30 Ağustos 2007’de Başbakan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı bulunan
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlanmasına
dair bir kararnameyi Cumhurbaşkanı’na yolladı.
Aynı gün Cumhurbaşkanı kararnameyi “Uygun görülmüştür” diye imzaladı. Değişiklik ertesi gün resmi gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girdi.
AKP ikinci defa seçimlerden galip çıkmıştı. Metin Münir’den başka kimsenin bu gibi ufak işlerle meşgul olmaya vakti yoktu.
Oysa ortada temel bir
hata vardı.
Birçok çevre felaketinin müsebbibi olan ve olmaya devam eden DSİ, çevreyi korumakla birinci derecede sorumlu Çevre Bakanlığı’na bağlanıyordu.
Olayı daha vahim yapan, değişikliğin arkasındaki kişi idi.
Bu kişi Başbakan İstanbul Belediye Başkanı iken İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) Genel Müdürü olarak en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Veysel Eroğlu’dur.
Eroğlu, DSİ Genel Müdürü idi. Milletvekili seçildi. Çevre Bakanlığı’na getirildi. Giderken de DSİ’yi beraberinde götürdü.
DSİ’nin Çevre Bakanlığı’na transferiyle, yönetim hukukunun en temel ilkelerinden biri çiğnendi:
İşi yapanla onu kontrol eden
bir oldu.
Tilki tavuklara başkomutan tayin edildi.
Bu idare hukuku kayması tepki getirmedi. O gün Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu veya yargı dünyasındaki herhangi bir ağır sıklet yargıcın “Devletin çatısı yıkılıyor” diye feryat ettiğini duymadım.
DSİ’nin pazarladığı akarsuların üzerine yapılan veya yapılması planlanan, ekonomik değeri marjinal barajlarla ilgili olarak gidilecek yer yok.
Çevre Bakanlığı’na
başvurmak abestir.
Cumhurbaşkanı’na şikâyet etmek boştur, DSİ’nin Çevre Bakanlığı’na devrini uygun bulan Cumhurbaşkanı’dır.
Mahkemeler hâlâ var. Ama onların kararlarını da idare
isterse uyguluyor, istemezse uygulamıyor.
Suyu değil, suyu ranta tahvil etmeyi ön planda tutan bir Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, çevreyi değil, müteahhitleri koruyan bir Çevre Bakanlığı var.
Hükümet, Türkiye’nin altından değerli bitki ve yaban hayat varlığının, eşsiz biyolojik çeşitliliğinin farkında değil. Bunları “kısa günün kârı” barajcılara tahrip ettirmek dışında değerlendirebilecek
sofistikasyona sahip değil.
Bu durumda iş demokratik haklara sahip halka düşüyor. Bu topraklar politikacılara ve bürokratlara ve rantçılarına değil üzerinde yaşayan insanlara aittir.
Ferman padişahın olabilir
ama akarsular hepimizindir.