Depresyon konusunda iki iddia var: Birincisi: Depresyon çağımızın en yaygın ruh hastalığıdır. Türk Psikiyatri Derneği (TPD) depresyonun toplumda görülme oranın yüzde 8-10 arasında olduğunu söylüyor. TDP’ye göre, 10 erkekten biri yaşam boyunca bir defa “depresyon hastalığına yakalanacaktır.” Kadınlarda risk çok daha yüksek. TDP’ye göre, her dört-beş kadından biri hayatında en az bir kez depresyon hastası olacak.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2020 yılında depresyon, kalp hastalıklarından sonra dünyada en sık görülen hastalık olacak.
İkincisi: Depresyonun en yaygın ruh hastalığı oluşu çağımızın en büyük yalanlarından biridir. Evet, depresyon geçiren bazı insanlar gerçekten hastadır. Ama bunlar azınlıktadır. Depresyonun yaygınmış gibi görünmesinin nedeni psikiyatri aleminin depresyonun tarifini hasta olmayan kişileri de içine alacak şekilde genişletmesidir. Bu genişleme tamamen keyfidir, bilimsel bulgular tarafından desteklenmemektedir.
Büyük çoğunluğu hasta değil
Depresyon teşhisi konan insanların büyük çoğunluğu hasta değildir. Bunların yaşadığı klinik depresyon değil üzüntü, yeis, keder gibi insanlık halleridir. Bu haller patolojik bir bozukluktan kaynaklanmıyor. Kayıp, düşüş, düş kırıklığı gibi normal insanlık hallerinden kaynaklanıyor.
İlaç şirketleri ve psikiyatristler, para kazanmak saikı ile, bu tepkileri hastalık sınıfına soktu. Bu yüzden, çocuk büyük milyonlarca insan, hasta olmadığı halde, hasta muamelesi görüyor. Damgalanıyor. Hasta gibi tedavi ediliyor, antidepresan ilaçların ağır yan etkilerine maruz kalıyor.
Bu kargaşanın nedeni depresyon teşhisinde neredeyse 2500 yıldır başarı ile kullanan anlayışının terkedilmesidir.
Bu anlayışa göre, depresyon aynı emareleri gösteren iki değişik ruh halidir. Bunlardan biri normal hüzün veya “nedeni olan” hüzündür. Bu, insanın günlük yaşamda uğradığı bir kayba veya karşılaştığı derin hüzün veren duruma verdiği tepkiden kaynaklanır. Kötü bir hastalığa yakalanma, karşılıksız aşk, sınıfta kalma, iflas etme, eşi tarafından aldatılma, terfi edememe bazı örneklerdir.
Bunlara verilen tepki kendini derin ve acı veren bir hüzün olarak açığa vursa da insan doğasının gereğidir. Hastalık değil. Hemen hemen her zaman bir süre sonra, kendiliğinden geçer.
Nedeni olmayan depresyon
“Melankoli” veya “nedeni olmayan” depresyon olarak bilinen diğer durum farklıdır ve ta Hipokrat zamanından beri hastalık sayılıyor. Bu, kişinin durumu veya başına gelenlerle açıklanamayan depresyondur. Nispeten daha ender görülür. Daha derindir, daha uzun sürer, kroniktir, tekrarlanır.
Herhangi bir dış olayla bağlantılı olmadığı için, tarih boyunca, “nedeni olmayan” depresyonun bir iç bozukluktan kaynaklandığı var sayıldı.
“Nedeni olan” ve “nedeni olmayan” hüzün durumlarının belirtileri aynıdır. Her iki halde de kişi yoğun keyifsizlik, uykusuzluk, insanlardan uzak durma, iştah kaybı, normalde yapılan aktivitelere karşı ilgisizlik vesaire gibi şeylerden şikayet eder. Bu iki hali birbirinden ayırmak için kullanılan yöntem, hastayla konuşmaktır. Bu yöntem binlerce yıl değişmedi. Hekim, konuşarak hastasının durumunu, ortamını, geçmişini, başına ne geldiğini öğrenmeye çalışır ve teşhisini ona göre koyardı. Bu basit ama etkili ve zamanın testine dayanmış olan yöntem 1980’de, Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından, hiçbir bilimsel neden olmadan, terkedildi.
Psikiyatri normal üzüntüyü hastalık kapsamına aldı, nedeni bilinen ve bilinmeyen haller arasındaki ayrım ortadan kalktı. Konuşma terapisi neredeyse unutuldu, tamamen semptomlara bakılır, tedavi genelde sadece ilaçla yapılır oldu. Depresyon salgını diye sunulan şey aslında teşhis enflasyonudur.
YARIN: DEPRESYON TEŞHİSİNDEKİ SAKATLIK
DEPRESYON DİZİSİNİ HAZIRLAMADAN ÖNCE OKUDUĞUM KİTAPLAR:
* Anatomy of an Epidemic / Robert Whitaker
* The Emperor’s New Drugs / Irving Kirsch
* The Loss of Sadness/ Allan V Horwitz, Jerome C. Wakefield
* Doctoring the Mind/ Richard P. Bental
* Unhinged /Daniel Carlat
* De-Medicalizing Misery/ Edited By Mark Rapley, Joanna Mocrieff, Jacqui Dillon