sezon şampiyon olsan da, iki maçta tartışılır oluyorsun Okan Hoca... Fatih Terim gibi bir efsane bile, 13. sırada bırakıp gitmedi mi? Okan Buruk da, bu takımı iki kez şampiyon yaptık diye sevindi. Şampiyon yaptığı Başakşehir'den yaka-paça gittiği için, "Gereken dersi aldım" diyordu Okan Hoca... O ders unutuldu mu yoksa!
O zaferlerde olup, bugün bulunmayan kim var? Erden Timur... O olsaydı, bu dursaydı diye fal açmıyorlar bile... Direkt payeyi Timur'a veriyorlar
Futbolda yıllar yılları kovaladı, defalarca yönetimler değişti; değişmeyen, yabancı sayısının tartışılması...
"Bu iş planlı yapılsın" diye ahkam kesen kulüpler, Türkiye Futbol Federasyonu'nun planlarını paçavraya çevirdi. Şimdi de, "12 yerine 14 olsun" derdindeler...
Yeni TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, "Kulüplerin federasyonu olacağım" demez mi! Bu federasyonun; aynı zamanda hakemlerin, teknik adamların, futbolcuların olduğunu unutanları unutmamalı Hacıosmanoğlu... Bu federasyon, kulüplerin değil, futbolun federasyonu olmalı...
Her talebi körü körüne kabul etmek, birine iltimas sağlarken, diğerine kötülük yapmak demek değil mi?
"Transfer yasağı" bulunanlara, el altından (!) izin vermek, diğerlerinin hakkını yemek demek değil mi?
Talimat değiştirerek, vergi ve SGK borçlarının, futbolcu tesciline engel olmasını kaldırmak demek, işini layıkıyla yapanları cezalandırmak demek değil mi?
Harcama limitlerindeki esneklik, zaten dağ gibi olan borçların sıradağ gibi uzayıp gitmesine imkân tanımak demek değil mi?
Prolisansı olmadan teknik sorumluluk görevinde bulunan "gölge teknik direktör
Ne kadar güzel başarıyoruz A Milli Takımı'nda kriz yaratmayı... Hele Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nda bir araya geldik mi, başlıyor cadı kazanı kaynamaya...
Yok, takımı Hamit Altıntop kuruyormuş, yok, futbolcu tercihlerinde menajer oyunu varmış, vay efendim Montella'nın kafasındaki kırk tilki dolaşıyormuş... Bir değil, iki değil; A Milli Takımı'nın katıldığı her organizasyonda bir takım dedikodular alıp başını gidiyor.
En fazla da Fatih Terim dönemleri hatırımızda kalmadı mı? Haluk Ulusoy'un prim olarak dağıttığı söylenen jipler, 2016 Avrupa Şampiyonası'nda Burak Yılmaz'ın prim alamaması, ardından Arda Turan'ın bunu Fatih Hoca ile tartışması, Gökhan Töre'nin Hakan Çalhanoğlu'nun ağzına silah dayaması, çeşit çeşit, renk renk olaylarının yansıması... İçinde zerre kadar kötülük olmayan Bilal Meşe Aağabeyim, haber peşinde koşayım derken, evladı yaşındaki Arda'dan yumruk yemedi mi? Bu örneklerin eksiği çok, fazlası yok...
Şimdi de çeşit çeşit söylentiler... Önce A Milli Takımı kurgusunda, Hamit Altıntop ve menajerler konusunda dedikodu çarkı döndü. Ancak
Futbolda bir seçim rüzgarı değil, fırtınası esiyor adeta...
Beşiktaş'ta Hasan Arat ile ortaya çıkan esinti, Galatasaray'ın şampiyonlukla birlikte gelen Dursun Özbek zaferiyle üst sıralara tırmandı, Fenerbahçe, futbolun yelkenlerini bu rüzgarla doldurdu.
Yetti mi? Yetmez. Sırada Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı için sandığa gitmek var.
* * *
Galatasaray camiası kararını verdi; artık Dursun Özbek, Florya için istediğini yapabilir! Genel kurul, Başkan Özbek'e onay vermemiş olsa, Erden Timur'u bile feda eden bir yönetimi göreve getirir miydi?
Şu Florya yok mu Florya! Galatasaray'ın kurtuluşu!
Ne kadar inanılır?
Riva'da öyleydi çünkü... Ali Sami Yen Stadı'nın yerine neler neler yapılacaktı da, Galatasaray kurtulacaktı. Ayrıca Leo Rezidans lokomotif olacaktı.